Hekimedya: Revirlerde Tanıştılar, Gezi’de Evlendiler

Nuray Çokol ve Özgür Kaya, Gezi Direnişi sırasında revirlerde tanıştı ve Gezi Parkı’nda evlendi. Sağlığın bir ekip işi olduğunu ve ekip halinde her sorunun çok kolay çözülebileceğini revirlerde gördüler, deneyimlerini HekiMedya ile paylaştılar: Revirlerde ast-üst ilişkisi yok, herkes eşit ve herkes bir ekip…

gezi-nikahi

Gezi Parkı’nda evlendiniz ve revirlerde tanışmışsınız. Gezi Direnişi süresince sağlıkçıların çalışmaları herkesin dikkatini çekti ve birçok revir kuruldu, bize revirlerden bahsedebilir misiniz?

Nuray: 31 Mayıs sabahı saat 4’te ayrıldım Gezi Parkı’ndan evime gitmek için. Gezi Parkı’na 600 metre uzaklıktaydı evim, annemle beraberdik. Bir buçuk saat sonra Gezi Parkı’ndan atılan çocuklar direk bizim tarafa Harbiye, Elmadağ tarafındaki ara sokaklara kaçtılar ve bağırmaya başladılar çığlıklarla: “Gezi Parkı’nı yakıyorlar, yıkıyorlar kurtarın, bizi dövüyorlar.”

Biz de pijamalarla, terliklerle sokak ahalisi olarak, halk olarak indik aşağıya ve çocuklara destek olduk. O gün itibariyle Taksim’e girene kadar benim evim revirdi, annem evde başhekimdi.

Doktor mu annen?

Hayır annem ev hanımı ortaokul mezunu. Annem eve gelen sığınmacılara çay ve yemek servisi yaptı ben de hastaları iyileştirmek için elimden gelen ne varsa yapmaya çalıştım.

Sonra tabii annemin kaygıları var, evladını dışarı bırakmak istemiyordu. Anneyi gönderdim ve Gezi Parkı’na gittim. İlk bulduğum revire girdim “ben hemşireyim ve gönüllü olarak burada çalışmak istiyorum” dedim. Oradaki arkadaşlar da hemen kucak açtılar. “Elemana ihtiyacımız var, hemen şu işe başla” dediler.

Hangi revirdi bu?

Biz orta revir diye adlandırıyoruz, Gezi Parkı’nın ortasında, Gezi Parkı’nın metro çıkışının bulunduğu yerdeki revirde çalıştık gönüllü olarak. Yukarıda büyük bir revir vardı, biraz daha Taksim’e yakın olan bir revir vardı. Onlarla irtibat halindeydik sürekli ve bir tane de Divan Otel tarafında bir revir vardı. Gezi’deki revirler bunlardan ibaretti. Biz ortada olduğumuz için -o stratejiyi Özgür daha iyi biliyor revirin koordinasyonunu yapıyordu, yani oradaki insanların güvenliği, can güvenliği, ihtiyaçları ve oranın organizasyonu biraz Özgür üstlenmişti- revirin biraz stratejik bir yeri vardı.

Özgür: Gezi Parkı’ndaki en stratejik noktadaydı öyle söyleyeyim. Revirlerin bir tanesi çok kenardaydı. Müdahale anında dağılıyordu herkes, insanlar aşağı doğru kaçışıyordu ve buluştukları ilk nokta bizdik. O yüzden stratejik bir nokta olarak nitelendiriyorum. O yüzden polis birkaç defa bastı burayı dağıtmak için. O revir oradan yok olduğu an, oranın sağlık güvenliği anlamında insanlar güvensizlik duygusu yaşayacaklardı. Oradan gitmek isteyecekler, aileleri çıkarmak isteyeceklerdi o yüzden stratejik önemdeydi ve bütün iş bizdeydi.

‘O tekmeyi sırtımda hissettim’

Peki senin orada ne işin vardı?

Benim Gezi Parkı’na geliş sürecim evimde görüntüleri izlerken başladı. 31 Mayıs’taki görüntülerde çadırların yıkılıp bir kızın çadırın kenarında yamaca doğru durduğu gördüm. Masumane orada “o ağaçları kesmeyin” diyordu. O kızın sırtına bir tekme yediğini gördüm, yere düşürdüler onu. Kıza tekme atılan bölümde dağıldım ve o tekmeyi sırtımda hissettim. Ne olursa olsun o kadar savunmasız bir insanın öylesi bir şiddet görmesi, tekme atan kişinin bunu o kadar normalmiş gibi arkasından tekme atmaya devam etmesi… “Ne oluyor!” dedim. O acıyla İzmir’den İstanbul’a geldim.

Hemen bir çadır aldım. Çadırı parkta bulduğum bir boşluğa kurdum. Bir arkadaşım vardı yanımda ve bir nefes alalım dedik. Bir baktım yakınımızda bir çadırda gelenleri iyileştirmeye çalışıyorlar. Gazdan dolayı yaralanmış kişiler vardı. Bu arada hayvanları da tedavi etmeye çalışıyorlardı. Çok acıdır binlerce kuşu katlettiler savunmasız binlerce hayvanı katlettiler bunun günahını asla ödeyemeyecekler. Bir süre çadırı takip ettim ve revir olduğunu anladım. Ne olup bittiğini takip etmeye başladım. Sonra bu çevrede çalışan hemşireler, sağlıkçılar çok tecrübesizlerdi. İçlerinde bir tane erişkin bir doktor vardı. Hiçbir şekilde hijyen yok, ilaçların yerleri farklı ve karışıktı. Derken bir şekilde buranın toparlanması gerekiyor yoksa hastalıktan ölecek insanlar diye düşündüm. Böyle bir risk olabileceğini gözlüyordum. Sonra gittim ve dedim “benim bu konuda tecrübem var.” AKUT’ta çalışmıyorum ama sahada çok bulundum, yurtdışında da çok bulundum sahra çadırlarında. Sonra topladım ekibi ve dedim ki “arkadaşlar tecrübemden yararlanmak istiyorsanız burada kalacağım.” Onlar da sağ olsunlar “bizim de böyle bir şeye ihtiyacımız vardı” dediler. Sonrasında hızlı bir şekilde revir büyümeye başladı, gelişmeye başladı. Sedye sayımız arttı, ilaçlarımız tamamlandı, eczanemiz oldu, son halimizde nerdeyse ameliyat yapacak pozisyondaydık.

Sen hemşirelik bölümünde okumuştun Nuray…

Nuray: Ben Karadeniz Teknik Üniversitesi Hemşirelik Bölümü mezunuyum. Çok gönüllü bir şekilde okula gitmedim. Tercihlerimi ailem yaptığı için tesadüfen hemşireliği tutturmuş bir insan evladıyım. Hastane kokusundan nefret etmekle beraber, ciddi travmalı hastaları gördüğümde bayılan ya da kaçan ya da zırıl zırıl kenarda ağlayan bir hemşireyim normalde format olarak. Ama hemşirelik yapamamamın asıl nedeni Türkiye’deki sağlık kurumlarının standartsızlığı.

Tam bunu soracaktım, revirlerle hastaneler arasında nasıl bir fark var ki sen gönülsüz bir şekilde okuduğun hemşireliği revirlerde yapmayı tercih ettin?

Biz revirde bir ekiptik. Sağlıkçısı, sağlık görevlisi, hastanede teşrifatçı diye adlandırılan yan hizmetlere bakan arkadaşlar, doktoru, hemşiresi, laborantı, eczacısı ile beraber bir ekiptik biz revirde. Hastanede olmayan ve revirde olan şey, sıkı bir dayanışma ruhu, ciddi bir güven ve ast üst ilişkisinin olmayışıdır.

Yani ben şunu söyleyebiliyordum doktor arkadaşa “Murat şu ilacı bana getirsene” diyebiliyordum. Ama hastanede başhekim tanrıdır, başhemşire tanrıcıktır, ana kraliçedir. Servislere girdiğinde, hangi servis olursa olsun doktor orada tanrıdır, diğerleri de onların hizmetkarıdır. Ben Eskişehir’de konservatuar okurken aynı zamanda hemşirelik yapmak zorunda kaldım hayatımı kazanabilmek için, okulumu okuyabilmek için. İki buçuk sene kadar oranın Mavi Hastane denilen medikososyal tadında bir hastanesinde hemşirelik yaptım. Orada hemşirelik yaparken iki kere soruşturmaya maruz kaldım. Bunlardan bir tanesi, gece nöbetinde doktora menemen yapmadığım için, ikincisi de bir doktorun misafirlerine kahve ikram etmediğim içindi.

“Biz sağlıkçılar hastanın hizmetkârıyız”

Soruşturma metninde böyle mi yazıyor, “menemen yapmadığı için…”

“Doktorun emirlerini yerine getirmemek” yazıyor. Emirdir o, astım ya ben. Emirlerini yerine getirmemek diye adlandırılıyor. Şikayet üzerine ertesi sabah doktor başhemşireye şikayette bulunuyor. “Gece benim karnımı doyurmadı” diye. Ben de yapmamışım. Bu süreçte, TTB Genel Merkez’e bizatihi telefon açtım ve şikayette bulundum. “Siz Ankara’ya bir takım idealist tavırlar ve çıkışlar yapıyorsunuz. Toplum ve hekimi de takip eden ve olağanüstü hallerde de bizzat çalışmalarına yardımcı olan bir insan olarak bu duruşunuza ters düşen bir takım hekim arkadaşlar var burada, şikayetçiyim ben bunlardan” dedim. Sonra TTB Genel Merkezi’nden bir arkadaş sağ olsun dedektif gibi geldi. Gerekli bütün -sadece ben değilim çünkü herkese bir kıyım yapıldı orada- diğer sağlık çalışanlarıyla konuştu. İki üç ay o kişiler sustular. Hemşire odasında bana yer verdiler ki hemşire odasında onların oturma önceliği vardır. Ondan sonra yine normale döndü.

O zayıftır, o erkektir, onun eli iş görmez ben de kadınımdır onun işini görmek zorundayımdır. Hayır öyle değil. Biz sağlıkçılar olarak hastanın hizmetkarıyız ve bununla onur ve gurur duyarız. Ancak maalesef bizim sitemimizde o ekip mantığı yok. Hastanın hizmetine sunulmuş bir bilim çalışması yok. Doktora gidersin, “şikayetin ne” der, anlatırsın ilaç yazar. Hastaya bakmayı her doktor yapmaz.

“Teyzeler tansiyon ölçtürmeye gelirdi”

Peki bu dayanışma ortamı farklılığı dışında, sağlık politikası da vardı sonuçta revirlerin. Parasız sağlık hizmeti verilen bir yerdi burası. Türkiye’de böyle bir şey yok. Bu ikisini karşılaştırırsan yani AKP’nin sağlık politikalarıyla revirlerin sağlık politikalarını…

Özgür: Ben hemen örnek vereyim. Yaklaşık 460 travma hastasına ilk müdahale yaptık orada. Ciddi travmalardı bunlar ve 112 ile sevkini sağladık. Bizim hastalarımız bunlarla bitmiyordu. 8 veteriner hekim arkadaşımız vardı ve çok sağlam bir ekiptik. Onlar işte bütün yaralı hayvanlara müdahale yaptı. Bu da değildi bizim hasta grubumuz. Bunun dışında herkese ters gelen benim aslında bir taraftan hoşuma giden durum da şuydu, evinden köpeğinin aşısını yaptırmaya gelenler vardı.

Tansiyon ölçtürmeye gelirdi teyzeler. Yakın mahalleden gelirlerdi. Bir hastamız vardı, her gün gelir tansiyonunu ölçtürür, kendini doktora baktırır ve giderdi ve şöyle derdi: “Ben onlara güvenmiyorum, size güveniyorum çocuklar. Ben sizinle burada hem mutluyum hem de iyileşmeye başladım.”

Bizim böyle yüzlerce de dışarıdan hastamız vardı. Parkta yaşamayan ya da herhangi bir çatışmada yaralanmamış. Ya da sokakta yaşayan evsiz hastalarımız vardı. Evsiz hastalarımız can dostlarımızdı bizim. Pansuman için çok gelen olurdu. Biz zaman kaza geçirmiş ameliyat olmuş oraya gelip pansuman yaptırıyor. Normalde bir risk bu onun için.

Neden hastaneyi tercih etmiyor peki sence?

Ben şunu görüyorum. Tam Nuray’ın dediği gibi kötü muamele. Türkiye’de seni insan kıvamında görmüyorlar. O eşitlik vardır ya insan eşitliği… Nuray’ın dediği gibi daha alt sınıf, daha sana muhtaç, zavallı gördüğü için sana karşı diyaloğu da o şekilde oluyor. Tersleyerek, genelde şikayetler o yönde geliyor.

“Sarılma terapisi”

Nuray: Bizim evsiz hastalarımız vardı sokakta ya da parkta yaşayan. Çocuklardı genelde. Evsizler gelirdi ve Sevgi melekleri denilen birkaç arkadaşımız vardı, gelen hastaya sarılırlardı. Tek görevleri buydu. Çünkü psikolojik olarak sizi daha iyi hissettiriyor. O evsizlerin önce ayakkabılarını çıkartırdık. Çünkü on gündür, on beş gündür ayakkabılarını çıkarmamış olurlardı. Ve ayakları mantar ve bakteriden tutak olurlardı. Bunları tek tek tedavi ederdik. Sedyelerde yatırırdık. Madde bağımlısı insanlardan bahsediyoruz. Bir poşet tinerle baliyle gelirlerdi. Korkmadan onlara sarılarak, kötü kokularına rağmen sarılarak tedavi etmeyi öğrendik. Ben şahsen migren hastasıyım ve koku algılarım çok yüksek, yaklaşamazdım ve çok korkardım elinde poşetle o tinercilerden. Şimdi onları giydirdik, onlar artık sağlıklılar, hastane bünyesinde yapılabilecek tedavileri hastanede yapıldı. Sağlık problemlerini çözdük. Bu şekilde çalıştığımızda ve bir ekip halinde çalıştığımızda bütün sorunlar daha kolay çözüldü ve biz orada çok mutluyduk. Her gün birbirimize sarılıyorduk.

İlk defa hemşirelikten keyif aldım diyebilir misin?

Evet, evet anneme de söyledim. “Ben iyi ki bu okulu okumuşum” dedim. Hep böyle idealist çıkışlarımız olur ya bizim. Mesela hemşirelik okurken şey dersin, “Benim burada okumamın bir tek nedeni var, hemşire olunca Afrika’ya gideceğim ve çocuklara yardımcı olmak için çalışacağım” ve tabii ki bunu hiç gerçekleştiremedim ama Gezi Parkı’nda çocuklar vardı.

“112 revirden hastayı alıyor 5 dakika sonra polis gelip doktorları alıyor”

Barikatlardaki revirlerden bahsedebilir misiniz?

Barikatlardaki revirlerden hızlıca bahsedeyim. Gezi Parkı’ndan çıkarıldıktan sonra hiç durup dinlenmeden evi yine revir haline getirdik. Taşıyabildiğimiz tüm ilaçları oraya taşıdık. Birer tane acil çantası yaptık kendimize ve sahaya indik. Bir tarafta barikatlarda insanlar çatışırken bütün yaralılara aktif olarak müdahale ettik ve kapısını açan her insanın evini revir yaptık.

Ancak 112’ler hastayı gelip alır seyyar revirlerimizden, beş dakika sonra da polis gelir doktorları alırdı. Yani 112’lerle polis koordineli bir şekilde çalışıyordu. Revir baskınları yiyorduk bol bol ve bir birini tanımayan onlarca sağlık çalışanı bir birine telefonunu verip ilaç ihtiyacı olduğunda bir birini arayıp hemen koştura koştura ya da gaz bombalarının üstünden atlaya atlaya giderdi. Orada çalışmak inanılmazdı.

Kolektif sağlık hizmetinde herkesin yapabileceği bir şey var

Peki sen bir hemşire olarak yapabiliyorsun ama gönüllülerin yani sağlık çalışanı olmayanların orada olmasına nasıl bakıyorsun? İlkyardım eğitimi almış gelmiş mesela…

Bir işe yaramak istiyor insanlar yani Gezi Parkı’nın içinde insanların faal olabileceği pek fazla bir alan yoktu. Gezi Kütüphanesi’nde kitap okuyanların sayısı çok azdı. Yani bütün işleri, düzenli olarak yemek yemek, çadırlarında oturmak, çevredeki insanlarla tanışmak ya da oradaki bir takım etkinliklere konser gibi etkinliklere şahit olmaktı. Onun dışında insanlar eksiklik hissediyordu. Çatışma olmadığında bira içiyorlar ve bu onları da rahatsız ediyordu. “Yapacak bir şey yok abla” diyorlar. Bizim Gezi’den revir çadırlarına gelen insanların çoğu hep aynı mantıktaydı. Gelirlerdi ve “ne lazım” derlerdi. Yani “bana bir şey söyleyin, bir şey yapayım bir işe yaramak istiyorum” derdi aslında. Biz ona derdik ki “sen çöplerden sorumlusun”. Eldiven verirdik, çöp poşeti verirdik, “revirin içini temizle” derdik. Çünkü saldırı anında birden ilaçlar yere düşüyor, yerde enjektörler, iğne uçları görülebiliyor. Gelen gönüllülerin bir kısmını sadece güvenlikle sınırlandırırdık. “Sen güvenlikten sorumlu ol” dedik. Revirlerin bütün girişlerinde o arkadaşlar dururlardı, hasta olmayanı içeri almazlardı.

Yani kolektif sağlık hizmetleri için herkesin yapabileceği bir şeyler vardı.

Tabii ki. Yeni ben mesela açık olarak hemşirelik yapmadığım için ilaçların birçoğunu unutmuştum. Orada üç gün sonrasında yani tamamıyla her şeyi öğrenmiştim. Yani matematik zekası olan her insan bence bunu yapabilirdi. Özel bir eğitime gerek yoktu, nihayetinde ilacı sen vermiyorsun doktor veriyordu.

7 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; hekimedya.org