Radikal: Ben, Yaşar mühendis, hiç düşünmeden yırtar atarım beyaz yakamı! – Deniz Aydın

yasar-muhendis“Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz… Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey… Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma. Dokunma gelinime. Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni, anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile…”

Evet, 1975 yapımı Bizim Aile filminde Yaşar Usta’yı canlandıran Münir Özkul’un efsanevi tiradı. Bu tirad kuvvetle muhtemeldir ki filmin vizyona girdiği çalkantılı yıllarda alt ve alt orta sınıf için bir sağaltım anı olarak kurgulanmıştı ? zira filmin sonunda hain fabrikatör Saim Bey acılar içinde nedâmet getiriyordu. 80′li yıllarda bu filmi TRT ve ilk özel kanallarda çocuk yaşta sıkça izleyen bendeniz gibilerin bilinçaltına ise bu sahne patrona / kapitalizme karşı işçinin / insani değerlerin sağlam bir tokadı olarak işlenmiş oldu. İşte Gezi Direnişi’nde sıklıkla zikredilen ’90 kuşağına rağmen eylemcilerin yaş ortalamasını 28′e çeken kesim, iktidara Yaşar Usta çıkışı yapan ’80 kuşağıdır ? bir farkla ? Yaşar’ın yaka renginde maviden beyaza doğru bir değişim söz konusudur.

Kahramanımız Yaşar bu kıvama gelene dek neler yaşadı, önce ona bakalım:

  • 12 Eylül’ü ya çocukken bizatihi yaşadı, ya benim gibi doğmaya niyetlendiği sıralar hâlâ geceleri sokağa çıkma yasağı vardı ya da ilk tanıdığı Cumhurbaşkanı ‘Kenan Evren ve Apoletleri’ oldu.
  • Çocuk yaşta Körfez Savaşı haberlerinin simultane tercümelerini radyodan dinledi; “düşük yoğunluklu iç savaş”ın en yüksek yoğunluklu günlerine tanıklık etti; Sivas katliamını televizyondan izledi; Uğur Mumcu cinayetiyle, aydınların katliyle faili meçhul kavramını duydu; ekonomik kriz, enflasyon, devalüasyon gibi acayip sözcükleri ve bunların insan hayatına acımasız etkilerini öğrendi.
  • 12 Eylül sonrası bu yangın yerinde büyütülen Yaşar, Levent Kırca skeçlerine konu olan beli bükülmüş bir memur ailesindendi. Ailesi meritrokrasiye duydukları sarsılmaz inançla çocukları okusun, hep bahsi geçen şu meşhur “ne doktorlar, ne mühendisler”den olsun, sınıf atlasın, hatta bir değil birkaç sınıf atlasın istiyordu. Yaşar, ailesinin güç bela denkleştirdiği dersane ve özel okul paralarının vicdanına yaptığı ağırlıkla ders çalıştı.
  • Talihsiz Yaşar daha ilkokulu bitirir bitmez bir kötü sürprizle karşılaştı ve soruları çalındığı için iptal olan Anadolu Lisesi Sınavı’na ikinci kez girdi. Kredili sistem ne mene birşeydir onu çözmeye çalıştı; sonra kredili sistem iptal oldu – Lise 3′ün son döneminde ders çalışabilmek için devlet hastanesinden rapor ayarlamaya çabaladı; ÖSS mi ÖYS mi, sadece ÖSS mi, ÖSS görünümlü ÖYS mi stresiyle üniversite sınavına hazırlandı; fırlayıp giden dersane ücreti külfetine ailesini sokmamak için burs bulmaya uğraştı. Bu arada kız - erkek ayrı eğitim veren ve şampiyonlar çıkaran dersaneler, hem ders çalıştıran hem namaz kıldıran abiler ablalar geleceğe (bugünlere) yatırım yapıyordu, bunlara şahit oldu. Derken Murphy yeniden sahneye çıktı, ÖSS’ye bir gün kala sorular çalındı, sınav iptal oldu. Bizim Yaşar tüm bunlar olurken gıkını bile çıkarmadan dersini çalışmıştı.
  • Yine bu yıllarda 28 Şubat mezalimiyle tanıştı; üniversite kapısında eylem yapan başörtülü kızları gördü; bu kızların perukla okumak, başlarını açmak ve okulu bırakmak arasında seçim yapmalarını izledi. Kızlar halden hale giredursun, ‘bağzı’ erkek öğrenciler de kahverengi yün yelek - badem bıyık kombiniyle çan eğrisini yukarı çekiyor, AA’ları topluyordu. 12 Eylül paranoyasıyla yetişen Yaşar, kendi kuşağının çok büyük çoğunluğu gibi üniversitede suya sabuna siyasete bulaşmadı. Üstüne üstlük kendisi üniversitedeyken ve arkadaşları yeni mezun olmuşken 98-99 ve 2001 ekonomik krizleri çöktü üzerlerine, diplomalı işsizler ordusunda vatani görevlerini yaptıklarına dair kabusları gördüler.

İşte bu ahval ve şerait içinde yetişen Yaşar üniversiteden başarıyla mezun oldu, artık koskoca mühendisti, bembeyaz yakasıyla ailesine gurur verdi. Peki sonra ne oldu?

  • Yaşar Mühendis, afedersiniz eşeğin kuyruğu gibi ne uzayıp ne de kısalabildiğiniz devlet memuriyetinden ziyade göklerde parlak bir istikbal vaad eden özel sektöre yöneldi. Çalışmaya başlayınca da yüzyıllardır devam eden işçi mücadelesinin kazanımı olan saatlik ücret üzerinden çalışma ve fazla mesainin ücretlendirmesi gibi hakların önemini fark etti. Çünkü özel sektörde beyaz yakaların büyük çoğunluğu için mesai saatleri konusunda limit sonsuza giderken maaş hep sabit kalıyordu.
  • ‘Stres altında çalışma’ kavramının mobing, aşağılama, çatışma ortamı ve vahşi rekabet gibi gerçeklere tekabül ettiğini gördü. Üstüne üstlük büyük çabalarla bitirdiği üniversiteden edindiği bilgi birikimini, ayrıca kapasitesini ve yaratıcılığını köreltecek, ilgisiz ve kimi zaman zekâ gerektirmeyen meşguliyetlerle ömür törpülemek durumunda kalabiliyordu.
  • Bırakın iş kanununa göre kullanılması yasal olan ve yıllık izinden düşülmeyen mazeret izni gibi haklar konusunda bilgi sahibi olmayı ve bunları kullanmayı, yıllık izin almanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu gördü. Zira yıllık iznini bile işlerin yoğun olmaması, benzer pozisyonda çalışan arkadaşın o esnada izin almamış olması, gözünün üzerinde kaşının olmaması gibi kriterlere göre kullanabiliyordu.
  • Bir yandan da pek ironik ve korkunç derecede gerçek olan bir reklâm sloganında söylendiği gibi “hepimiz tatil için çalışıyoruz”du. Senede 14 iş günü yemeli içmeli havalı bir tatil yapabilmek için kalan 351 güne katlanmak durumundaydı.
  • Adı üzerinde beyaz yaka olan Yaşar Mühendis, yakasının beyazlığına halel getirmemek için harcamalı da harcamalıydı, çünkü mavi yakayla arasında - sözde - bir sınıf farkı vardı. İyi giyinmeli, iyi mekânlarda eğlenmeli, son teknolojiyi kullanmalı, çocuklarını özel okulda okutmalıydı. Şartlar aksini imkânsız kılmaya doğru gidiyordu.
  • İktidarın kendi burjuvazisini yaratma harekâtı çerçevesinde “yürü ya kulum” denilen şanslı kişilerden de değildi elbette, çalıştığı şirketin zora girmesi / işinden olma / yükselememe gibi olasılıklarla yüzleşti. İş değiştirmeye kalksa ne olacağı meçhuldü, şirketiyle kötü ayrılsa, davalık olsa “piyasa küçük”tü, patron patronun dostuydu ve kötü şöhretle iş bulması pek güçtü.

Hasılı, özgürlüklerin kısıtlanmasına ve adaletsizliğe – her şey bir yana – eşyanın doğası gereği bile, yekten karşı çıkabilen, daha açık fikirli ve asi ruhlu, henüz öğrenci ya da yeni mezun ’90 kuşağının aksine iktidara Yaşar Mühendis çıkışı yapan beyaz yakalı ’80 kuşağının isyanının altında 30 yıllık suskunluk ve katlanma öyküsü vardı bana göre.

Peki şimdi ne yapıyor, bundan sonra ne yapacak Yaşar Mühendis?

  • Birkaç yıl yetecek kadar giysisi, pahalı yerlerde yemesini gerektirmeyecek kadar güzel kamusal alan ve candan arkadaşları olduğunu fark etti. Daha az tüketiyor.
  • Daha çok okuyor, insanlarla daha çok konuşuyor, onlara daha çok güveniyor.
  • TTB, TMMOB, ÇHD gibi meslek örgütlerinin nasıl bir mücadele alanı açtığını, mesleki yetilerini nasıl kapitalizmin değil halk yararına kullanabileceğini gördü.
  • “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”in mânâsını, işçi - emekçilerin egemenler karşısında birbirlerinin mücadelesine omuz vermesi gerektiğini anladı, THY emekçilerinin, Kazova işçilerinin mücadelesinden ilham alıyor.
  • Ve “biz beyaz yakalar niye haklarımızı bilmiyoruz, neden sendikamız yok…” diye bir kurt düştü içine. Kim bilir, belki  “ben, Yaşar Mühendis, hiç düşünmeden yırtar atarım beyaz yakamı” demesi yakındır.

Deniz Aydın
20 Ağustos 2013
Kaynak; blog.radikal.com.tr