Şiddet Hikayeleri: “Ben artık vatandaş gazeteciyim!”

berhan-soner

17 yıl boyunca Bursa’da yayın yapan Olay Gazetesi’nde çalışan ve internet yayın yönetmenliği görevini yürüten Berhan Soner, Gezi Parkı sürecinde kellesi istenen gazetecilerden yalnızca biriydi. Soner, Erdoğan’ın “bela” diye tarif ettiği Twitter’da yazdıkları sayesinde iktidarın dikkatini çekti. Merkez medyada görev yapanların karşılaştıkları baskı ve sansür çoktan normalleşti; iktidar baskısının yerelde görev yapan bir gazeteciye dek uzanmasıysa tüm kamuoyunda şaşkınlığa yol açtı. Soner, gazetecilik mesleğinin sıradan parçaları haline gelen kırmızı çizgileri, Twitter’da yazdıklarıyla başlayan baskıyı ve yerel basındaki sermaye-iktidar ilişkilerini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Twitter kullanımınız bahanesiyle işten çıkartılmanız sizin için bir ilk mi oldu?
Asıl kovulmayı, Cavit Çağlar’ın İnterbank borçları sebebiyle 2008’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) Olay Medya’ya el koymasından sonra yaşadım. TMSF sürecinin sendikal örgütlenme adına iyi bir fırsat olduğunu düşündük ve Türkiye Gazeteciler Sendikası ile iletişime geçtik. Sendikal örgütlenmenin nasıl yapılabileceğine ilişkin hiç bilgimiz yoktu ama kör topal ilerledik ve kısa sürede Olay Gazetesi ve Olay Televizyonu’nda yetkiyi alarak toplu iş sözleşmesi görüşmelerine başladık.

Toplu iş sözleşmesi görüşmeleri nasıl sonuçlandı?
TMSF yöneticilerinin Olay Medya’dan sorumlu kişilere kızdıklarını, sendikayı sokmamaları için baskı yaptıklarını duyuyorduk. Baskı artınca Olay Medya’daki TMSF’ciler iyice sıkıştılar ve sıfır zam önerip görüşmeleri kilitleyerek işi yasal sürece bırakmak istediklerini ifade ettiler. O sırada başka bir gelişme yaşandı. Ramazan Bayramı yaklaşıyordu ve çalışanlara çikolata dağıtılacaktı. Sohbet sırasında bir arkadaşıma, “Sıfır zam öneriyorlar, bir de dalga geçer gibi çikolata veriyorlar. Ben almayacağım!” dedim. Önce arkadaşım, sonra birlikte çalıştığımız pek çok kişi aynı tavrı benimsedi. Bu durum TMSF yöneticilerinin de kulağına gitti tabii… Onlar da normalde masalara bırakılan çikolataları imza karşılığı dağıtmaya başladılar. Nihayetinde yaklaşık 30 kişi dağıtılan çikolataları almayı reddetti. Birkaç gün sonra işe gittiğimizde işten atıldığımızı, binaya alınmayarak öğrendik. “Benim protesto kastım yoktu, aslında çikolata alacaktım” diyen 5 kişi işe geri döndüyse de, biz 8 kişi atılmış bulunduk.

Olay Medya’daki görevinize nasıl tekrar başladınız?
Açtığımız işe iade davalarını kazandık. Dava Yargıtay’dayken Cavit Çağlar TMSF ile bir protokol yaptı ve eski yöneticiler tekrar göreve geldiler. Yöneticilerle yaptığımız görüşmeler neticesinde, bir arkadaşımla birlikte tekrar işe başladık. Ancak verdikleri tüm sözlere rağmen birlikte atıldığımız 6 arkadaşımız geri alınmadı. Önceden dış haberler editörüydüm ve bir süre yine aynı görevi yürüttüm. Daha sonra önce Pazar Eki’nin, ardından da internet portalının başına geçtim.

İnternet haberciliğinde deneyimli bir isim olarak, Gezi Parkı ile artan sosyal medya kullanımı sizde nasıl bir etki yarattı?
Gezi Parkı olaylarına dek aktif bir Twitter kullanıcısı değildim. Ama olaylar sırasında, doğru kişiler takip edildiğinde Twitter’da ciddi bir bilgi akışı olduğunu gördüm. En ciddi haber kanalları olayları görmezden gelirken, gelişmeleri Twitter’dan takip ettik. Ben de hesabımdan çoğunlukla takip ettiğim kişilerin yazdıklarını paylaşarak (retweet ederek) bilgi akışına destek olmaya çalışıyordum.

Twitter’la ilgili ilk uyarı ne zaman geldi?
İlk uyarı Gezi olaylarının ikinci haftasında geldi. Genel yayın yönetmeni yanıma gelip, “Kişisel ve gazetenin kurumsal sosyal medya hesabından küfürlü, hakaret içeren şeyler paylaşmayın. Birileri fişliyormuş” dedi. Fişleyen, TMSF’nin atadığı yöneticilerden biriydi ve Cavit Çağlar geri dönünce kaçmak zorunda kalmıştı. Kaçarken de diğer TMSF yöneticisiyle birbirlerini kovup tazminatlarını almışlardı. Bu kişi Twitter’dan Olay’ın manşetlerini Bülent Arınç’a, Faruk Çelik’e gönderip, “TMSF yönetimindeki gazetenin manşetine bakın!” gibi ifadelerle muhbirlik yapmaya başladı. Daha da ileri gidip, çalışanların tweetlerini de bu kişilere iletmeye başladı. Ben de yayın yönetmenine, “Müsterih olun. Küfür hakaret, şiddet çağrısı, ayrımcı ifadeler kullanmak gibi bir âdetim yoktur” dedim. Birlikte çalıştığım arkadaşlarımı da uyardım.

Gelişmelerin ardından Berhan Soner’in meslek örgütleriyle beraber düzenlediği basın toplantısından.

Muhbirlik faaliyetlerinin etkisiyle, aldığınız uyarılar sertleşti mi?
Bu konuşmadan iki hafta sonra genel yayın yönetmeninin odasına çağrıldım. Odaya gittiğimde hem televizyonun, hem de gazetenin yöneticilerini orada buldum. Bana Twitter hesabımla ilgili bir uyarı daha yaptılar. “Kişisel hesaplarından artık bir şeyler paylaşma” lafını işitince kızdım ve“Daha önce de işten çıkartıldım ve gördüm ki, işten çıkartılmayla bir şey olmuyor. Böyle bir korkum yok” dedim. Gerçekten de artık kişisel ekonomik yaşamımda hep yedekli gidiyorum. Taksitlerimi bile altı ay önden öderim, hep hazırlıklıyım yani. Yanlış anladığımı, işten çıkartma gibi bir niyetleri olmadığını ama kendilerine bir not ulaştığını söylediler. Kâğıtta, “Hizmet diye şov yapan, borç batağında debelenen belediyelerinizi neden denetlemiyorsunuz?” gibi bir ifadenin bulunduğu, benim yazdığım bir tweet vardı. Şahsi hesaplarıma karışamazsınız dediğimdeyse, “Sen sadece Berhan Soner değilsin, kurumu temsil ediyorsun” diye karşılık verdiler.

Basın çalışanlarının Twitter hesaplarında, “Yazdıklarım kendi görüşlerimdir, çalıştığım kurumu bağlamaz” benzeri etik uyarılar bulunuyor. Siz de böyle bir yönteme başvurdunuz mu?
Gezi Parkı olaylarına dek Twitter hesabımda, “Olay Gazetesi İnternet Yayın Yönetmeni” yazıyordu. Olayların ikinci günü tümünü sildim ve sadece “vatandaş” olarak kaldım. Ama bu önlem de pek işe yaramadı. Yöneticiler, “Bursa gazetecilik camiasında bilinen bir isimsin. Sonuçta burada çalışıyorsun” dediler. Mesai saatleri içinde ne yapıp ne yapmayacağıma karar verebileceklerini, dilerlerse mesai saatleri içinde Twitter kullanmayacağımı ama akşam 5’ten sonra bana karışamayacaklarını söyledim. Bunu da kabul etmediler…

İşten atıldığınız size nasıl tebliğ edildi?
Ay sonuna doğru muhasebeye çağrıldım. Yönetim kurulu üyelerinden biri, “Patrona senin ismin üzerinden çok yoğun baskı geliyor. Daha fazla engel olamıyoruz. Seni buradan biraz uzaklaştırmamız lazım” dedi. Önce 45 günlük iznimi kullanmamı, sonrasında da 3-4 ay ücretsiz izin almamı önerdi. Diğer seçenek olarak da tazminatımı verip 6-7 ay sonra durumu yeniden değerlendirmeyi teklif etti. Sözde bana iki alternatif sunuluyordu ama bir yandan da veda konuşması yapılıyordu. Kimseyi hedef alma niyetinde olmadığımı, çalıştığım kurumu bilerek zor durumda bırakmadığımı söyledim. “Ama birileri zor durumda kalacak diye bildiğimden geri adım atacak değilim. Buraya kadarmış” dedim, tazminatım hesaplandı, vedalaşıp çıktım.

Gezi Parkı Direnişi boyunca gazetenin yayın politikası nasıldı?
Olay TMSF’den geri alındığından beri hükümet yanlısı bir politika izledi. Bunun birçok sebebi var; Cavit Çağlar’ın hala borçlu olduğu gerçeğinin yanı sıra, TMSF’ye olan borca karşılık Bursa çıkışındaki bir araziyi teklif ettiği ancak burada imar bulunmadığı için Bursa Büyükşehir Belediyesi’yle iyi geçinmeye çalıştığı da söyleniyor. Yine de başlıklardan, haberlerden ve çevremden aldığım tepkiler ışığında Gezi Parkı sürecinde dengeli bir politika izlendiğini söyleyebilirim.

Olay’da daha önce oluşturduğunuz içeriklere müdahale edilmiş miydi?
İnternetteki yayın politikasına herhangi bir müdahale olmadı. Birlikte çalıştığım arkadaşlarım kimi haberlerden tedirgin olsalar bile her şeyi yayınladık. Niçin oto-sansür uygulayalım? Ama yine de bir yasaklılar listesi vardır ve listedeki kişi veya konular hakkındaki haberler yayınlarda yer bulamaz. Liste patronun ilişkilerine göre zaman zaman değişir. Bazı kişiler kimi zaman pohpohlanır, bazen de ne olursa olsun görülmezler. O yasaklı kişilerden birinin Photoshop’la fotoğraflardan çıkartıldığına bile şahit oldum. Aynı haberi veren başka gazetelerde adam fotoğrafta var, bizde yok! Vampir mi bu adam?

Doğrudan merkezi yönetimden gelen bir baskıyla karşılaştığınız oldu mu?
Hükümetten gelecek bir uyarı önce bir bakan veya milletvekili aracılığıyla il başkanına iletilir, oradan da genel yayın yönetmenine ve bize ulaşır. Dolayısıyla baskının kimden geldiğini tam olarak anlayamayız. Toplantı sırasında genel yayın yönetmeni, “Şu haber böyle olmuş, öbürü şöyle olmuş” diye kıvranmaya başladıysa, anlayın ki haber birilerini rahatsız etmiş! Haberi ilgilendiren kişi veya kurum hakkında daha dikkatli olmanız gerektiğini de anlarsınız. 2008’e kadar nispeten özgürlükçü bir dönem vardı ama TMSF ve ikinci Cavit Çağlar dönemlerinde kurumun yayın politikasında ciddi bir kayma oldu.

Hem kendisine uygulanan, hem de size uyguladığı baskı ile ilgili olarak Cavit Çağlar’ın pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim için asıl hedef kişiler veya kurumlar değil, kurumları bu hale getiren uygulamalardır. Aydın Doğan’a veya Turgay Ciner’e kızarken, tüccar olduklarını unutuyoruz. Biri onları ticari bağlamda sıkıştırdığında tepki veriyorlar ve baskıdan kurtulmaya çalışıyorlar. Bir adama, “Baskıya niye direnmiyorsun?” diye elbette kızabilirsin. Ama baskıyı uygulayanı gözden kaçırmamalısın. İşe geri alınmam talebiyle yapılacak bir kampanyaya karşı çıktım. İşe geri alınsam ne olur ki? Genel yayın yönetmeni son konuşmamızda, “İyi mi oldu? Twitter’dan yazmak yerine Bursa’nın en büyük yerel gazetesinin haber portalının başında kalsan daha iyi değil miydi?” dedi. Twitter’da yazdıklarımı gazetede yazamadığımı söyledim. “O günler de gelecek” diye yanıt verdi. Zaten hepimiz bunu için uğraşıyoruz ama “o günler” oturup beklemekle gelmeyecek. Önemli olan benim işe dönmem değil, bu baskıların önünü kesebilmemiz.

Yerelde görev yapan basın emekçilerinin karşılaştığı baskı yeni mi fark edildi?
Benim durumumu özel kılan hiçbir şey yok. Merkez basında çalışan tanıdık isimler baskı görünce kamuoyunun tepki göstermesi doğal. Tamam, peki Berhan Soner kim? “Bursa’da bir internet sitesi varmış, onun sorumlusuymuş. Yuh be, artık iş nerelere geldi!” gibi bir anlayış oluştu ve olay geniş ilgi gördü. Yerel bir basın emekçisiyle bile uğraşabiliyor oluşları, toplumu korkuttu.

Yaşadıklarınızdan meslektaşlarınız nasıl etkilendi? “Daha dikkatli olmalıyız” demişler midir?
Kesinlikle demişlerdir, zaten hedeflenen de oydu. Sendikal süreçte de aynı şeyi yapmışlardı; önce aralarında işyeri temsilcilerinin de olduğu 8 kişiyi işten çıkartmışlar, sonrasındaysa içeride bir haber yayıp sendikadan istifa etmeyenlerin işten çıkartılacağını söylemişlerdi. Bir anda herkes istifa etmişti. Aynı şey tekrar yaşanıyor. Yapılan uyarılar, “Biz sizi uyarıyoruz. Berhan’ı da uyarmıştık ama dinlemedi. Bakın ne oldu!” şeklinde somutlaştı. Bu bir Twitter meselesi değil yani!

Doğu Eroğlu
1 Ağustos 2013

Haberin kaynağı için tıklayınız; siddethikayeleri.com

    This post is also available in: İngilizce