Başka Haber: Beş Engel – Hasan Cömert

good-night-and-good-luck

Lars Von Trier 2003 yılında çektiği belgeseli Beş Engel’de (De fem benspaend) en sevdiği yönetmen Jorgen Leth’in sınırlarını zorlamak için bir proje geliştirir. Projeye göre Leth, Perfect Human adlı kısa filmini Trier’in koyduğu 5 engelle yeniden yeniden çekecektir. (Küba’da, set kullanmadan çekmesi, animasyon olarak çekmesi gibi engellerle) Mükemmelliyetçilik, baskı, hayal gücü gibi birçok kavram üzerine düşünmeye sevk eden film sinemasal çerçevenin dışında aslında başka disiplinler ya da çok farklı alanları da kapsayan bir yeniden okuma biçimine de imkan tanıyor.

Kısıtlama ve engellerin yaratıcılığı artırdığı her zaman söylenir. Hatta bu konuda sayısız somut örnek olduğu için bunu ‘kesin bilgi’ olarak kullanmak çok da yanlış olmaz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Gezi direnişinde ortaya çıkan mizah ve protesto biçimleri hala tazeliğini koruyor. Ya da diğer Occupy hareketleri, Mısır’daki direniş, sosyal medyanın özellikle Twitter’ın işlevi… Ya da yasak ve yaratıcılık dendiğinde akla ilk gelen örneklerden İran sinemasına bakalım, hem sinemacıların çalışma koşulları, hem de içerik olarak önlerine çıkan yüzlerce duvara karşı dünya sinemasının en önemli duraklarından biri olan İran’da yönetmenler başka anlatım yolları yaratmayı başardı. (Elbette İran sinemasını salt yasaklara bağlamak gibi bir hataya da düşmemek gerekir) Birçok önemli keşiften tarihi olaya kadar örnekler çoğaltılabilir fakat bu teori her koşulda işler diye bir sonuç da çıkarılamaz maalesef. Öyle olsaydı Türkiye’de gazetecilik bunun için en ideal alan olabilirdi.

Türkiye’de medyanın önündeki engeller medyanın var olma biçimi haline gelmiş vaziyette. O yüzden iktidarlar tarafından koyulmuş onlarca engel de sistemin işleyişini sağlayan parça görevi görüyor.  Başka örneklerde olduğu gibi yasaklar yeni alternatiflere, imkanlara yol açmıyor gazetecilikte. Her çalışanın kanıksadığı, memurlaşmasına yol açan bir sistem söz konusu. Şu andaki iktidarın bunu çok ileri(!) bir seviyeye taşımasıyla gazeteciliğin yapılamaması meselesi hiç olmadığı kadar konuşulmaya başlandı. Ancak, henüz bir şey değişmediği gibi her istifa eden, işten atılan da (özellikle ünlü isimler) hikayeyi kendisinden başlatmaya çalışıyor. Engeller ise kaya gibi durmaya devam ediyor.

1. Engel: Gazetecilik yapmayacaksın

”İletişim yalnızca gazetecilere ya da onu meslek edinenlere ait değildir. Herkese aittir. O yüzden, demokrasi ve insanlığın bir faktörü olarak kalması gerekir.” (Dominique Wolton)

Gazetecilik yapmadan gazetecilik yapmak. Kulağa çok eğlenceli geliyor! Paranoyakça hatta psikopatça ama istenen bu. (İlk engel bu olunca gerisi teferruat gelebilir hatta.) Araştırmak yok, sorgulamak yok, etik diye bir şey olmasa da olur. 5N1K tedavülden kalkalı epey bir zaman oldu. Peki gazetecilik nasıl oluyor? Sözlük anlamı gibi basit bir şey düşünülebilir. Bir gazetenin, derginin çıkmasında, internet sitesinin güncellenmesinde, televizyondan yayın yapılmasında görev almak. Bir robot gibi. Sadece söylenileni yapmak. Doğru bilgi verip vermemek hiç önemli değil. Gördüğün bir yanlışı söylemen, düzeltmen çalıştığın kurumun çıkarları ve kirli ilişkileriyle doğrudan orantılı. ‘Gerçek’ bir haber yapmak istemen de keza öyle. Direnebildiğin kadar direnebilirsin, elinden geleni yapabilirsin ama sonuçta yukarıdan aşağıya verilmiş ültimatomlar ve çoktan alışılmış kurallar vardır. Özetle çürümüşlük. Ve o kadar değişmiyoruz ve sorunluyuz ki gazeteciliği kavramsal açıdan (Ticari gazetecilik, partizan gazetecilik, objektiflik, toplumsal sorumluluk, kimin için, nereye kadar özgürlük gibi…) tartışmak kahve muhabbetlerine dönmüş vaziyette.

2. Engel: Özgür değilsin

”Onlar kör ve daha da kötüsü işbirlikçi” *

İlk engelin ikinci engeli kapsadığı düşünülebilir ancak ‘gazetecilik yapmayacaksın’ demek daha çok işin operatörlüğe dönüştürülmesini, copy-paste mantığına indirgenmesini ve memurlaşmış olmayı ifade ediyor. Hem de sanıldığı kadar geniş bir anlam da barındırmıyor. Yani, ikinci, üçüncü hamlelerle gazeteciliğin gerçekten yapılamaz hale getirilmesi gerekiyor. Bunların başında da elbette sansür- oto sansür mekanizması geliyor.

Bu konuda yeni bir şey söylemek imkansız. Yüzyıllık bir sorun. Bu kadar kutsalı olan, geçmişi böylesine kirli bir ülkede sansür her zaman kurtarıcı oldu güç sahipleri için. Bu AK Parti’den önce de böyleydi elbette. İş adamlarının medya sahibi olduğu yerlerde kaçınılmaz belki ama bu kadar alternatifsizliğin bir patlama yaratması, yeni oluşumlara itici güç etkisi yapması beklenebilirdi en azından, olmadı. Şu anda ana akım medyanın hali içler acısı. İzin olmadığı için yapamadıkları yüzlerce haberin utancını yaşamadıkları gibi haber yapmalarına izin verilen herhangi bir olayda (Endonezya’da deprem, Mısır’da katliam vb.) gazetecilik heyecanına kapılabiliyorlar. Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir haberi önce belediye başkanının basın danışmanına gönderen ve onay alan haber müdürü var bu ülkede. O bile kendisine gazeteci diyor, heyecanlanabiliyor mesela. İktidar yanlısı medyanın durumu ise tek kelimeyle vahim. Sansür uyguladıkları olaylarda bile haberin sansürlendiğini kabul etmeyecekler kadar komikler. Uludere katliamını veremiyorlar ama o zaten katliam değil ki diyebiliyorlar. Şuur hep kapalı. ‘İzinle haber yapabiliyorsan kendine nasıl gazeteci diyebiliyorsun’ diye soran bir yakınları vardır diye umuyoruz en azından! Yoksa 7 gazete aynı manşetle çıktığında bir tanesinin bile bunu anormal karşıladığını sanmıyorum.

Öte yandan bağımsız görünen çoğu gazete, tv kanalının bile bir yere, gruba, partiye göbekten bağlı olduğunu biliyoruz. Editöryal seçimlerin ötesinde belirli bir zümre hakkında haber yapma yasağı var ise ve bu ‘haklı nedenlerle’ içselleştirilmişse bağımsız bir gazetecilikten bahsetmek nasıl mümkün olacak? Soru işaretleri hep havada kalıyor…

3. Engel: Yanlış hayatı doğru yaşa

”Medyanın ifade özgürlüğü yüksek düzeyde var deniliyor ama siz medyayı şovenist bir kültür içinde kendi istediğiniz gibi biçimlendirirseniz böyle bir özgürlükten bahsetmenin anlamı olmaz.” (Noam Chomsky)

Yapının kendisi o kadar mükemmel kurulmuş ki, kişisel hakaretten nefret suçu işlemeye kadar her şey serbest. Basın Konseyi gibi ne işe yaradığı meçhul kurullar dahi denetim mekanizması neredeyse yok. Atış serbest.

İktidara destek veren ve iktidarın sahibi olduğu medyayı analiz etmeye bile gerek yok. Onlar sorgusuz sualsiz inanan cinsten. Biz de saygı gösterip daha fazla sorgulamayalım o tarafı! İktidara muhalif olan gazete, televizyon ve haber portallarına baktığımız da ise ortada daha ciddi bir durum var. Aslında tekil olarak örnekler gayet standart duruyor ama yelpazenin tamamı büyük bir ‘error’ veriyor. Bir- iki tanesini ayırırsak muhalif medyanın büyük kısmı ulusalcı-militarist bir çizgide seyrediyor. Tek muhaliflikleri bu iktidara yönelik. Başka iktidar alanlarına karşı çıkmak gibi bir duruş görmek imkansız. Daha da korkuncu ülkenin doğusuna ya da gündelik yaşamdaki ötekilere iktidar penceresinden bakmaları. Erkek egemen dilleri nefret kusuyor. Rahatlıkla Kürtlere, Ermenilere, Rumlara ya da eşcinsellere hakaret edebiliyor, ayrımcılık yapabiliyorlar. Bırakın etik hatta insani kaygıları, faşizan, şovenist dili normalleştirdikleri için linç etmeye kadar varan bir yayın anlayışı yerleştirdiler zihinlere.

4. Engel: Haklarını boşver 

En umursanmayan mesele… Hemen hemen her sektörde var olan bu sorun medyada sorun olarak bile görülmüyor. Sermaye-iktidar ilişkisinin en sert davrandığı alan ve bu sertliğin istenen sonucu verdiği de bir gerçek. Hak aramak zaten bildiğimiz bir şey değil. Öyle olsa bu kadar işçi ölümünün bir infial yaratması beklenirdi. ”Maaşlarımızı alamıyoruz” ile ”sigortam yatıyor mu” arasında gidip gelen bir hayat.  Medyada çoğu şirket için maaşları vermemek, geç ödemek bir alışkanlık zaten. Düzenli maaş ödenen yerlerde ise hep aynı bilgi pompalanır. ”Daha iyisi yok, bakın bu şartları bulamazsınız, bu devirde iş bulmak zor” gibi cümleler birçok çalışanı atılana kadar yıllarca tutan ve haklarını aramaması için koltuğuna mıhlayan sistemin bir parçası sadece. Sendikalı olmaya uzaydan gelen bir teklifmiş gibi bakılması da. Bunda sendikaların işleyişinden işlevselliğine kadar sorunlarının olmasının payı büyük ama bu konuda gazetecilerin hiçbir şey yapmaması daha korkunç değil mi? Basın İş Kanunu yokmuş gibi, 212′li olmak günahmış gibi…. Sendikalı olmak zaten yasak. Centilmenlik Anlaşması her zaman çok satanlarda. Dahası az kişiyle çok iş mantığı işletildiği için çalışanların sürekli mobbinge maruz kalması hem bir sonuç hem de gazeteci ve gazeteci adaylarını giderek kişiliksizleştirmeye zorlayan bir başka neden. Bir yurtdışı kıyaslaması yapmak gerek belki de ama inanın moral bozucu bir fark var ortada. Çünkü, bırakın gazeteciliği insandan sayılmakla sayılmamak arasındaki fark karşımızdaki….

5. Engel: Ben şahsen bizzat kendim

Bütün engellerin sonucu mu yoksa her şeyin başlangıcı mı bilmiyorum ama bu ülkede gazeteciliğin yapılamamasının önündeki en büyük engel kesinlikle gazetecilerin kendisi. İşin bu kadar kutsallaştırılmasından her işin ortasına gazetecinin kendisini koymasına, egoların  çarpışmasından kendini inşa etme tutkusuna kadar bitmeyen bir liste. Her gazeteci mağduru oynamayı biliyor fakat sorunu tespit ederken kendisine hiç pay çıkarmamayı da beceriyor bir şekilde. Bu ülkede gazetecilik ne zaman gerçekten yapıldı ki? Kürt basını başta olmak üzere yıllardır gazeteciler hapiste değil mi? Yıllarca postal temizleyenler şimdi iktidar yanında değil mi? Köşe yazarlarının konforlu hayatıyla ‘sıradan’ çalışanların dertleri iki ayrı dünya değil miydi hep? Bu sebeple köşeleri, röportajları ağlama duvarına çevirmektense ne yapılacağı  üzerine kafa yorulması anlamlı olabilir belki. Yeni bir köşem olsun, maaşım olsun, geçim derdi diye geçici kişisel çözümler değil gerçekten yapılacaksa eğer gazeteciliğin yapılabilmesi için yeni imkanlar yaratmak mesele.

Hikaye ben veya sen işten çıkarıldığımızda, atıldığımızda başlamıyor. Hikayenin öznesi herhangi bir gazeteci değil. Yazılmış bir hikaye var. Sorun bu hikayeyi gerçekten bozmak istiyor musun istemiyor musun?

Hasan Cömert
https://twitter.com/hsncomert

* Costa Gavras’ın 1969 tarihli Z (Ölümsüz) filminden.
** foto: Good Night, and Good Luck. (2005) adlı filmden bir kare.

Hasan Cömert
16 Ağustos 2013
Kaynak; baskahaber.org