‘Gezi’de Sosyal Devrim’ dosyasının ardından ‘Çapulcular Gezi’yi Anlatıyor’ dosyasıyla bu kez Gezi’nin aktörlerini konuşturduk. Gezi süreci boyunca en çok konuşulan ve ‘y’ kuşağı olarak tabir edilen 90 nesli yaşadıklarını insanhaber.com’a anlattı.
Gezi direnişinin en çok konuşulaşan gençleriydi. Kimileri apolitik olmakla suçladı, kimileri ‘ti’ye aldı, kimilere de “bu kuşaktan bir şey çıkmaz” diyerek küçümsedi. 80 sonrasında doğup ailelerinin korkularıyla yetişen 90 kuşağı ya da yeni tabiriyle ‘y’ kuşağı gençlik o korkularından arınıp kendilerine yöneltilen eleştiri oklarını Gezi direnişiyle tersine çevirdi.
Bazıları ilk kez katılmıştı eyleme; ilk kez gaz bombasından etkilenmiş, ilk kez polisle karşı karşıya gelmişti… Örgütlü olan bazı gençlik ise ‘gelenekselliğin’ dışına çıkıp “biber gazı oley” diye bağırmıştı; bu söylemlere kendileri de şaşmıştı ama Gezi ruhu her daldan ‘y’ kuşağını barikatlarda buluşturmuştu. Belki okul kampüslerinde bir birlerinin yüzüne bile bakmayanlar Gezi direnişinde yan yana gelmişlerdi.
İşte o gençlerden; Gizem, Ece, Onur ve Barış’la Gezi Parkı içinde bir araya geldik… Gezi’ye nasıl dahil olduklarını, neler yaşadıklarını, aileleriyle nasıl mücadele ettiklerini, Gezi ruhunun onları nasıl dönüştürdüğünü konuştuk..
-Gezi direnişinde en çok 90′lı gençler konuşuldu ve ‘Y’ kuşağı diye adlandırıldınız. Gezi direnişine katılmak sizler için bir ilk miydi?
Gizem: Daha önce de katılmıştım. Fakat onları çeşitli siyasi gruplar düzenliyordu. Kendimi tam olarak oraya ait hissedemiyordum. Gezi de ilk kez polis şiddeti ile karşı karşıya kaldığımda alanlardan bir daha çekilmek istemedim. Ve hep ilk baştan beri alanlardaydım.
Ece: Aktif olarak eylemlere katıldığım oluyordu. Ama bu aile mirası değildi.
Barış: Daha önce birkaç eyleme katılmıştım. Ama burada daha büyük bir eylem tecrübesi ile karşılaştık. Sürekli olarak eylemlere katılanlara bile “Gezi” ana sahne oldu.
Onur: Ben politik bir öğrenciyim. Bu tür baskılara karşı birçok eyleme katıldım. Katıldığım eylemlerde de polisin uyguladığı şiddeti öğrendik.
-Gezi sürecinde apolitik olarak suçlanan bu nesil çoğu insana ezberini bozdurdu? 90 nesli gaz yemesine, polisin yoğun saldırısına maruz kalmasına rağmen alanlarda durmaya devam etti. Neydi sizi alanlarda tutan şey? Gezi sürecine nasıl dahil oldunuz?
Gizem: Ben Taşkışla’da okuyorum. Mayıs’tan başlayan bir süreç var, toplanan her 10 kişiye gaz ile müdahale ediyorlardı. Gazdan etkilendiğimiz için fakültemizde bahçede oturamadığımız zamanlar oldu. Şu ana kadar birçok haksızlığa maruz kaldık. Okuduğum okulda 50/d maddesinden dolayı hocalarım gönderildi. LGBT birey arkadaşlarım var, bu arkadaşlarımın gördüğü nefret suçları mevcuttu etrafımda. En son Ali İsmail Korkmaz öldüğünde delice oturup ağladım.
O çocuk bana çok benziyordu. Pink Floyd dinliyordu, Star Wars izliyordu. Ben bundan sonra normal hayatıma dönmeyi ihanet gibi görüyorum. O yüzden de dönüp yukarı baktığımda görüyorum ki bizi temsil eden bir parti-oluşum yok.
Biz gençleri temsil eden kimse yok. O zaman kendi sesimi daha fazla duyurmam lazım.
-Peki Gizem ne yapmalı? Sen neler düşünüyorsun tüm bunların değişmesi için?
Gizem: Devlet uyguladığı şiddetin dozunu artırırken, adalet her gün daha fazla yerini bulmazken, susmamamız gerekiyor. Sürekli olarak bunları tartışmamız gerekiyor ve yereldeki insanları bilinçlendirmemiz gerekiyor. AKP seçmenine bu yaşadıklarımız sağlıklı olarak iletilmedi. Gidip o insanlara yaşadıklarımızı anlatmamız gerekiyor. Gezi süreci bize bu misyonu yükledi. Daha fazla bilgilenmemiz ve etrafımızı bilgilendirmemiz gerekiyor. Bizim geri tutulduğumuz şeyleri tekrar kazanmamız gerekiyor.
-Gezi’de sadece 90′lı nesli değil topyekün bir arada duruş vardı…
Ece: Bizim Gezi’de topyekün bir arada alanlarda durmamız sebebi şu: Biz AKP ile büyüdük. Biz AKP’den başka yönetim görmedik. Benim tüm eğitimimi değiştiren ve kendilerine göre bir sistemle beni büyüten de AKP, şu an benim dekanımı, rektörümü değiştirip kendi yandaşlarını atayan da AKP, hayatımın herhangi bir başka alanında mesela kürtaj yasasından sağlıktaki tüm değişime sebep olan da AKP. Ve biz düşünüyoruz ki bizim bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Biz faşizmi, baskıcı yönetimi AKP ile yaşadık. Gezi sürecinin getirdiklerini ve götürdüklerini konuştuğumuzda herkesin söylediği ilk şey Gezi’nin farklı grupları bir araya getirdiği oluyor.
Geçtiğimiz yıllarda geleneksel sol örgütlerin tavırları insanlara provakatif gelebiliyordu. Bu durumda 90 nesli dediğimiz ve apolitik olarak suçladığımız bu nesil bu grupların arasına girmedi. Fakat Gezi’de 90 nesli bu örgütleri tanıdı. Devlet terörü ile beraber karşılaştı ve beraber Gezi parkı için mücadele verdi. Bir örgütün düzenlemediği bir eylem olduğu için daha bir özgüvenle katıldım bende eylemlere.
Barış: 60’lı 70’lı yıllar tüm dünyada insanların daha politik olabildiği zamanlardı. 80’den sonra kapitalizmin patlamasından sonra 30 yıla yakın bir süre insanlar politik olamadılar. Sistemli bir şekilde örgütlenemediler. AKP iktidarı 11 yıllık süreçte kendi seçmeni dahil her kesime çok büyük yanlış yaptı. Gezi Parkı bu anlamda bardağı taşıran son damlaydı. Gezi parkı bu sürece denk geldiği için ve bu süreçte üniversitelerde okuyanlar 90 nesli olduğu için bu nesil ön plana çıktı. Gezi sürecinde tüm kuşaklar birleşti ve karşı ses oluşturdu iktidara karşı. İleride dönüp tarihe baktığımızda, AKP’nin söylemleri unutulabilir fakat burada yaşanılan polis şiddeti unutulmaz. Burada polis herkese kötü davrandı. Çocuk-engelli-Kürt-Türk-turist ayırmadı. Bu süreçten sonra 90 nesli de politik olacaktır.
Onur: Gezi süreci aslında 1 Mayıs’ta başladı. Mayıs’tan itibaren Taksim gaz altındaydı. Biz örgütlü kesim olarak hep marjinal göründük ve Gezi sürecinde bizimle beraber herkes marjinalleşti. Toplumsallaşma yaşadık. Daha geniş kitlelerle eylem yaptık. Bu açıdan Gezi önemliydi.
-Kendini marjinal olarak adlandırıyorsun; Gezi direnişinde geleneksel sol örgütleri nasıl yorumladın; mesela “biz neden bu direnişe geç dahil olduk” dedin mi?
Onur: Gezi de şöyle bir durumda vardı. Toplumda daha alt tabaka olarak adlandırılan ekonomik durumu iyi olmayan, ezilen insanlar yoktu alanlarda. O insanları bu alan çekemedi. Bu bizimde eksikliğimiz. Örgütlü kesimler benim içinde bulunduğum gruplar da dahil kendi özeleştirisini yapmalı. Biz insanlara demek ki yanıt oluşturamıyoruz. Geleneksel örgütler sokaklarda sloganlar atıyor, afişler üretiyor ama sokakta sahiciliği yok. Dolayısıyla Gezi her iki taraf için de önemliydi: Hem insanlar örgütlü olmanın bilincini kavradı hem de örgütlü insanlar toplumu kapsamaları gerektiğini gördü.
-Peki sen o gelenekselliğin dışına çıktın mı?
Onur: Elbette; normalde eylemlerde mizahla ilgili bir durum olsa kızardım; ama şimdi ben bile “biber gazı oley” demeye başladım. “Gülmek ideolojik bir eylemdir.” sözü var ya, işte insanlar tam olarak bunu gerçekleştiriyor. Polisten kaçarken “hüloğğğ” diyerek kaçan bir nesil bu.
-Örgütler sınıfta kaldı diyebilir miyiz bu süreçte?
Onur: Biz sınıfta kalmadık, çünkü yoktuk. Hepimiz genç insanlarız ama söylemlerimiz eskiydi. Ve o teması yakalayamıyorduk yeni kuşakla. Emek örgütlerini bu kapsamda düşünebiliriz ama. Grev çağrısı yapan örgütlerin kağıt üzerinde bir milyon, iki milyon işçi üyesi var. Alanlara çıktıklarında hayatı durduramadılar. Yurtdışında iş bırakıldığı zaman hayat devam etmiyor. Bir de insanlar örgüt istemiyor diye bir şey dolaşmaya başladı Gezi’den sonra. Hayır, insanlar örgüt istiyor, ama eski örgütleri istemiyor.
-Hükümetin marjinal olarak değerlendirdiği gruplardan rahatsızlık duydunuz mu?
Ece: Ben rahatsızlık duymadım. Bu polis müdahalesi değil, polis saldırısıydı. Bu şu örneğe benziyor aslında: Dağda sana biri saldırırsa bunun karşılığını verirsiniz. Polis size orantısız güç uygularsa da polise taş atmak, banka atmlerini kırmak meşru hale geliyor.
Gizem: İlk başlarda biri taş atsa kırıp-dökse buna karşı olurdum. Fakat olaylar zaman içerisinde o kadar çok kızıştı ki. 31 Mayıs günü Ahmet Şık’ı kanlar içerisinde gördüm. Sonra Lobna’yı gördüm. Polis durmaksızın gaz bombası atıyordu. O taşı atan insanlar bu devlete karşı boş değildi. Belki o en önde taş atan kişinin kardeşi tecavüze uğramıştı ve devlet bunun cezasını vermemişti. Belki cinayetler oldu etraflarında ve adaleti göremedi. Ve kendileri bu adaleti sağlamaya çalıştı. O yüzden zamanla polise taş atma, kırıp-dökme devletin saldırısıyla beraber bende meşrulaştı. Ama şu anda Taksim boşken polise taş atmanın durduk yere mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Zaten bunların ön plana çıkarılması isteniyor, polis saldırılarını tamamen meşru göstermek için.
Barış: Ben bu konuda arkadaşlarımızın tersi yönde konuşacağım. Ben pasif direnişi önemsiyorum. Karşıda polis şiddeti varsa, buna dahiyane yöntemlere karşı koyabiliriz. Molotof kokteyli, taş, sopa ile karşılık vermeyebiliriz. Bu karşı tepkileri anlıyorum. Ama ben yapmam. Çünkü şiddetten bahsedersek devlet bunun çıtasını yükseltebilir ve sizi alt edebilir. Bu yüzden şiddete karşı şiddetle karşılık vermek mantıklı değil. Sen taş attığın zaman, polisi daha çok üstüne çekiyorsun. Ve yanındaki kitlenin hepsi bu polis saldırısına hazırlıklı olmayabilir. Herkes meydanlarda olsun, meydanlardan ayrılmasın ama polise karşı şiddet olmasın. Bu tarz eylem kaybetmeye mahkumdur.
-’Y’ kuşağı olarak adlandırılan 1980-2000 tarihleri arasında doğan bireyler olarak 1980 darbesini görmüş ve devletin acı tarafı ile karşılaşmış aileler tarafından yetiştirildiniz. Gezi sürecinde aileleriniz nasıl baktı sizlere? Devletin o acı tarafı ile sizin karşılaşmanızdan korktular mı?
Gizem: Benim babam astsubay. Babamla en basit siyasi konuyu konuşmaya kalktığım zaman babamdan “sanane kızım, sen bunlarla ilgilenme” derdi. 80 darbesi ile ilgili soru sorduğumda benim için çok erkendi, Marks’ın kitabını aldığımda da… Böyle bir korku ortamı yaratılmıştı etrafımda. Ben 28 Mayıs tarihinde Gezi’ye geldiğimde, babam bana “gitme” demişti. Sonrasında da Gezi’deki fotoğraflarımı görüp “seninle gurur duyuyorum kızım” demeye başladı. Ben bu süreçte babamı da tanımaya başladım.
-Babanla geçmişteki ilişkini bu süreçte sorguladın mı?
Gizem: Babamın çok ulusalcı biri olduğunu ilk kez hissettim. Asker arkadaşları ile muhabbet ederlerken beni hep geri ittiğini fark ettim. Bana gazete oku derlerdi hep. Ama ben onların okuduğu gazetelerde bir şey bulamazdım. Benim düşüncelerimi yansıtmıyordu onlar. Bu yüzden de apolitik yetiştiğimizi düşünüyorum.
Ece: Ailem beni apolitik yetiştirdi fakat onlar da apolitikti. Ailemle konuşmaya çalıştığımda sağlıklı iletişim kuramıyordum. Benim için politikleşme süreci üniversiteye gelince başladı. Gezi sürecinde ise ailemle olan bu sert durumum devam etti. Gezi direnişi olduğu zaman annem buradaydı.
31 Mayıs günü alana gizlice çıkmıştım. Annem bunu anladığında arayarak geri dönmemi tavsiye etmişti. Bundan sonraki günlerde çıkmaya devam edince anlaşamamaya başlamıştık. Ama fark ettim ki ben alanlara çıkma gerekliliğimi adam akıllı oturup anneme anlatmamışım hiç. Birkaç gün sonra annemle konuştum bu konuyu. Televizyonlarda yalan söylendiğini, Gezi Parkı’nın bir mücadele sonucu halka bırakıldığını vs. Ve belli zamandan sonra annem bana “tamam çık ama dikkat et” demeye başladı. Çok ilerleyemesek de o kıvılcımı yakaladık. Bundan sonra daha rahat olacağını düşünüyorum.
Barış: Olaylar başladığında hasta olduğum için katılamamıştım. Direkt Gezi Parkı içerisindeki o hayata dahil oldum. Daha önce hiç internetten takip etmemiştim ve kafamda bir görsel yoktu. Buraya gelince buradaki ortamı, barikatları, tanıdıklarımı gördüm. Ben evde hasta yatarken, tencere-tava havası bizim orada da vardı. Gezi Parkı’na gitmeye kalktığımda benim ailemden “ne işin var orada” diye tepki aldım. Düşünebiliyor musunuz ki yıllarca sola oy veren ve sol birleşemiyor diye dert yanan insanlar Gezi Parkı sürecinde çocuklarına “ne işin var orada” diyebiliyor. Gezi’ye ben gelemiyorsam kim gelecek buraya. Buraya benim gelmem gerekiyordu zaten, ailemin değil.
-Burada oluşan komün yaşamı gördükten sonra bu klasik ailevi söyleme nasıl baktınız?
Ece: Öğrenci olmak aslında dinamik bir beyin demek, cesaret demek. Herkesin mesleği önemli, bir yandan mesleki mücadele verirken diğer yandan da direnebiliriz. İktidar da ailelerin bu argümanını destekliyor. 22 yaşında üniversiteden mezun olduğunda eğer hiç siyaset konuşmadıysan o yaştan sonra bunun düşünce yapısını oluşturman mümkün değil zaten. Hukuk fakültesinde okuyorum. Hakim ya da savcı olacağım. Bu aşamada bile ben hakim ya da savcı olmak isterken mülakata giriyorum ve beni kadrolaşmış bir ekip mülakata alıyor. Adaletsizlik de burada başlıyor. Kimi insan bu mülakatları düşünerek sessiz kalmayı yeğliyor ve daha sonrası nasılsa yargılarım, sesimi çıkarırım diyor. Ama susmaya sessiz kalmaya alışanlar, mevki sahibi olunca da kim güçlüyse onun tarafında saf tutuyor. Varsın ben hakim-savcı olmayayım ama hukukçu olarak daha taze iken karşı çıkayım, bana kalırsa bu önemli.
Gizem: Ben mesleğimi seçerken “beni yönetecek bir patron istemiyorum” diye endüstriyel tasarım bölümünü seçtim. Ama benim ailem katalogları eline alıp bütün tıpları işaretlemişti. Ben düşünüyordum ki beş bin TL maaş almayayım ben. Hiçbir zaman mesleği elime alayımda öyle gireyim bu işlere diye düşünmedim. Çünkü mesleği elime aldığımda her şey için çok geç olacak. Para için meslek seçenler var örneğin. Onların yaptıklarını onaylamıyorum. Şu an doktorluk para için seçiliyor. Ali ismail’e bakmayı reddeden doktoru nasıl benimseyebilirim. Mümkünse o doktor bakmasın bana.
Barış: Gezi Parkı’na gelenler içinde beyaz yakalı olarak adlandırılan; gündüz çalışıp akşam Gezi Parkı’na gelen insanlar vardı. İkisini bir arada yapabiliriz. Şuan da kapitalist sistemde yaşıyoruz. Biraz da bu sistemin içerisinde iyi yerlere gelmemiz gerekiyor. Kritik noktalarda her mevki de iyi yetişmiş insanların, beyinlerin olması gerekiyor. Şuna inanıyorum ki, sokakta durmak, boy göstermek çok önemli, bunu yapıyorlarsa bence diğer kısma takılmamalıyız. Buradaki parasız yaşam insanlara böyle bir yaşamın olabileceğini gösterdi. Mücadeleyi, kapitalizmi yıkmak için yapmalıyız.
-Gezi Parkı, kapitalizmi yıkmak için göz kırptı mı?
Gizem: Kapitalizmi şu an yok etmemiz imkansız bence. Ama belli ufak adımlar var. Farklı yollarla bunu zorlayabiliriz. AVM boykotu, süpermarket boykotu gibi. Geneli en aşağıdan başlayarak sarsabiliriz.
Ece: Bu küçük adımlarla yapılabilecek bir şey. Buradaki yaşam zaten “hadi kapitalizm yıkılıyor” diye bir algı yaratmadı elbette. Ama ileride olacaksa Gezi bunun en önemli ayaklarından biri olarak görülecek.
Barış: Kapitalizme sahip çıkmış bir parti tarafından yönetiliyoruz. AKP hep “durmak yok yola devam” sözü ile insanlarının gözünü boyadı. Fakat AKP’nin de ekonomik büyümesinin sonu geliyor. IMF’ye borcumuz olmayabilir ama bir çok kanala bir trilyona yakın dış borcumuz var. Önümüzde seçimler var. Gezi süreci bu yüzden çok önemli. Çok şeyin değişeceğini umuyorum.
Onur: Ben ateist olarak burada mescidi savundum. Gezi süreci şunu gösterdi ki bizi birleştiren bayrak ve din değil, bizi birleştiren burada verdiğimiz mücadele.
-Genel bir değerlendirme alırsak Gezi sürecinin nereye varacağını düşünüyorsunuz? Bu süreç farklı şeylere evrilir mi?
Onur: Eylemlerde de şöyle bir hava oluştu. Bazı insanlar çatışmayı duyunca eyleme geliyor. Onlar için bu eğlenceye dönüştü. Bu da kitlenin azalması ile beraber hükümet tarafından kullanılıyor. Polis direkt eylemcileri ara sokaklara dağıtıp, esnafla baş başa bırakıyor. Ve insanlar bundan yorulmaya başladı. Bunun bir yere evrilmesi lazım. Forumlar önemli bu konuda.
Forumların yerel meclislere dönüşmesi gerekiyor. Çünkü insanlar TBMM’ye temsilci gönderdiğinde hiçbir şey olmadığını gördü. Önümüz kış ve bu forumlar bu şekilde devam edemeyecek. Ve forumlar evrilmezse yavaş yavaş ses azalacak. Bundan kaçınmak gerekiyor. O yüzden şimdiden kışın planlanması gerekiyor. O yüzden geleceğe dair umutluyum fakat çekincelerimde var.
Gizem: Gezi’de bilinçlenme olgusuna bir adım daha yaklaştığımızı düşünüyorum. Fakat şu an alanlardan çekilmeye anlam veremiyorum. Forumlar bana kalırsa da önemli. Benim İzmir’de katıldığım ilk forumlar gayet iyiydi. Forumlarda anlamlı şeyler konuşuluyordu ama belli bir zaman sonra toplu terapi halini almaya başladı. Hiçbir karar alınmadan evde oturmayı içine sindiremeyip foruma gelen insanlar olarak toplu terapi yapıp evimize dönüyorduk. Forumlar amacına uygun gitmeli. Bir de örneğin ben Çorum’luyum ve bunun oradaki insanlara da yayılması gerektiğini düşünüyorum. Şu an oralar için ne yapabilirim derdindeyim. Biz ve onlar diye ayrıldık. Onlara ulaşmamız gerekiyor. Bununla ilgili bir sözcü beklememeliyiz artık. Biz halk olarak “ne yapalım ne yapmalıyız”ı her ortamda dillendirmeliyiz diye düşünüyorum.
Ece: Bende nereye gider konusunda forumları önemsiyorum. Kocamustafapaşa forumundaydım. Forumlar dertleşme pozisyonuna düşmemeli bence de. Önümüz kış bu büyük bir sorun. Gezi olayı da 3-5 ağaç meselesi değil. O yüzden her konuya değinmemiz gerekiyor. Kocamustafapaşa formu olarak dernekleşmeye düşünüyoruz örneğin, bunu gündemimize aldık konuşuyoruz. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” demek gerekiyor. Her eylemde Taksim’e gidelim kafasından biraz kurtulmamız lazım bu ara. Kendi mahallerimize, kendi oturduğumuz çevreyle ilgilenmemiz gerekiyor. Sorunun temeli buralar.
Barış: Gezi bir kırılma noktasıydı. Çatışmaların-eylemlerin şu an devam etmesini bekleyemeyiz. Sonsuz çatışma diye bir şey yoktur Ortadoğu hariç. Önümüzde seçimler var. Ben çok umutluyum seçimlerden. Romantik ve ütopikte olsa hayat meclis dışında yürümüyor. Bu iradenin dışında yürümüyor. Bunu belirtmemiz gerekiyor. Yeni parti kuralım demiyorum, mevcut partilerden birini de ön plana çıkarmıyorum fakat Gezi zihniyetini mümkün mertebe de taşıyacak siyasi oluşumlar ve siyasiler gerekli. Sandıklara da sahip çıkmamız gerekiyor. Gezi hareketi sandıkta kendini göstermeli. Forumların kış aylarında da devam etmesi gerekiyor. Bu hareket kolay kolay unutulacağını zannetmiyorum. Halk gördüğü devlet şiddetinin er geç hesabını soracaktır. Bu zulüm sürekli devam edemez. İlla ki son bulacaktır.
-Gezi sandığa yansır mı?
Gizem:Yansıyacaktır. Ama ben kendimi çok kötü hissediyorum. AKP’nin oyu %35’e düşsün mesela. Sevineceğimi düşünmüyorum. Gezi’ye katılan bir grup insan da şu an seçimlerin gelmesini bekliyor ve alanlardan çekildi. Gezi’de insanlar niye öldü neden alanları bıraktılar anlamıyorum.
Ece: Bence seçim odaklı düşünmemeliyiz. Oy kullanmak çok şeyi değiştirseydi bize böyle bir hak verilmezdi. Bu söze inanıyorum. Yeni bir lider, iktidar oluşturmak bizi başa döndürecektir. Bizim yerimize karar alacak birilerini yaratmaktan ziyade halkın kendi kararlarını alacağı oluşumların peşinden gitmeliyiz. Bence kime oy vereceğiz değil, neyin kararını nasıl veririzi konuşmalıyız.
Barış: Sistemi değiştirmek gene sistemden geçiyor. Buna mecburuz diye düşünüyorum. Gezi sandığa yansır diye düşünüyorum. Kurtuluş “hala” sandıkta.
Onur: YSK’nın sitesine baktığımızda 7 milyon insan oy kullanmıyor. 22 milyonun verdiği oyla yönetiliyor Türkiye. %50 dediğimiz bu. Seçimlerden daha önemli bir şey var bence. Gezi’yi oluşturan kitle bölünmemeli. Medya kitleyi bölmeye çalışan yazılar yayınlıyor. Forumlarda da bazen bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Bayrak kavgası çok yaşandı gezi sürecinde. Bazı insanlar burayı meşrulaştırmak için Türk bayrakları ile geldi.
Gülşen İşeri-Soner Çetin
19 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız;insanhaber.com