Radikal 2: Ah! – Karin Karakaşlı

Meramında anlaşılmak, sevgi ve şefkatle sarıp sarmalanmak istersin. Çünkü senin acın vardır ve o acıyı göstermek bile zuldür. Seninle aynı anda ‘ah’ diyecekleri beklersin.

gezi-direnisi-oldurulenler

Yazıdan önce söz, sözden önce ses vardı. Ünlemlerin hikmeti insanlık tarihi kadar eski olmalarına, mağara duvarlarında yankılanmış olmalarına dayanır muhtemelen. Derin bir nefesle içimizden gayriihtiyari çıkıveren o sesler, taşan mutluluklarımızı, dehşetli şaşkınlıklarımızı ve tarifsiz acılarımızı anlatır. Hem de sözlerden daha etkili anlatır. Ah gibi…

Ah, çoklu kullanımı olan bir ünlem. Acıyla, beklenmeyen bir darbenin sitemiyle çıkar hançereden genelde. Beklenmedik güzellikler karşısında da ah der insan, ruh dünyasını altüst eden bir şey yaşamışsan, ifadesi yine “ah”tır. İçi bu yüzden tıka basa doludur. Bir dokunsan, bin ah işitirsin ahlar içinde…

Ah’lar zengini bir toprağın çocuklarıyız hep birlikte. Yazık ki sevinçten deli eden şeylerden çok, kahırdan süründürenlerin ah’ı ile dolu ciğerlerimiz. Oysa o kadar da demişti büyükler, “Kimsenin ahını alma” diye. Gelgör ki, sadece 20. yüzyılda, Anadolu ’nun en eski halklarından Ermenileri kadim topraklarındaki hayatlarından eden 1915’ten bu yana inkâr edilen acılardan domino tarih katmanları inşa edildi. O katmanların her biri birbiri üzerine devrildikçe, kötülük meşrulaştı. Sonuçta bugün halen 30 yıllık bir iç savaş, insanlık dışı işkenceler, faili meçhuller, sayısız suikast sonrası barış aranırken, bu topraklar kimselere yâr olmadı.
Zulümle gelmiş ölüm, ocak yakar. Geride adaletin tecellisini bekleyen acıdan kavrulmuş aileler bırakır. Ve ah almamak için asgari müşterek o ailenin acısını yürekte hissetmek, acıları mukayese yöntemine gönül indirmemek icap eder.

Acı yarışları

Mısır’da katliam yaşanıyor, laf değil. Katliamlar, insanlık suçları yakın vade, çıkar odaklı siyasetlerin üzerinde ortak bir telin ve mücadele dayatır. Ama elbette böyle olmaz çünkü siyaset dünyasında her ülkenin, bir ülke içinde farklı kesimlerin ‘biz ve onlar’ı farklıdır.Başbakan Erdoğan , Mısır’da yaşanan katliamlara karşı sessiz kalan Batı’ya tepki gösterip “Mısır’da seçilmiş hükümeti yok sayanlar, halkın seçmiş olduğu hükümeti devirenler bununla kalmadılar. Halkı da katletmeye başladılar. Önce milli iradeyi katlettiler. Şimdi milleti katlediyorlar” derken bu noktayı anımsatıyordu. Anımsatıyordu anımsatmasına da konuşmasını öyle bir bağlama oturtuyordu ki, bizzat kendi ülkesinde kimi yürekleri yakıyordu. Hep birlikte bir bakalım mı o sözlere?

“Onların elinde silah yoktu, onların elinde molotof yoktu. Onlar bütün bu olanlara karşı, sabırla direniyorlardı. Cumhurbaşkanlarını istiyorlardı. Seçilmiş olanları istiyorlardı. Fakat gelgör ki, ortada askeri darbeyle iş başına gelenler vardı. Oradaki muhalifler hiç kimseye saldırmıyorlardı, hiçbir şiddet eyleminin içine girmiyorlardı, hiçbir vandallığa, barbarlığa, yağmacılığa müsade etmiyorlardı. Bizim ülkemizde olanların hiçbirisi Adeviye’de yoktu…Türkiye ’de polisin son derece haklı, son derece meşru şekilde kullandığı su ve biber gazı için yaygara koparanlar, Mısır’daki darbe karşısında neredeler?”

Ben şu “polisin son derece haklı, son derece meşru şekilde kullandığı su ve biber gazı”nda ah dedim. O ah’ı polis kurşunuyla, kafaya isabet ettirilen gaz kapsülleriyle canından olan Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz ile Medeni Yıldırım için, o ah’ı ekmek almak için çıktığı sokakta gaz fişeğiyle yere yığılan, 45 günü aşkın zamandır komada hayat mücadelesi veren Berkin Elvan için, o ah’ı yine başına isabet eden gaz fişeğiyle ölümün eşiğine gelen, iki beyin ameliyatı sonrası hayata inadına gülümseyen Lobna Allami için dedim.

Kimsenin acısı bir başkasını dağlamanın aracına dönüştürülmemeli. Göz göre göre çarpıtılan, inkâr edilen gerçek, dünyada suç Allah katında en büyük günah, böyle bildim.

Ve o ahı gidip gelip bir şair dile getirdi en isabetlisinden. ‘Ah’lar Ağacı’ şiiriyle ah’ın şiirini yazan Didem Madak, 41 yaşında öleli iki yıl geçti. Bir 24 Temmuz’a denk gelen o erken ölümü de ah dedirtmişti bana. Geriye vasiyet dizeleri kaldı.

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa.
Yoklukta umudu kendinden devşirirsin. O hak edilmiş umut ah dedirtir insana. Bu da oldu ya, sanki her şey yoluna girebilir dünyada. Ama bırakmazlar o saf umutla insanı, kötülüğün sınavı bitmez. Başka tür ah etmeye mecbur bırakır hayat insanı.
İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.
Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
İsmini yazardı herkes onun bağrına,
Ah derdi o. Ah!

O ağaçlar ki şahididir insanlık tarihinin, gövdelerindeki halkalara, toprağın altında uzayıp giden köklerine kazırlar acıların kaydını. Ödeşilmemiş acılar, fabrikaların zehirli atıkları misali mutluluk pınarlarını kirletir. Ah alınmışken tadına varılabilecek mutluluk, ihtimal dahili midir?

Ah benim nergis kokulu cehaletim…
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!
İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın…

Meramında anlaşılmak, sevgi ve şefkatle sarıp sarmalanmak istersin. Çünkü senin acın vardır ve o acıyı göstermek bile zuldür. Seninle birlikte aynı anda ah diyecekleri beklersin. Zaten o umut da olmasa nasıl yaşanır bilmezsin…

Karin Karakaşlı
4 Ağustos 2013
Kaynak; radikal.com.tr