BirGün: Dur çocuk girme o sokağa! – Nihal Kemaloğlu

aliismail

İki defa silindiği saptanan Harman Ekmek Fabrikası’nın kamera kayıtları Jandarma Kriminalde açılınca Ali İsmail’in cinayet görüntüleri de apaçık görünmüştü işte.

“Dur çocuk girme o sokağa” diyemeyip ya da geriye sarınca sokağın başında gelen Ali İsmail’i hayata çağıramadığımız görüntüler, Eskişehir Valisi’nin “bunu polis yaptı süsü vermeye çalışıyorlar, arkadaşları yaptı, suçu devlete atmak istiyorlar” idari mesuliyet yoksunu mülki şablon açıklamalarına “hakikatin” tokadı gibi inmişti…

Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın ulaştığı kamera kayıtları, devletin “sabrı taşan halk” tepkisi diye olağanlaştırdığı bir cinayet türünü herkesin gözüne sokmuştu.

Bu cinayet türünde sokaklarda kol gezen siviller ve kolluk güçleri “suçlunun” kim olduğuna, nasıl cezalandırılacağına karar vermekle kalmaz infazı da o saat gerçekleştirirlerdi.

İnfaz sonrası gayet müsterih can almış elleriyle evlerine dönerken, “adalet” tesisatçısı bu grupların arkasına da yüce hukuk devletimiz sağlamca mevzilenirdi.

Çünkü devlet geleneği; günün siyasi koşullarına göre açık/örtük lisanla  vatandaşlarına “düşmanın” kim olduğunu işaret ederek muhbirlik yetkisiyle donattığı kitlelere bir de “saldırgan tepki” siparişi verirdi…

Gezi direnişiyle bu tarz-ı siyaset bütün cürmü ve  Başbakan’ın debdebeli söylemiyle sokaklara salınmıştı.

Haliyle sırada Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü, Eskişehir Valisi’nin sokak kuytusunda pusu kurmuş vatandaş-polis infaz timinin Ali İsmail’in üzerine kan kokusu alan yarasalar gibi üşüştüklerini saniye saniye zoomlayarak izlemeleri vardı.

Ve “devletine sokak infazlarıyla yardımcı vatandaş” statüsü verilmiş sivil kıyım çetelerinin,kendini guya savunurken “ayağım ağrıdığı için Ali İsmail’in kafasına az tekme attım” ifadesiyle suçunu itiraf eden polisin kasıtla adam öldürmekten adil yargılanması vardı.

Öyle kamera kayıt “temizleme”, Ekmek fırının adını “ATA Ankara” diye değiştirme, zanlı polisleri başka ile tayinle veya beyninde kan biriken Ali’yi hastaneden yollayan doktora soruşturma izni vermeyen telaşlı devlet sistematiğiyle ne cinayetin mahalli ne de gerçekliği dönüştürebilirdi..

Bu görüntüler yüksek aleniyette ortaya çıkınca üç aydır “oğullarınızın canını  koruyamadık, üzgünüz ” demeyen  Başbakan, Adeviye meydanındaki katliamlarla ilgili aklına kendi çocukları gelince ekranda  sinirlerini boşaltıyordu.

Oysa kendi halkının çocuklarının kafalarını patlatan cani sadizmi “kahramanlık” diye öven, ödüllendiren Başbakan, ülkesinde Gezi protestolarında öldürülen tek bir canın yaslı ailesine  taziyesini iletmemişti.

Durum böyle olunca üç aydır Ali İsmail’in katillerini bulmaya değil, Ali İsmail’i anmasına katılanları gözaltı alarak “suçlu çıkartma” mesaisi yapan hükümet, aylar sonra rötarla “içimiz paralandı” vicdan demagojisi tweetlerine sarılmışlardı.

Baş Müzakereci Bakanımız da “ya işte kurunun yanında yaş da yanıyor” insaniyet sürçüyle “kuruları” işaret ediyordu.

Yani devletin kitlelere “sizler iktidar muhaliflerine haddini bildirip, cezasını infaz dahil verebilirsiniz yeter ki aşikare olmasın” endoktrinizasyonu son hızla devam diyordu.

Ama çelme takılıp yere düşünce elleriyle yüzünü korunmaktan gayri bir savunması olmayan Ali İsmail’e 2 polis 4 sivilin nasıl “yiğitçe” çullandığını seyredenler cinayeti azmettirmenin, cinayete denk ağır suç olduğunu çoktan fark etmişlerdi…

Nihal Kemaloğlu
28 Ağustos 2013
Kaynak: birgun.net