Gezi Hareketi üzerine en çok yazan yazarlardan biri de siz oldunuz. Aslına bakarsanız bir Gezi söyleşisi değil Orta Doğu söyleşisi yaptığımız göz önüne alınırsa Orta Doğu’da bu dönemde alacağı tutum en etkili olan gruplardan biri Kürtler…
İlk sorum şu olacak: Kürt hareketi gerçekten burjuvazinin denetimine girdi mi? Yoksa hareket içerisinde burjuvazinin eğilimleri hareketin devrimci pratiğinden daha mı çok gündeme geliyor? Açlık grevlerindeki kararlı tutum, örgütlü gençler, her gün gerillaya katılımın artması dahil olmak üzere Kürtler’in mücadele pratiğinde sizi rahatsız eden nedir?
Ulusalcıların barış sürecini hedef alan tutumuyla arama net bir ayrım koymam gerektiğini belirterek başlayayım. Barış, Kürt hareketinin uzun yıllardır savunduğu bir durumdu ve sonunda, en azından Türk devletinin egemenlerinin “barış süreci”ni telaffuz ettiği ve sorunu görüşmeler yoluyla çözmeye yöneldiği bir duruma gelindi. Ayrıca son derece somut bir olgu var önümüzde. Lice’de Medeni Yıldırım’ın karakoldan açılan ateş sonucunda öldürülmesi dışında, herhangi bir ölüm olayı yok aylardır. En azından akan kanın durması bile bir kazanım olarak görülmelidir.
Bu böyle olmakla birlikte, Kürt hareketinin, daha barış süreci başlamadan önce başlayan bir başka olumsuz yönelime girdiğini de tespit etmek gerekir. Bu da Kürt burjuvazisinin Kürt ulusal hareketi üzerindeki artan etkisidir. Silahlı mücadele elbette iyi bir şey değildi ama bu mücadele aynı zamanda Kürt hareketine plebyen bir karakter de kazandırmıştı. Canından başka verecek bir şeyi olmayan fakir Kürt köylü gençleri ve kadınları ister istemez ön plana çıkmıştı. Ne var ki, barış süreci silahı geri plana iterken bildiğimiz temsili demokrasi oyunlarını ön plana çıkarttı. Bu, fakir Kürt köylüsünün geri plana itilmesi, Ensarioğulları gibi Kürt burjuvalarının ön plana çıkması demektir. Artık silah değil oy konuşacaktır madem, o zaman fakir Kürt köylüsü eski yoksul hayatına dönecek, Kürt burjuvazisinin sermayesi konuşacaktır. Temsili demokrasi denen şey, sermaye sahiplerini ön plana çıkarır kaçınılmaz olarak. Ki, bu Kürt burjuvazisi aynı zamanda AKP yanlısı burjuvaziyle yakın bağlara sahiptir. Sırrı Sakık’ın çıkıp Bülent Arınç ağzıyla Gezi hareketini suçlaması bunun açık göstergesidir.
Demir Küçükaydın ”Kürt hareketini eleştirmek ama nasıl?” başlıklı bir yazı yayınladı geçtiğimiz günlerde ve içinde bulunduğu durumu şöyle ifade etti: ”Yani Türk devletinin egemenliğine karşı mücadelesinde ben Kürtleri niye Amerika’ya yaslanıyorsun diye eleştirmem. Bu onların hakkıdır. Ben egemen ulustan bir insan olarak yenilgici bir tavır içinde olmalıyımdır; onların bu hakkını savunmalıyımdır. Eleştirim ancak bu hakkın kullanılmasının somut biçimlerinin gerçekten onların üzerindeki baskıyı kaldırmaya hizmet edip etmediği noktasından olabilir. Ama bu hak bakidir.” Bu biraz da Foucault’nun entelektüel tanımında halk hareketlerine dair kurduğu anlayışla benzeşiyor. Siz Küçükaydın’ın bahsettiği hakim ırkın eleştirisini saklı tutma anlayışına karşı mısınız? Karşıysanız neden?
Demir Küçükaydın kendini hâkim ulustan görüyor olabilir ama bu benim için söz konusu değildir. Benim ulusum falan yok. O yüzden de eleştirilerimde kendimi saçma bir şekilde sınırlamam da söz konusu olamaz. Pozitif ayrımcılık, aslında pozitif ayrım yapılan özneyi küçük görmenin ürünüdür.
Bu konuda son olarak şunu sormalıyım, BDP son seçimlerde blok vasıtasıyla solla ciddi anlamda birlikte çalıştı, sol içerisinden vekiller çıkarması bir yana birçok sol-sosyalist-anarşist katılımcı HDK üstünden artık Kürt siyasetiyle dirsek temasında. Sizce yakalanan bu ortaklığı Kürt hareketi itti mi? Ya da ittiyse bu nasıl gerçekleşti?
Ben bu tür politik ittifaklara, dolayısıyla ayak oyunlarına net bir şekilde karşıyım. Bu, benim dünyamın dışında bir dünyadır. Zaten Gezi Hareketi, bu tür politik platformların geçersizliğini ve saçmalığını pratikte göstermiştir. HDK, bir destek örgüttür. Belki olumlu işlevleri de olmuştur ama bir anarşist bu tür politik platformlarda anarşist kimliğiyle yer alamaz kanımca.
Rojava’da özerkliğin gündemde oluşu ve Suriye’nin mevcut durumu içerisinde Kürtler’in Türk hükümetine yakın gruplara karşı aldıkları tutum konusunda ne düşünüyorsunuz? Örneğin PYD Eş başkanı ‘devlet kurmak istemiyoruz’ dedi ama Türkiye’nin karışmasını istemiyoruz diyerek de ekledi. Her geçen gün daha çok PYD savaşçısının öldüğü haberi geliyor. Bunu Orta Doğu için olumlu bir damar olarak görüyor musunuz?
Her türlü emperyalist ve yerel güç oyununun üstelik silah yoluyla oynandığı bir cangıldan asla olumlu bir şey çıkmaz. Suriye, korkunç bir dramdır ve bunun baş müsebbibi de emperyalist batı ile Türkiye devletidir.
Mısır’da darbe ciddi bir mobilizasyon ve sokak hareketliliğinin Mursi’ye karşı oluşmasını takiben gerçekleşti. Mursi’ye karşı olanlar neden rahatsızdı ve örneğin Gezi’deki ‘endişeler’ ile Mısır’dakiler arasında bir bağ kurulabilir mi?
Ben genellikle gelişmeleri uzaktan ve kuşbakışı incelemekten yanayım. Ayrıntılara fazla inerseniz ayrıntılar sizi boğar ve tabloyu görmenizi engeller. Bence Mısır’da devrim, Mübarek diktatörlüğüne karşı başladı, İhvan diktatörlüğüne karşı devam etti ve bugün de ordu diktatörlüğü ile karşı karşıya gelmiş bulunuyor. Mısır devriminin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı bu üçüncü raundun sonuna göre belli olacak. Ya devrim orduyu dağıtacak ya da ordu devrimi bastıracak.
AKP için ciddi bir kriz dönemi oldu. Erdoğan’ın kabinede, belediye başkan adaylıklarında ve vekil seçimlerinde değişikliğe gideceğini öngörüyor musunuz? Örneğin yıllardır ‘ertelenen’ başörtülü adayın ideal bir noktadan vekilliğe aday gösterilmesi sizce bu seçimlerde mümkün olacak mı?
Bu sorulara benim yanıt vermem mümkün değil, çünkü temsili demokrasiyle ilgilenmiyorum. Temsili demokrasi, yani sandık, halkların sandukasıdır, ölümüdür. Gezi hareketinin büyüklüğü buna son vermiş olmasıdır. Artık temsili demokrasi dönemi bitmiş, doğrudan demokrasi dönemi başlamıştır. AKP diktatörlüğünü çıldırtan da budur zaten. Temsili demokrasiyi kabul ettiğiniz zaman “seçimle gelmiş” iktidarın yasalarına ve emirlerine de boyun eğmek zorundasınız. Örneğin bu iktidar Taksim meydanını yürüyüş ve gösterilere kapatmışsa, onun gösterdiği Kazlıçeşme’de gösteri yapmak zorundasınız. Gezi isyanı bu duruma fiilen son vermiştir. Halk, iktidardan ve valisinden izin almadan kendi özgürlük alanlarını yaratmaya muktedirdir ve zaten özgürlüğün bundan başka yolu yoktur. En büyük tehlike, yeniden seçim oyunlarına katılmak olur. Seçimler ve oy faşizme hizmet ediyor. Tamamen reddedilmelidir. Halk doğrudan eylem yoluyla kendi özgürlük alanlarını yaratarak diktatörlüğe karşı ikili iktidar durumu yaratmalıdır.
Sarphan Uzunoğlu
20 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; soldefter.com