Geleneksel halk müziğinden esinlenerek müzik yapan Baba Zula geçtiğimiz günlerde Almanya’nın Stuttgart şehrinde Pazar Meydanı’nda büyük çoğunluğunu Almanların oluşturduğu bir kitleye konser verdi. Konserden sonra Alman gençleri ile yaptığımız kısa röportajlarda çoğunluk şöyle diyordu: “Çok hoşumuza gitti konser, muhteşem bir grup. Stuttgart’a bir daha gelirlerse, yine gideceğim.”
Gençlerden bazıları ise, daha önce de Baba Zula’yı tanıdıklarını, konserlerine gittiklerini söylüyorlar. Baba Zula üyelerinden Murat Ertel (saz ve telli çalgılar, ses) ve Levent Akman (vurmalı çalgılar, ritim makinaları, oyuncaklar) ile müziklerinin yanı sıra Gezi Parkı direnişi üzerine de konuştuk.
Stuttgart’ta verdikleri konsere gaz maskeleriyle çıkan grup konser boyunca sahnede bulunan “Diren Gezi” pankartlarıyla Gezi Parkı direnişine desteğini gösterdi. Grup üyeleri ayrıca, Türk Hava Yolları’nın gazete standından BirGün gazetesini çıkartması karşısında tepkilerini göstermek için Almanya’ya geldikleri THY uçağına BirGün gazetelerini bıraktıklarını söylediler.
-Geleneksel Anadolu kültüründen esinlenerek müzik yaptığınızı söylüyorsunuz, öyle mi?
Murat Ertel (M.E.): Evet öyle. Anadolu hem kültürler mozaiğini barındırıyor içinde, hem de gerçekten uygarlık, kültür ve ticaret alanında geçmişi çok önemli. Ama İstanbul da en az Anadolu kadar önemli bir kültürel merkez ve uygarlık merkezi. Arkeolojik bulgular ile İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu ortaya çıktı. Genelde böyle bir karalama var İstanbul’a karşı, esas kültürün Anadolu olduğu şeklinde. İstanbul ise saray kültürüyle, Bizans kültürüyle değerlendiriliyor. Böyle bir durum yok. Bulunduğumuz coğrafya çok önemli. Burada bir kültürler kaynaşması var ve aynı zamanda kargaşası da. Neyin ne olduğu çok fazla belli değil. Örneğin Mevlevi diye bildiğimiz din kodlarının Hititlere ait olduğunu görebiliyoruz. Bu türkü senindir, şu türkü benimdir diye bir şey yok. Her şey birbirine girmiş.
-Bir yerde şöyle demişsiniz “Türkiye’nin kültürü İstanbul’da toplanıyor ve yayılıyor.” Şimdi de bunu mu demeye çalışıyorsunuz?
M.E.: Evet, çünkü zaten kültür ve ticareti ayırmak zor. İstanbul hem Baharat Yolu’nun, hem İpek Yolu’nun son noktası. Yani Hong Kong’da başlıyor ve ondan sonra bütün Asya’dan geçerek İstanbul’da bitiyor. Bu iki yol bütün Orta Asya kültürünün ve Anadolu kültürünün, ticaretinin toplandığı bir geçiş noktası. Mesela âşık kültürünün en güçlü olduğu iki yer yüzyıllar boyunca Horasan ve İstanbul. Van, Konya, Sivas, Ankara falan değil. Anadolu’da da bir sürü aşıklar var. Her köyün ayrı bir tavrı oluyor. Ama bu insanlar küçücük köylerden geliyorlar İstanbul’a, İstanbul’un kahvehanelerinde oturup, cönklerinde kendi türkülerini yazıyorlar. Bu yüzden İstanbul da çok önemli.
-Dünyada konserler veriyorsunuz. Geleneksel Anadolu müziği dünya müziği olabilirdi diye düşünüyorum. Ama Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren tek tipleştirme politikaları uygulanıyor Türkiye’de. Bu politikalar mı engelledi Anadolu müziğinin dünya müziği olmasını?
M.E. :1920′li, 30′lı yıllarda, Atatürk döneminde ve sonrasında birtakım engellemeler var ama bu engellemeler hiçbir zaman halk müziği konusunda ortaya çıkmamış. Batı müziği, opera müziği desteklenmiş ama aynısı Türk sanat müziğine gösterilmemiş. Türk sanat müziği konservatuarının kurulması mesela çok geç. Osmanlı saray kültürüne karşı böyle bir durum var.
İkincisi TRT’nin çok yanlış politikaları var. Atatürk döneminde Türk halk müziğine inanılmaz derecede önem veriliyor. Halkevleri ve köy enstitüleri ile kültür inanılmaz güçlü bir şekilde yayılıyor ve halk müziği, halkın kendi köylerinde yetişen öğretmenler tarafından tekrar o köylülere öğretiliyor. Ruhu Su’dan, Âşık Veysel’e müthiş müzisyenler, en büyük edebiyatçılar köylere hoca olarak gidiyor. Ama karşı devrim olduktan sonra Menderes döneminde, halkevleri ve köy enstitüleri bitiriliyor. Sonrasında TRT’nin Ruhi Su’ya tavrı örneğin, büyük engel koyuyor solcu olmasından dolayı.
Ruhi Su çok önemli bir insan, Anadolu Rock dediğimiz şeyin teorisini kuruyor. Anadolu Rock müziğini ve Pop müziğini kuran bütün isimler Ruhi Su’dan çıkıyor ve hepsi bir numara oluyor. Erkin Koray, Moğollar, Cem Karaca… Fakat TRT bunları yasaklıyor, “yoz” diyor. “Piyano koymuşsunuz halk müziğine, olmaz” diyor. Sonra da zaten ‘70 ve ‘80 darbesiyle de tamamen dağıtıldı. Apolitize olan müzik ancak yaşıyor şu anda. Ajda Pekkan’ın anlamsız şeyleri, Sezen Aksu’dan “hipotom lapalom”… Bunları duyuyoruz. Toplumsal olaylar ile bağ kuran insanları fena bir şekilde ezerek dışlıyorlar ve onlarla mücadele ediyorlar mesela. Grup Yorum’un hikayesi inanılmaz bir şey, kaç defa değişti bu grup.
-Bugün Pazar Meydanı’nda büyük bir konser verdiniz. Bir hafta süren yaz şenlikleri kapsamındaki bu konserler her yıl gerçekleşiyor burada ama böyle yoğun bir kalabalık hiç görülmemişti. Kitle ara sokaklara taşmıştı, ayak basacak yer yoktu ve kalabalığın çoğunluğunu Almanlar oluşturdu. Alman halkı bugün saz ile tanıştı sayenizde. Esinlendiğiniz geleneksel halk müziğini yaymak için başka ne yapılabilir?
M.E.: Avrupa’da açıklık var. Entelektüel bir seviye, sanatçılara bir saygı var. Türkiye’de bu saygıyı pek göremiyoruz maalesef. İnsanlar geleneksel müzik yapanları, bizi aşağılayabiliyor. Yoz müzik yaptığımızı söylüyorlar, aynı o TRT kafasıyla. Popüler müzik yapanlar da bize karşı bir şekilde yukarıdan bakabiliyor. Bu bilinçsizlikten kaynaklanıyor. Burada gerek müzisyenlerden gerek festivallerden gerek kulüplerden çok daha açık görüşlü ve heyecanlı bir yaklaşım görüyoruz. Bu bize gerçekten cesaret veriyor. Yalnızca ülkemizde çalsaydık biz şimdi herhalde müzik yapamıyor olurduk ya da kendi kendimize müzik yapıyor olurduk. Daha çok yaymak için daha çok çalmak istiyoruz.
Bir de ticari birtakım şeyler var. Müzik kalıpları var. Nakarat olacak, şurada şu girecek, o nakarat şu kadar tekrarlanacak, sonra şarkının ana bölümü gelecek, ondan sonra yine nakarat… Bunları kırıyoruz, kırdığımız için de yine Türkiye’de çok deneysel olarak nitelendirilip kabul edilmiyoruz. İnsanlar genelde müziği televizyonlardan izliyorlar. Haberleri ve dünyayı da televizyondan izliyorlar. Son Gezi olaylarında da gördük televizyonların ne olduğunu. Çok güzel bir şarkı vardı “Devrim televizyonlardan yayınlanmayacak” diye. Bir Amerikalı cazcı piyanistin öyküsü. Gerçekten öyle, yani televizyonlardan her şeyi göremeyebiliyorsun. Internet öyle değil. Mesela internetten insanlar bize ulaşabiliyor, bu çok önemli.
-Gezi Parkı direnişine değinmişken sormak istiyorum. Kısa zamanda tüm Türkiye’ye yayılan bu direniş hakkında ne düşünüyorsunuz? Olaylar sırasında gerçekleşen bütün hukuk ihlalleri, polisin uyguladığı orantısız şiddet, yaşamlarını yitiren genç insanlar, bütün bunlara ne diyeceksiniz?
M.E.: Ne kadar korkunç şeyler olursa olsun, ne kadar üzülsek ve haksızlığa uğrarsak uğrayalım, Gezi ile başlayan direniş bize müthiş bir umut aşıladı. İnanılmaz derecede umutluyum ve bence Taksim’de çıkan bu kıvılcım bütün dünyayı sarmış durumda şu anda. Bu son derece insani bir şey. Hakikaten hayat böyle olmalı, yani Gezi Parkı’ndaki gibi. Bu zor bir şey değil. Orada kurulan o küçük ütopik dünya o kadar da ütopik ve uzak bir şey olmadığını gösteriyor bize. Hakikaten paranın egemen olmadığı bir düzen yaratılabilir.
Şöyle bir durum da vardı; bu tür düşünceler ve konuşmalar birçok insan tarafından aşağılanıyordu, komik bulunuyordu, hippiler deniyordu, gerçekten kopmuş sol düşünce deniyordu, öyle olmadığını gördük. Bunu görmüş olmak bana müthiş bir cesaret ve umut verdi. Park meclisleri de bana heyecan veriyor. Yerleşik demokrasiye çok inandığım söylenemez ama bu park meclislerinde olanlar hakikaten heyecan verici.
-Erdoğan çok geleneksel, muhafazakar bir aileden geliyor ama Gezi gençliği daha özgür bir kitlenin sesi. Bu iki jenerasyon karşı karşıya mı şimdi?
Levent Akman (L.A.): Şimdi bir Gezi gençliği var, ama bir de AKP gençliği var. Erdoğan’ın çevresindeki yaş gurubu muhafazakar bir çevre ama onların beslediği bir de genç kesim var. Aslında esas sorun bence orada. Çünkü onlar hiç demokratik değiller. Özellikle sosyal medyada bir iki kelam etmeye çalışıyorsunuz ama ikinci cümleden sonra resmen düşmanca bir tavırla karşılaşıp bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Diyalog yok, diyalog için yaklaşım da yok. Tamamen “düşman, zındık, din düşmanı, gavur” gibi aklınıza gelebilecek her türlü negatif algı içindeler. AKP gençliği düşmanca davranıyor ve bunu yapan da “Kindar gençlik istiyorum” diyen RTE. Bu çok korkunç ve bu söylemler bitmiyor. En son “Şiddete karşı şiddet görürsünüz” dedi ve sonra sopalılar ortaya çıktı. Devamlı böyle kodları var. O kodlar üzerine işliyor ve bunun altyapısını sağlayan da bu gençlik. “Vur de vuralım, git de gidelim Taksim’i dağıtalım” gibi sloganlar… Bu insanlar ile nasıl demokratik bir çözüm olacak gerçekten bilemiyorum, çok zor bir şey, çok ürküyoruz biz.
M.E.: Gezi’de barış isteyen, demokrasi isteyen insanlar var. Bunların terörist olarak nitelendirilmesi, şiddet yanlısı olarak nitelendirilmesi, kırılan banka camlarının hesabının sorulması ama kırılan canların hesabının sorulmaması, bunlar için özür dilenmemesi üzüyor bizleri. Ne var bankanın camı da kırılsın; olur orada o kadar orantısız şiddet sırasında. Banka camları kırılır, banka için nedir ki o camlar?
L.A.: Bir de büyük bir hukuksuzluk var, Ethem Sarisülük’ü öldüren polis şu an polis korumasıyla geziyor ve dışarıda. Abdullah Cömert’i kimin öldürdüğü bilinmiyor. Adli Tıp’tan bile doğru dürüst bir rapor çıkmadı. Bir diyorlar ateşli silahla vuruldu, bir diyorlar kafasına iki tane fişek geldi. Ne olduğu belli değil. Daha bu adamların nasıl öldürüldüğü konusunda bile bir uzlaşma yok, bırakın kimin öldürdüğünü. Onun dışında mesela Çağdaş Hukukçular Derneği üyelerinden 20-25 avukatı terör örgütü kurmaktan yargılıyorlar ve iddianame kabul edildi. ÇHD Güneydoğu’da Kürt yurttaşlara her türlü desteği yapan, parasız eğitim isteyen gençleri savunan ve para almadan yardımcı olmaya çalışan gayet demokratik bir örgüt. Şimdi terör örgütü oldu. Bizim birçok arkadaşımız gözaltına alındı. Gözaltında başlarına gelen şeyler felaket. 5-6 kişilik polis timleri yirmi dakikada bir otobüsün içine girerek, doğrudan başlarına ve göğüslerine sıradan vurarak geçip gidiyor. Çok büyük bir baskı sindirme politikası izleniyor ama bir yandan da Gezi direnişinde mizah var. Bu mizah olmasa zaten bu direnişin o kadar ayakta kalması çok zor olur. Bir de bu Gezi gençliği sosyal medyayı, elektroniği, bilgisayarı çok iyi kullanıyor. Espri anlayışı var. Bu da zekaya işaret ediyor. AKP gençliğinde bu mizah yok. Bir de AKP gençliğinin sanatçısı yok. Ne bir şarkıcısı var, ne bir müzisyeni var. Ne ressamı var, ne heykeltıraşı, ne de doğru dürüst yazarı var.
Şengül Mor
20 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net