Fıratnews: ‘Bu medyayla olmaz’ Banu Güven

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şubesi’nin kayıtlarına göre, Gezi direnişinin başladığı 27 Mayıs’tan bu yana 100′ün üzerinde gazeteci ya işten çıkartıldı ya da istifaya zorlandı. Bu gazetecilerden biri de Banu Güven.

banu-guven

Artı1 kanalında haftada iki gün yaptığı haber programına son vermek zorunda kalan Güven, “Artı1′de ne oldu?, “Ana akım medyada ne oluyor?”, “Ana akımda gazetecilik ve bağımsız habercilik mümkün mü?”, “Tutuklu gazeteciler için ne yapılabilinir?” sorularına yanıt verdi.

Artı1 kanalında haftada iki gün yaptığın programa son vermek zorunda kaldın. Ne oldu kanalda?

Artı1, alternatif, özgür ve bağımsız bir haber kanalı olmamakla birlikte haberlerin bu şekilde verilebileceği bir mecraymış gibi yola çıkan bir kanaldı. Kurucu ekip -Tunca Mollaveisoğlu ile Uğur Tutçuoğlu- bu konuda çok kararlıydı. Haber merkezinin içinde değildim. 24 saat haber veren bir yerde değildi ama özellikle Gezi olayları başladığında geriden de gelse, gün içinde bir takım reaksiyonlar verebilmeye başlamıştı. Haber bültenlerinde Gezi olaylarının ne kadar yer alması gerektiği konusunda Uğur Dündar’a bazı müdahaleler olduğunu sonradan öğrendim. Benim programda iki müdahale ile karşılaştım. Kürt meselesi ile ilgili bu kadar yol kat edilmişken, hala bir takım sembollerden korkmak kabul edebileceğim bir şey değildi. Dün de değildi. İlk müdahale kurucu ekibin müdahalesi ile atlatıldı. İkincisinde zaman yetmedi, prodüksiyonda koymak istediğim bir bölümü yetiştiremedim. Bunlar can sıkıcıydı. Yine de gündem, memlekette olan biten her şey yayın yapmaya mecbur kılıyor bizi. Gidebildiği kadar gider diye düşünüyordum.

Sosyal haklar açısından durum neydi?

Sosyal haklar açısından da çok kötü bir sınav verdi. 212 anlaşmasını yaptım ama o anlaşma hiçbir zaman hayata geçmedi. Orada çalışanların büyük bir çoğunluğunun böyle bir sözleşmesi olmadı bile. Ekonomik açıdan zorluklar olabilir, insanların maaşlarını almasında sorunlar çıkabilir, devam etmek isteyen idealist ekip devam de edebilir. Ama çözüm bulunması beklenir. Ama çözüm aranırken, siyasetten de yayın akışına karışan bir takım insanların devreye girmesi kabul edilebilir değildir.

Az önce bazı sembollere müdahale dedin… İçeriğe dair şıkça müdahaleler mi söz konusuydu?

Konuklarıma kimse karışmadı. Her şeyi ben belirledim. Gittiğim yerlerde özerk alan oluşturmaya çalışırım. Belki de bu nedenle rahatlığım oldu. Oraya, editoryal bir özgürlük ile gittim. İlk yayınımı Pervin Buldan’la yaptım. Kürt meselesi ve çözüm sürecine dair birçok şeyi konuştu. Bu açıdan doğrudan müdahale değil ama yayıncılığı bilmeyen, gelinen noktayı anlayamayan bir takım insanların müdahale etmeye çalıştığını daha sonradan anladım. O yüzden bir taraftan çok da önemseyemiyorum bunu. Anlatabiliyor muyum? Bence önemli olan şu: Kısa dönem de olsa böyle bir gündemde ben bu yayınları yapabildim mi? Yaptım. Yapabileceğim bir mecra var mıydı? Vardı.

BİRİLERİNİN ELİNE KAN BULAŞTI

Anlattığına göre, Artı1 özgün bir yerde duruyor. Ancak Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şubesi’nin bir araştırmasına göre, Gezi direnişinin başladığı 27 Mayıs’tan bu yana 100′ün üzerinde gazeteci ya istifaya zorlandı ya da işten çıkartıldı. Geçmişte de ana akım medyada belirli mevsimsel dönemlerde işten çıkarmalar olurdu… Bu kez ne oluyor ana akım medyada?

Arıza çıkarması muhtemel herkesi temizliyorlar. Bir de halk öyle bir tepki verdi ki, bazıları artık bu şekilde devam edemeyeceğini anladı. Birilerinin eline kan bulaştı bir kere. Sadece hükümetle ilgili bir durum değil. Bu olaylarda öldürülen insanların kanı vardı ortada. Buna karşı ayağa kalkıp, bir şey söylemek gerekiyor. Bu yapılamıyorsa, bazı meslektaşlarımız da artık bunu sineye çekemedi. Halkın tepkisi artık bir yol ayrımına da getirdi herkesi.

Medyaya kan bulaştı, dedin. 2000 yılındaki ölüm oruçları sırasında Sabah gazetesinin bir manşeti vardı. Burası Filistin değil diye… O manşetin çıktığı Küçükarmutlu’da ölüm orucu yapılan eve polis baskın düzenledi, yanılmıyorsam 4 devrimciyi öldürdü. Bunun çok tipik ve unutulmaması gereken bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bu örneği bir kenara koyalım… Bugün de, bazı gazetelerin manşetlerinin doğrudan Başbakan Erdoğan ve danışmanları tarafından belirlendiğini söyleyen gazeteciler çok.

Hatırlarsın, bir gün 7 gazete aynı manşetle çıkmıştı. Başbakan’ın ofisinde danışman olanlar doğrudan arıyorlar gazeteleri. Bunu herkes biliyor artık. Bazıları, Başbakan’ın da doğrudan aradığını söylüyor. Ben iki yıldır işin içinde değilim, şu anda nasıl yürüyor sistem tam olarak bilmiyorum ama bir sürü şey dikte ediliyor. 2007′de başlayan sahipliklerle ilgili müdahaleler. Aydın Doğan’la o büyük çatışma. Sonrasında medyada sahiplikler iktidar tarafından mühendislikle yeniden inşa edildi. Kendi medyasını yarattı hükümet. Hala medyaya nasıl kızabiliyor, onu anlamıyorum. Kimse kalmadı ki! Bir tek sokakta işini yapmaya çalışan muhabire kızıyor olabilir. Normal mi bu kadar çok gazeteci arkadaşımızın sokakta işini yaparken yaralanmış olması, dayak yemesi, keyfi gözaltına alınmış olması. Bütün bunlara da kapı açılıyor. Nefes alınacak yer bırakılmıyor. Bu memlekette Hasan Cemal’in de işinden olması çok mühim bir göstergedir.

Ben AKP iktidarı ile medyanın daha büyük kuşatma altında olduğunu düşünüyorum düne göre… Her zaman ana akım medyanın devletin resmi ideolojisi ile ilişkisi oldu. Ancak bugün doğrudan hükümet bülteni olarak çıkan yayınlardan bahsedebiliyoruz. Bu kuşatma altında ana akım medyada gazetecilik yapmak mümkün mü? Bağımsız medya mümkün mü?

BAĞIMSIZ HABER MECRASI OLUŞTURMALIYIZ

Bu medyada, ana akım medyada mümkün değil. Ama sizin gibi, IMC, Hayat Tv, Çapul Tv gibi niş’ler oluşturan, gayri konvansiyonel yollarla yayını yapmaya devam eden meslektaşlarımız var. Bu bir kere çok önemli. Yerel basın çok önemli. Yerelin üzerinde de belediyeler kanalıyla baskılar söz konusu. İnternet’te oluşturulabilir bir takım mecralar daha. Yurttaş gazeteciliği daha önemli bir rol kazanacak. Bizim bu yurttaş gazeteciliği konusunda da ilgilenenlere yol gösterici olmamız gerekiyor. Ama şu olaylarda da gördük ki, Türkiye’de insanların hala, o konvansiyonel, o kutunun içinden gelen habere de ihtiyacı var. Evinde oturduğunda bir haber alabilmek istiyor. Herkesin İnternet’e girme olanağı olmuyor. Aynı zamanda İnternet bağlantısının başına ne gelebileceğini de bilemiyoruz. Dolayısıyla bağımsız bir mecra televizyonda oluşturmak gerekiyor. Kapalı devre yayın yapmayacak, daha farklı kesimlere bir arada hitap edebilecek bir oluşuma ihtiyaç var. Ben de bunun için çalışanlardanım. Herhalde bundan sonra kendimi medyada görebileceğim yer öyle bir yer olacaktır. Bunu sağlamak bizim borcumuz. İzleyicilerin bizden beklentisi, bir şekilde yolunu bulup bağımsız haber mecrası oluşturmak.

Ana akım medyada örgütlenme sağlansa, örneğin sendika.. Bu durumu değiştirir mi?

Bir şeyin değişmesi için o yapının tamamen yıkılması gerekiyor. Bu yapıyla bu yapılmaz. Sendikaya girip de bir şey yapmaya çalışacak herkes kendini kapı dışında bulmaktan korkar ya da bulacaktır. O yüzden bu yapıyla, bu iktidar/sahiplik ilişkileri ile mümkün değil. Bütün mevcut medya kuruluşları da varlığını sürdürecek -aynı hükümetin sürdürdüğü gibi- ama sıfır meşruiyetle. Başbakan gibi. Başbakan iktidarda olabilir, gelecekte de olabilir ama meşruiyetin nedir? Orada olman senin iktidarını ne denli değerli yapabilir ki! Zorbalaşabilirsin ancak! Medya açısından da içi boş bir takım kuruluşlar ‘yayın hayatı’na devam ediyor olacak belki. Gezi olayları sırasında belli bir kesimin gerçekliğini sadece kendine yakın yayın yapan basın yayın organları üzerinden kurduğunu hatırladım. Belli bir kesim Başbakan’ı dinliyor, belli gazeteleri okuyor, belli yalanlara inanıyor. Bunu da kırmak mümkün olabilir mi? Bu çok önemli. Yaratıcı olmak gerekiyor.

Bir de tutuklu gazeteciler gerçeğimiz var. Çoğunluğu Kürt olmak üzere 66 gazeteci meslektaşımız cezaevinde…

Tutuklu gazetecilerin kesinlikle kanıksanmaması gerekiyor. Zaman uzadıkça sessizlik oluşmaya başlayabiliyor. Gündemde sıcak olan konular bir sürü şeyin önüne geçebiliyor. Ama ben bir gazeteci olarak kendimi her platformda bunu hatırlatmakla sorumlu hissediyorum. Sindirme politikasıydı. KCK sepetinin içine binlerce kişi katıldı. Toplumsal dinamik yaratmaya çalışan kimler varsa bir dönem içeriye alındı, hala daha orada tutuluyor. Sen de biliyorsun, biz arkadaşlar toplandığımız zaman bu gazeteciler konusu açılır, sürekli kamuoyuna hatırlatmak gerekliliğinden söz ediyoruz. Ama yeterli bir şey yapılmıyor tabi ki. Ana akım medya hiç görmüyor ki bunu. Başbakan zaten ‘Onlar gazeteci değil’ dedi. İşin bir de hayatı kazanma tarafı da var. Her bakımdan çok büyük haksızlıkla karşıya karşıyalar. Özellikle adı bir barış süreci olan bir sürecin içinde adım atmaya, ilerlemeye çalışırken hala daha böyle keyfi olabilecek şekilde özgürlüklerinden mahrum bırakılmaları kabul edilemez. Bir de tutuksuz yargılanan ancak hapsedilme riski taşıyan gazeteciler var. Terörle Mücadele Yasası’nda bir takım maddeler değişmeden bu iş olmaz. Çünkü birileri keyfi olarak koşullara göre, senin yaptığın işi bir suç unsuru gibi değerlendirmeye devam edebilir.

KÜRTLER ÜZERİNE DÜŞENİ YAPIYOR

Çözüm sürecindeyiz. Çözüme yakın mıyız?

Kürtler üzerine düşeni yapıyorlar. Hükümet ne yapıyor? Ben elle tutulur bir şey göremiyorum. Başbakan Akil İnsanlar Heyet’lerini dinledi, raporlar verildi. KCK tutukluları tek tek bırakılıyor. Zannediyorum, parça parça, yavaş yavaş bırakacaklar. Peki sonra!

AKP iktidarı Kürt halkının mücadelesi ile masaya oturdu ve bir yola girdi. Bu yolunda ilerleyebilmesi için iktidarın kesinlikle adım atmak zorunda kalacağının farkında olduğunu düşünüyorum. Bu adımları atmakta ayak direyecek ancak atacak diye düşünüyorum.

Umarım öyle olur. Çünkü böyle bir sürece destek vermemek çılgınlık olur, herkes için diyorum. Başbakan’ın başkanlık sistemine dair hedeflerini Kürtlerin desteği ile gerçekleştirebilmesi gibi bir endişe de var bazı kesimlerde. Çünkü demokratik yaklaşımları olmayan bir liderden söz ediyoruz. Demokrasiyi bence yaşadıkları yerlerde en etkin şekilde hayata geçirebilmiş olan, demokrasiyi bu kadar güzel, iyi tarif edebilen – yerinden yönetim, katılımcı demokrasi- Kürtler’in herhalde sağlam bir pozisyonu olacaktır. Çünkü Gezi olaylarıyla beraber birçok farklı kesim anladı ki, demokrasi, katılımcı demokrasi, yerinden yönetim olduğunda değerli. Öyle bir demokrasi lazım.

Arzu Demir
21 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; firatnews.com