15-16 Haziran 1970 işçi hareketini net olarak hatırlıyorum. DİSK’in öncülüğünde bir hareketti. Sol örgütler de hareketin içinde yer almıştı ama onların fiilen yönlendirici olduğunu söyleyemeyiz. İşçiler, kendilerini desteklemeye gelen solculara elbette “hoş geldiniz” demişlerdi ama sadece sendika önderliklerini izlemişlerdi. 15-16 Haziran, DİSK açısından olduğu kadar işçiler açısından da hayati bir mücadeleydi. O gün işçi sınıfının somut mücadelesi, Türk-İş sarı sendikalarından DİSK sendikalarına geçme mücadelesi etrafında odaklanmıştı. AP hükümeti, sendikalar yasasında bir değişiklik yasa tasarısı getirerek DİSK’in önünü kesmeye çalışmıştı. Bu durumda DİSK’in, işçilere “cebinizde mendilinizle gelmeyin” çağrısı yapması son derece doğaldı. İşçi sınıfı o gün de fazla politize olmuş bir kitle değildi. DİSK aracılığıyla soldan etkileniyordu ama o kadar. Üretim koşullarından dolayı entelektüel yetenekleri gelişmiş bir sınıf da değildi. Marmara havzasındaki ağır sanayi fabrikalarında yoğunlaşmış bir sınıftı. Uzun yıllar sarı sendikacılığın baskısı altında kalmıştı. Şimdi DİSK onlara bu sarı sendikacılıktan kurtulma şansı sunuyordu. Kendine özgü fabrika içi parolalarla gizlice örgütlenmekte ve aniden bir işgal eylemine girişerek topluca sendika değiştirmekte ustalaşmıştı. Üretim koşullarından dolayı topluca ve kitle olarak hareket etmekte üstüne yoktu. İşten atılmaktan korkardı işçi, bu yüzden patronlara ve sarı sendikacılara uzun yıllar boyun eğmişti ama bir çıkış yolu gördüğü zaman da onu kimse tutamazdı. Hele bir tepesi atmaya görsün, çelikten bir kitle olarak yürür ve önüne ne çıkarsa ezip geçerdi. 15-16 Haziran’da böyle oldu. Alibeyköy bölgesindeki mücadelelere öncülük eden Demirdöküm işçilerinin dalga dalga gelen o gururlu ilerleyişi bugün gibi gözümün önündedir.
Sonra ne oldu? DİSK, TKP’nin egemenliğine girdi 1970’li yıllarda. Sendika değiştirme mücadelesine öncülük eden işçiler fabrikaların içinde TKP ajanları tarafından “tehlikeli unsurlar” olarak takibe alındı. İşçi kitlesi ikircikli bir konumda kaldı. Bir yandan eski sarı sendikacılık devrine dönmek istemediklerinden DİSK’i desteklemeye devam ediyorlardı ama bir yandan da yeni efendilerin baskıcı ortamından rahatsızdılar.
1 Mayıs 1977, işçi sınıfının mücadelesi açısından bir kırılma noktası oldu. İşçiler, sezgisel olarak Maocu-TKP’ci çekişmesinin olumsuzluğunu fark etmişlerdi ama DİSK’i uyaracak bir özörgütlenmeden yoksundular. Bu yüzden bu çatışmada pasif kalmayı tercih ettiler. DİSK yönetiminin yasakçı tutumundan hoşlanmadıkları halde, 1 Mayıs Meydanının herkesi açık olması gerektiğini seslendiremediler. 1 Mayıs 1977’de 34 göstericinin ölümü ve gösterinin panzerlerle dağıtılması işçi sınıfında büyük bir moral kırılmasına yol açtı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, 1960’lardan beri yükselen işçi mücadelesine fiilen son verdi. DİSK yöneticileri tutuklandı ve DİSK kapatıldı. İşçiler tamamen içlerine kapandılar.
1980 tarihi aynı zamanda dünya çapında neoliberal politikaların yürürlüğe konduğu tarihtir. Neoliberalizmin uygulamaları işçi sınıfının niteliğinde de önemli değişimlere yol açtı ve bugüne kadar süren 30 yılı aşkın bir zaman dilimi içinde bu değişimler kendini net bir şekilde göstermeye başladı. Neydi bunlar?
Eski işçi sınıfının belkemiğini, Marmara havzasında yoğunlaşmış ağır sanayi fabrikalarının işçileri oluşturuyordu. 30 yılda bu durum değişti, çünkü neoliberalizm üretimin niteliğinde önemli değişiklikler yarattı. Artık üretimin ağırlığını ağır sanayi değil, hizmetler ve bilişim sektörü oluşturmaya başlamıştı. “İletişim devrimi” bir anlamda “sanayi devrimi”ne son vermiş ve üretim denen şey giderek sanal bir alana aktarılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla ağır sanayi, ekonomideki ve üretimdeki ağırlığını kaybetmeye doğru giriyordu ki bu, aynı zamanda ağır sanayi işçisinin de ağırlığını kaybetmesi anlamına geliyordu.
Bu durum, işçi sınıfının entelektüel niteliğinde de bir değişimi getirdi. Eskiden yüksek okul mezunları, mühendisler ve teknikerler işçi sınıfının dışında bir orta sınıf ya da işçi sınıfının kaymak tabakası olarak görülürdü. Üretimdeki niteliksel değişim bu kesimi bir kaymak tabaka olmaktan çıkartıp işçi sınıfının önemli bir parçası, hatta giderek esası haline getirmeye başladı. Keza, eskiden yedek işçi ordusunu köylerden akın eden işsiz kitlesi oluştururdu. Oysa artık bugün yedek işçi ordusunu diplomalı işsizler oluşturuyor. Neoliberalizm, yeni üretim dönemine özgü olarak yüksek okullar açmış, bu yüksek okullardan istihdam edemeyeceği sayıda çok işsiz üretmişti. Çünkü artık işsizler ordusuna bu alanda ihtiyaç vardı. Dolayısıyla bu durum işçi sınıfını yarı yarıya entelektüel bir sınıf haline getirdi. Sınıfın önemli bir kesimini okumuşlar oluşturmaya başladı.
Fakat sınıfın içindeki durum sadece böyle “yukarıya” doğru bir hareketlenme değildi. Aynı zamanda “aşağıya” doğru bir hareketlenme de vardı. Neoliberalizm, bir yandan yüksek nitelikli bir işsiz okumuşlar kitlesi yaratırken, bir yandan da hizmetler ve bilişim alanı dışındaki somut üretim için, son derece düşük ücretle çalışan bir köle-işçiler kitlesi de yaratmak zorundaydı. Bu kitle, artık köylerden gelecek bir yığın kalmadığından, şehre eskiden gelmiş insanların yerleştiği varoşlarda yaşamaktaydı. Bu insanlar büyük şehirlerde yaşıyorlardı ama aslında büyük şehir hayatıyla bağlantıları son derece zayıftı. Bir kısmı alt hizmetler alanında (temizlikçilik vb) çalışırken, diğer bir kısmı izbe tekstil atölyelerinde vb. asgari ücretin de altında, son derece kötü şartlarda ve iş güvencesinden tamamen yoksun bir şekilde yaşamak zorundaydılar.
Böylece neoliberalizm, işçi sınıfını yaşam tarzıyla, anlayışlarıyla ve hatta gelir seviyesiyle birbiriyle benzerliği çok az olan iki zümreye bölmüş oldu: Entelektüel işçiler ve köle-işçiler. Eski sanayi işçisi bu kesimin ortasında bir yerde yer almaktadır. Nüfusça ve ağırlıkça gerileyen sanayi işçisi, toplumsal mücadelelerde edindiği deneyimleriyle yeni entelektüel işçilere yakınken, kültürel düzeyiyle, yaşam alanlarıyla ve kültürüyle köle-işçiler kitlesine yakın bir konumdadır.
Son otuz yıl, aynı zamanda klasik sınıf mücadelesi paradigmasını da oldukça yıprattı. Sınıf mücadeleleri gerilerken onun yerini kimlik mücadeleleri ve kültür mücadeleleri almaya başladı. Bu durum işçi sınıfının sınıf mücadelesini zayıflatan bir etkendi elbette. Kimlik mücadeleleri sınıfı böler. Alevi işçi ile Sünni işçiyi, Türk işçi ile Kürt işçiyi karşı karşıya getirir. Oysa sınıf mücadelesi bu tür ayrılıkları geri plana itip sınıf dayanışmasını ön plana çıkartmayı gerektirir. Bu da sınıfın aleyhine işlemiş bir durumdur. Diğer yandan, sanayi işçilerinin görece gerilemesi, klasik sendikaları da geriletmiş ve iyice sistemin içine dâhil etmiştir. Artık DİSK, eski DİSK değildir.
Bununla birlikte, yeni koşullar bir bütün olarak işçi sınıfına yeni tür bir sınıf mücadelesi için olanaklar da sunmaktadır. Sınıfın entelektüel niteliğinin yükselişi, belki “sanayi devrimi”nden bu yana yakalanamamış bir fırsattır. Sınıfın entelektüel olanaklardan yoksun bırakılması daima “öncü” partilere vekalet vermeyi getirmişti. Son Gezi mücadelesinde “öncü” fikriyatının kendine bir alan bulamaması biraz da bununla ilgilidir. İşçi sınıfının entelektüel kesimi kültürel mücadele ile sınıf mücadelesini birleştirmekte önemli bir unsurdur.
Peki ya köle-işçiler. Onların Alevi ya da Kürt olanları, kendi “öncü”lerinin (CHP veya BDP) ağzına bakıyorlar hâlâ. Çok özel mücadeleci semtlerde (Gazi gibi) önemli mücadeleler olsa da köle-işçiler kitlesinin henüz AKP iktidarının dayanaklarından olduğunu görmemiz gerekir. AKP, köle-işçilere basit bir hayat, basit bir evlilik, üç çocukla varoşlarda yok olup gitme, namazında niyazında yaşama, yani kısacası sömürünün ve körlüğün devamını vaat ediyor ve bu vaadlerle uyuşmuş olan bu kesim daha gelişmiş işçi kardeşlerine hâlâ düşmanca nazarlarla bakıyorlar ne yazık ki.
İşçi sınıfı romantizmini bir yana bıraktığımız zaman işçi sınıfının somut durumu böyle gözüküyor.
Kültürel bakımdan gelişmiş işçiler Gezi hareketinin çok çok önemli bir unsurudur. Bu umut vericidir.
Eski tip sanayi işçileri ve onların sendikaları mücadelenin kıyısında beklemektedir. Bu umut kırıcıdır.
Varoşlardaki köle-işçiler AKP’nin Kazlıçeşme mitinginin mütedeyyin kitlesinin bir parçasıdır. Bu, umudu bırakın bir yana, yürek paralayıcıdır.
Gün Zileli
30 Temmuz 2013
Kaynak; gunzileli.com