Evrensel: Başbakan bizim adımıza tavır almamalı

Taksim Gezi Parkı’ndan tüm Türkiye’ye yayılan büyük halk direnişi sürerken, bu tarihi halk hareketinin nedenleri ve etkileriyle birlikte Başbakan’ın taviz vermez öfkeli üslubu da tartışılıyor, değerlendiriliyor. Bu hafta, Erdoğan’ın Afrika ziyaretinden önce sarf ettiği “Şu anda bizim evlerinde zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var” sözlerinden hareketle, diğer yüzde 50’nin yani AKP tabanını oluşturan muhafazakâr-mütedeyyin nüfusun direnişlere nasıl baktığı sorusuna yanıt aradık. Erdoğan’ın almamakta ısrar ettiği mesajı, AKP tabanı nasıl algılıyor? “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” cümlesinin AKP tabanında nasıl bir karşılığı var? 14 gündür süren eylemler, Türkiye’deki kutuplaşmayı arttırdı mı? Yanıtlar için hem AKP’yi, hem de AKP tabanını iyi bilen entelektüel bir isimle, ilahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal’la bir araya geldik.

hidayet-sefkatli-tuksal2

Size göre, Türkiye’nin 70 küsür ilinde ve ilçesinde insanları sokağa çıkaran, polisle çatıştıran sebep neydi?

Biliyorsunuz mesele Taksim Platformu’nun Gezi Parkı’ndaki bir eylemi olarak başladı. Kışla konusunda hükümetin inatlaşmasıyla böyle bir eylem başlatıldı. Ama ondan sonra hoşnutsuzluğu olan bütün kesimlerin katılımıyla büyüdü. Benim fikrim özellikle içki ile ilgili olarak insanların kendi hayat tarzları konusunda maruz kaldıkları aşağılayıcı ve dışlayıcı dilin çok etkili olduğu.

Bardağı taşıran son damla içki mi yani?

Evet.

O dolan bardağın içinde sizce başka neler var?

Genel olarak Başbakanın söylemi. Kürt sorunuyla ilgili yanı çok zikredilmiyor ama ben çözüm sürecinin aniden ve lider eksenli başlatılmasının da, bir sürü insanda huzursuzluk yarattığını düşünüyorum.

Bunu ulusalcı, ırkçı çevreler için mi söylüyorsunuz yoksa genel olarak mı?

Yani tabii ağırlıklı olarak CHP ve ulusalcı çevreler için söylüyorum ama Kürt meselesinde ezberleri güçlü olan her kesimde hoşnutsuzluk yarattı. AK Parti’nin kendi tabanında bile hoşnutsuzluk yarattığını gözlemledim. Fakat genel başkanlar çok net tavır koymadığı için, taban tepkisini nasıl ifade edeceğini bilemedi ama şimdi bu ortamda eline Türk bayrağı alıp ifade imkânı buldu. Ayrıca 3. köprü meselesi, köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi, Başbakanın baskın ve yargılayıcı söylemleri,  hatta bazı konularda hassasiyetleri yok sayan, inatlaşmacı tutumu insanları tepki göstermeye sevk etti diye düşünüyorum. Ancak şöyle bir unsur da var bence; bu hükümetin çatırdamasını uman ancak 2023 vizyonuyla vs. bir şekilde güçlenerek süreceğinden endişe duyan birtakım kesimler de bu ortamdan cesaretlendiler diye düşünüyorum. Tasfiyeci muhalif güçler bu eylemlerde bir cesaret kazandılar.

O halde siz Erdoğan ve kurmaylarının, 28 Şubat göndermelerine, dolayısıyla darbe tezine katılıyorsunuz?

Gezi Parkı ahalisi için hayır, darbe tezine katılmıyorum ama muhalif siyasi gruplar içinde böyle bir kesim olduğunu, hatta CHP tabanının böyle bir eğiliminin olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de demokrasi her kesim tarafından biraz, “kendimize demokrasi” olarak anlaşıldığı için demokrasinin gerçek kurumları, gerçek kuralları herkesin çok da ciddiye aldığı bir şey değil. Bunu sadece CHP tabanı için söyleyemem. Bu AK Parti tabanındaki insanlar için de söylenebilir. Dolayısıyla bu günah herkesin günahı diyeyim. Ama bu eylemlerde dillendirilse de dillendirilmese de normal yollarla pek gideceklerine ihtimal vermedikleri bir iktidarı yıpratmak, daha doğrusu Başbakanı yıpratmak ve tasfiye etmek gibi bir kastın olduğunu da düşünüyorum.

Alanlara baktığınızda bu arzunun karşılığını veya başarı kazanma şansını görüyor musunuz?

Evet, alanlara baktığımda, izlediğim bazı televizyon kanallarında bu arzuyu açıkça dillendiren insanları görüyorum ama bu eğilimin başarı kazanacağını düşünmüyorum. Şu nedenle; bu eylemlere katıldıkları halde Başbakan için “İnşallah adam istifa etmez, istifa ederse ne yaparız” diyen arkadaşlarım var. Ve bunlar hiç AK Parti’ye oy vermeyen insanlar, ama işte ekonomideki istikrar, güvenlik, savaş sürecinin sona erdirilmesi gibi gerekçelerle, bunu da ancak güçlü bir iktidarın yapabileceğini düşündükleri için, iktidarı eleştiren ama iktidarın gitmesini istemeyen önemli bir kesim var. AK Parti tabanı da Tayyip Bey bu kadar topun ağzına getirilince, daha duygusal, daha savunmacı bir refleksle kendisine sarılacak.

Başbakan kendi eliyle, kendisini topun ağzına getirmiyor mu? Nitekim Afrika’dan dönüşünde üslubunu daha da sertleştirerek tavizsiz tavrını sürdürdü…

Maalesef öyle. Başbakan’ın geri adım atma, uzlaşma anlamına gelebilecek, daha doğrusu tükürdüğünü yalama anlamına gelecek bir tavra girmediğini bugüne kadar gördük. Keşke en azından böyle gerilimli durumlarda hiç konuşmasa diyorum. Madem geri adım atamıyorsun, bari geri adım atacaklara fırsat ver, böylece uzlaşma ortamı sağlansın. Başbakan bu feraseti de göstermiyor. Dolayısıyla işleri zora sokuyor. Ama buna rağmen, AK Parti tabanının daha güçlü bir biçimde Başbakana sarılacağını düşünüyorum. Dolayısıyla alacağı oyda bir düşme beklemiyorum.

Yani Yalçın Akdoğan’ın “Erdoğan’ı yedirmeyiz” sözleri oya da dönüşecek?

Evet, bence öyle… Aslında AK Parti’de de herkes zengin olmadı, herkes mutlu olmadı, birçok sorunla yaşamaya devam ediyor insanlar. Ama başka bir alternatif göremedikleri için Başbakanın bu tavırlarını beğenmeseler de desteklemeye devam edeceklerini düşünüyorum.

Erdoğan Afrika’ya gitmeden “yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” demişti. Ardından havaalanı karşılamasında “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” sloganları geldi. Erdoğan’ın arkasında olmak bunu da içerir mi?

Başbakan insanları mitinglere çağırırsa kesinlikle gelirler, nitekim havaalanına karşılamaya da gittiler. Ama gidip de örneğin “Kadıköy’dekilere bir hadlerini bildirelim, onlarla kavga edelim” tavrına girmez insanlar. Barışçı ortama zarar verecek bir şey yapmamanın olgunluğuna sahipler bence. Bu “evde zor tutuyorum” cümlesi bence Başbakanın maksadı aşan sözlerinden biri.

Eylemler AKP tabanında huzursuzluğa yol açmadı mı peki?

Tabii ki, huzursuzluk var ama bu herkesin duyduğu huzursuzluk. Şöyle bir şey, barış ortamı bir şekilde yara alıyor. Bayrağı eline almış sana sallıyor mesela. Sen o bayrağın sahibi misin, nedir bu? Ne üzerinden? Ben çok sinirlendim. Gerçekten çok ajite edici bir şey hissediyorsunuz böyle bir durumla karşılaşınca.

BU HAREKET İKTİDARI DAHA DİKKATLİ OLMAYA SEVK EDECEK

Sizce Gezi direnişlerinin genel Türkiye siyasetine yansıması nasıl olacak?

Bundan sonra daha aktif bir siyaset, tepkilerin daha görünür bir biçimde ortaya konduğu, insanların birbirini cesaretlendirdiği siyasi aktiviteler göreceğimizi düşünüyorum. Yeni parti anlamında ne kadar yansıyacak bilmiyorum ama yine de bu cesaretlenmenin en azından iktidar partisini daha dengeli siyasi politikalar üretme noktasında dikkatli olmaya sevk edeceğini düşünüyorum. Bunu da olumlu bir şey olarak görüyorum.

AK PARTİ TABANI ALANLARA ÇIKANLARI DÜŞMAN OLARAK GÖRMÜYOR

Sizce AKP tabanı bu büyük direnişi nasıl okudu? Özgürlüklere, yaşam tarzına dokunulmasın diye mi değerlendiriyor, yoksa kendisine karşı bir dayatma olarak mı algılıyor?

AKP tabanı da homojen bir taban değil ki. Hiç içki içen yok mu AK Parti’ye oy verenler içinde? Var. Herkes çok mu mütedeyyin? Öyle bir şey yok. Hadi onu geçtik, bu AVM’lerdir, 3. köprüdür, yani çevre ile ilgili endişeleri olanlar yok mu AK Parti tabanında? Var. Dolayısıyla, başlangıçta eylemleri kendilerine yönelik bir tehdit olarak algıladıklarını zannetmiyorum. Hatta şunu söyleyeyim, bizim 400’den fazla kadının, birçoğunun da AK Partili olduğu bir mail grubumuz var. Oradaki yazışmalarımızda şunu bile önerenler oldu; “Gidelim alana, polisle göstericiler arasında etten bir duvar oluşturalım” ya da “Ne olur Başbakandan randevu isteyelim, şu balkon konuşmalarından birini yapsın”… Dolayısıyla o alanlara çıkanları düşman gibi gören bir zihniyete sahip değil insanlar. Ancak, belli politik gruplar var ki, onların tavır ve niyetlerini demokrasi içinde görmek mümkün değil.

TANSİYONUN YAVAŞ YAVAŞ DÜŞECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM

Başbakan, geri adım atmadığı gibi meseleyi küçümsemeye, işi çevre hassasiyetine indirgemeye devam ediyor. Ne yapmak istiyor?

Bu iş öncelikle çevre hassasiyetinden çıktı. Taksim Platformu, bu hassasiyeti sahiplenmeye devam ediyor ki bu da küçük bir mesele değil. Ancak farklı talepler için sokağa çıkan gruplara karşı da Başbakanın dili, tavrı çok önemli. Ve biz dindar kadınlar olarak ondan, kesinlikle herkesin başbakanı olduğunu hatırlamasını ve vatandaşlarının bir bölümüne başka bir bölümü adına tavır almamasını istiyoruz. Başbakan bizim adımıza, hayat tarzı bizim gibi olmayanlara tavır almamalı, aşağılamamalı, dışlamamalı ve mütevazı olmalı. Benim çağrım böyle. Birçok insanın da böyle düşündüğünü, bunu istediğini biliyorum.

Aldığı tutuma bakarak, Başbakanın stratejisi için ne söylersiniz? İşin içinden nasıl çıkacak?

Ben tansiyonun yavaş yavaş düşeceğini düşünüyorum. Çünkü hem Erdoğan’ın kişisel yapısı hızlı dönüşlere müsait değil, hem de bunun bir yol olmasından da endişe ederler. Hiçbir siyasi irade de bence bu kadar keskin adım atmaz.

Bir röportajınızda, Erdoğan’ın DYP’den ve Has Parti’den yaptığı transferlerle en küçük bir oy kaybına bile tahammül edemediğini gösterdiğini söylemiştiniz. Aralarında kendisine de oy verenlerin olduğu bu büyük kitleyi bu kadar karşısına alması çelişen bir tutum değil mi?

Tabii, çelişen bir tutum. Siyaseten hangi akılla, hangi faydayı umarak bunlar yapılıyor, bilmiyoruz.

ANLAŞMAZLIK KONTROLLÜ GÖTÜRÜLMEYE ÇALIŞILIYOR

Sizce bu hareket AKP’yi nasıl etkileyecek?

Nasıl etkileyecek, bunu tam olarak bilemem ama “Nasıl etkileri olmasını isterim”i söyleyeyim. Bu yaşadığımız şeylerin AK Parti’ye daha doğrusu AK Parti yöneticilerine, vatandaşa rağmen bir şey yapamayacaklarını, yaptıkları zaman da bunun kabul edilmeyeceğini ve bir şekilde insanların sokaklara çıkıp protestolarını göstereceklerini çok güçlü bir biçimde deneyimleme fırsatı verdi. Mesajın böyle alınmış olmasını çok temenni ediyorum.

Gül ve Erdoğan için “ayrı düştüler” tezleri bu dönemde de dillendiriliyor ve direnişlerin AKP içindeki ayrışmaları derinleştireceği,  yeni çatlaklara yol açacağı söyleniyor. Siz bir ayrışma bekliyor musunuz?

Çok yakın zamanda bir şey beklemiyorum. Çünkü bir insanın üzerine bu kadar gidildiği zaman, o kişi aynı zamanda bir mağdur oluyor. Ve o mağduriyet hissi, “evet, biz onun hatasını görüyoruz ama arkasında da duruyoruz” psikolojisini de yaratıyor. Dolayısıyla eylemlerin böyle bir etkisinin olacağını düşünüyorum. Kabul etmek lazım, Erdoğan bütün hatalarına rağmen bu yapıyı bir arada tutan kişi. Yani Abdullah Gül de iyi bir siyasetçi vs. ama Erdoğan gibi bu yapıyı bir arada tutabilir miydi bilmiyoruz. Bazen diyelim Gülen Cemaati ile AK Parti arasında bazı huzursuzlukların olduğu ortaya çıkıyor, fakat buna rağmen ben ne Gülen’in cemaatini AK Partiye karşı yönlendireceğini düşünüyorum ne de AK Parti’nin Gülen’e karşı tavır alabileceğini sanıyorum. Çünkü iki taban iç içe geçmiş durumda, insanlar hem Başbakanı hem Gülen’i seviyor. Yani ikisi arasındaki huzursuzluk iki tarafta da kırılmaya yol açabilir. Liderler bunun farkında, dolayısıyla anlaşmazlık durumunu da kontrollü götürmeye çalışıyorlar.

KUTUPLAŞMA KRİZ ZAMANLARINDA DAHA KESKİN HALE GELİYOR

Eylemlere kutuplaşma tartışmaları üzerinden baktığınızda ne söylersiniz? Gezi Parkı eylemleri, Türkiye’deki seküler nüfusla, muhafazakâr nüfus arasındaki kutuplaşmayı derinleştirmiş mi oldu?

Biz hemen hepimiz öyle ailelere sahibiz ki, bu ailelerin içinde hem dindar insanlar var, hem daha seküler yaşam biçimini benimsemiş insanlar var. Dolayısıyla bu yeni bir şey değil. Evet, bir kutuplaşma var ama aynı zamanda o insanlar akrabalık ilişkilerini, karı koca ilişkilerini, toplumsal ilişkilerini sürdürüyor. Yani böyle özel kriz zamanlarında bu kutuplaşma daha keskin bir hale gelebiliyor hatta zaman zaman düşmanca bir söyleme dönüşebiliyor ama onun dışında günlük yaşamda herkesin bir aklı selimi var. AK Parti iktidarıyla birlikte giderek artan bir kutuplaşmanın olduğunu seküler çevreler çok söyledi ama ben de şunu söylüyorum; AK Parti gelmeden önce kutuplaşma yok muydu? O zaman kutbun bir tarafı, yani seküler kesimin “normal” kabul edildiği tarafı egemen olduğu için, diğer kesimin hissettiği dışlanmışlık ya da “kutbun öbür tarafı” olma psikolojisinden çok haberleri yoktu. Dindar insanlar bu kutuplaşmanın hep farkında oldular zaten, seküler kesim ise ancak kendi konumları değişince böyle bir kutuplaşmanın farkına vardılar. Ama bu bizim 80 senelik kutuplaşmamız. Yeni bir şey değil. Fakat halk olarak bunu siyasiler kadar gergin yaşamadığımızı düşünüyorum. Ben halkın sağduyusunun, birlikte yaşama kültürünün belli bir olgunlukta olduğunu düşünüyorum ve o kadar endişeli değilim. Ama bu kriz, doğru okunmayıp yanlış tavırlara devam edilirse, ne olacağını konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değil.

BAŞBAKANIN NİYETİ İÇKİ ÜZERİNDEN TARAFTAR KİTLESİ ÜRETMEKSE, BU AKILLI BİR STRATEJİ DEĞİL

Başbakan attığı her adımı anketlerle ölçtüren, nabzı elinde tutan, bununla da övünen bir lider. Otoriter tavrın halkta tepki biriktirdiğini görmedi mi?

Göremiyor demek ki! Başbakanın diline hâkim olamadığını düşünüyorum. Veya çok yorulduğunu düşünüyorum. Bana göre asıl sıkıntı, baştan beri bir katılımcı demokrasi modelinin inşa edilememesinde yatıyor. Yani her şeye küçük bir grupla karar vermenin, artık demokratik hassasiyetleri bu kadar gelişmiş, -özellikle yeni nesilde- bir toplumda kabul görmeyeceğini, düşünemiyor, bunun yol açacağı etkileri hesaplayamıyor.

Hesaplayamadığı için mi, yoksa o etkiyi ciddiye almadığı için mi?

Ciddiye almıyor da olabilir. Ama şu içki meselesiyle ilgili şunu söyleyeyim; Kuran’da içkiyle ilgili ifadeler rasyonel ve açıklayıcıdır, içkinin zararı anlatılır ama içenlere karşı bir aşağılama yoktur. Böyle bir referansa rağmen başbakanın hiddetli bir biçimde tutum alması hiç doğru değil, çünkü kendisi içmese bile bunu bir yaşam kültürü olarak gören insanlar var. İçki karşıtlığı üzerinden bir taraftar kitlesi üretmekse Başbakanın niyeti, bu çok akıllı bir strateji değil. Gezi direnişlerinden önce de, Başbakanın son dönemde 4+4+4 düzenlemesinden, türbanın kısmi olsa da kamuya açılmasına, kürtajdan, sigara ve içki gibi yasa ve düzenlemelerle muhafazakâr tabana çalıştığı değerlendirmeleri yapılıyordu.

Öyle midir sizce de?

Tabanın bazı özgürlüklere ihtiyacı var tabii ama başkalarının özgürlüklerinin kısıtlanmasına hiç ihtiyacı yok. Tabanın böyle bir derdinin olduğunu ben hiç hissetmedim.

Dindar tabanın böylesi talepleri olmasa da, bu düzenlemeler memnuniyet yaratmamış mıdır?

Onu da hissetmedim. Çünkü geçmiş tecrübelerimiz bize çok şey öğretti. İnsanlar birbirlerini baskı altına almadıktan sonra, herkesin kendi istediği şekilde yaşaması aslında birbirimizin özgürlüklerinin garantisi durumunda. Yani sizin özgürlüğünüz benim özgürlüğümün garantisi, benim özgür olmam sizin özgürlüğünüzün garantisi. Ben tabanın böyle dertleri olduğunu hiç zannetmiyorum. Zaten o tabanın arasında yaşıyorum, “Aman da bu içki içenlerin aşağılanması çok iyi oldu” filan gibi bir şey hiç duymadım. O yüzden de bir anlam veremiyorum. Belki yüzde 10’luk bir kesim bundan memnun olabilir ama yüzde 40’lık AK Parti tabanının böyle bir derdi yok. AK Parti tabanı şu ülkede başka insanlar gibi huzur istiyor, toplumsal barış ve uzlaşma istiyor. İçki içen insanların içki içmeyen insanlara bir zararı yok ki, ne diye bu iş için kalkıp da bir propaganda yapacak. O yüzden anlayamıyorum, hiç anlayamıyorum.

‘SİZ BU ÇOK HAYRAN TAVIRLARINIZLA BAŞBAKANA EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YAPIYORSUNUZ’

“Erdoğan’a gerçekleri söyleyin” çağrısı, sadece liberal yazarlarca değil, muhafazakâr hatta cemaat yanlısı yazarlardan da yapılıyor. Erdoğan’a gerçekleri söylemek, onu eleştirmek bu kadar zor mudur gerçekten?

Kolay değil tabi ama bunda sadece Başbakanın suçu yok. AK Parti’de görev alan kadın arkadaşlarım var. Onlara yılladır şunu söylüyorum: “Siz, bu çok hayran tavırlarınız ve eleştiriden kaçınarak Başbakanın yaptığı her şeye bir mazeret bulmanızla aslında en büyük kötülüğü ona yapıyorsunuz. Fakat lider kültü sadece AK Parti için geçerli değil, her partide, grupta var. İslâmi literatürde “kadınlar yönetici olamaz” tartışması vardır, buna gerekçe olarak da “kadınların duygusal olmaları” gösterilir. Şimdi Başbakanın bütün duygusal hallerini 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak seyrediyoruz. Gerçekten de duygusallık aklın önüne geçtiği zaman özellikle kriz durumlarında, hani olumlu bir şey de yaratabilir aslında ama burada olumlu değil, tam tersine olumsuz bir şey yaratıyor. Yani hiç olmazsa bu noktadan bakıp, kendisine çeki düzen vermesi gerekiyor.  Başka şeyleri bırakıp, kendi referanslarına bile baksa, şu andaki tutumunun ideal bir yönetici tutumu olmadığını görecektir, çünkü ideal tutum, adalet, hikmet ve yumuşaklık üzerine kurulur bu referanslara göre.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE RÖLANTİ DEĞİL HAZIM SÜRECİ YAŞANIYOR

Bir yandan da “Gezi Parkı direnişi çözüm sürecini etkiler mi” tartışması var. Siz etkileneceğini düşünüyor musunuz?

Etkilenmeyecektir, etkilenmemeli. Çünkü çözüm isteyen çok büyük bir kesim var. Şu anda çözümün sadece rüzgârı geldi, ama normalleşme var, konuşabilme var, rahatlama var, çocukların hayatta kalması var. Dolayısıyla buradan kesinlikle hiçbir şekilde geri adım atılmayacağını düşünüyorum. İki taraf için de…

Ancak AKP hükümetinin çözüm sürecinin barışa evrilmesi yolunda atması gereken adımları atmada istekli olmadığı, en azından rölantiye aldığına ilişkin eleştiriler var…

Ben çözüm sürecinin rölantiye alındığını düşünmüyorum. Şöyle bir şey var; kendisini Türk tarafında gören insanların yıllardır o kadar çok beyinleri yıkandı ki, Kürt meselesini bir gruba, bir örgüte, bir lidere ve onları destekleyenlere yönelik bir düşmanlık duygusu içinde algıladılar yıllarca. Buna AK Parti de katkıda bulundu. Çözüm öncesi süreçte Başbakanın dili gayet milliyetçi bir dildi. AK Parti tabanında da bu düşmanlık duyguları var. Mesela barış süreci ilan edildi, bunu ilan eden Başbakan olmasına rağmen, birçok insanın ağzını bıçak açmadı. Memnun olmadılar. Hatta bunun üzerine ben “kutsal nefretimizden vazgeçemiyoruz” diye bir yazı yazdım. Türk tarafında böyle bir kutsal nefret var. Kürt tarafı çok politikleşmiş bir halk, talepleri çok belli, ne istediklerini biliyorlar zaten. Ben Kürt tarafının barışa hazır olduğunu ama Türk tarafının hazır olmadığını düşünüyorum. Bütün bu akil adam meseleleri, kiminle uğraşıyor? Türk tarafıyla uğraşıyor. Diyarbakır’da bir kadın buluşması düzenledik dindar, muhafazakâr kadınlar olarak. Ama karma bir toplantıydı. Birçok arkadaşımız içlerinden tepki hissettiler bazı şeylere. Çünkü Kürt tarafının diline, hissiyatına alışkın değiller. Ben kendimde bile bunu görüyorum bazen. Dediğim gibi yıllardır beyni yıkanmış bir kitleyiz biz. Dolayısıyla ben bu sürecin, bugün Newroz konuşması yapıldı, ertesi gün şu yapılacak, bu yapılacak çabukluğunda olabileceğini zannetmiyorum. Öyle bir şey yapılsaydı bu meydanlar çok daha önceden dolardı.

Buna olumsuz reaksiyon gösterilirdi yani?

Tabii ki. O nedenle biraz temkinli davranılıyor, yani hangi araçlar devreye sokulabilir, ne yapılabilir, bunlar düşünülüyor, taşınılıyor vs. O yüzden ben rölantiye alınmış bir şey görmüyorum. Çözüm sürecinin Türk tarafında kabul görmesi için hazım süreci yaşanıyor. Ben öyle bakıyorum.

O halde BDP’nin Gezi direnişlerinde görünür olmamasını doğru mu buluyorsunuz?

Evet. Ana gövdesiyle katılmamasını doğru bir politika olarak gördüm. Çünkü o alanlar bambaşka bir hale dönebilirdi eğer oraya Kürt kitlesi gelseydi. Bence BDP adına yapılan açıklamalar, kitlesi orada olsa da olmasa da bir duruş neticede. Dolayısıyla temkinli bir davranış olarak görüyorum ki ben BDP kitlesinden kimsenin katılmadığını düşünmüyorum. Sadece BDP’li olduklarını anlamadık diyelim. Dolayısıyla katılmamakla bence en azından çözüm sürecinin selameti bakımından doğru bir şey yaptılar. Ama tavırlarını koydular.

HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL

İlahiyat araştırmacısı, kadın hakları savunucusu ve köşe yazarı. “Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri” isimli bir kitabı (doktora tezi) var. Kurucuları arasında yer aldığı Başkent Kadın Platformu’nun iki dönem başkanlığını yaptı. Tuksal, STGM, ÖZERKDER, CEİD ve HYD üyesidir.

Serpil İlgün
10 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net