Evrensel: Eskiden kalabalıktan kaçardım şimdi kalabalıktan çıkamıyorum

Dizilerin meşhur oyuncularını gören vatandaşlar, birbirine işaret edip gösteriyor. Kimi uzaktan fotoğraflarını çekiyor, kimi cesaretini toplayıp yan yana poz vermelerini rica ediyor. Burası alışveriş merkezi değil, şehrin ortasına AVM yapılmasını istemeyenlerin buluştuğu Gezi Parkı. Halkın ranta ve saldırganlığa karşı yaşamı savunmak için bir araya geldiği parkta en görünür olan kesimlerden biri oyuncular, sinemacılar. Biri de Şebnem Sönmez.

sebnemdonmez

Gezi Parkı eylemlerinin başından beri birçok üyesiyle içinde olan Oyuncular Sendikası’nın genel sekreteri de o, medya sansürüne karşı yapılan açıklamayı okuyan kişi de. Parktaki birçokları için çoktan “Şebnem abla” olan oyuncu ile Taksim’e sığmayan coşku ve dayanışmanın nereden nereye geldiğini konuştuk.

Oyuncu Sendikası Taksim Dayanışmanın başından beri içinde mi?
Hayır, biz son anda dahil olduk aslında. Söylemekten hep imtina ettim ama söylemeliyim; görünür olduğumuz için sanatçıların ve Oyuncular Sendikası’nın her yerde olması isteniyor ama bu mümkün değil, hem fiziki olarak hem de ajanda olarak. Yanında olmak istediğimiz çok çağrı alıyoruz ama hepsine nasıl gidelim? Ama bu başka bir şey. Taksim Dayanışma iki senedir bu konu üzerine çalışmış, çoktan fizibiliteyi çıkarmış, bu durumun hukuki olmadığını yetkililere sunmuş durumdaydı. Yaşadığımız şehirde, hepimize ait kamu alanına sahip çıkmaktı konu, görünürlüğümüzü kullanıp ne yapabileceksek yapalım dedik.

Taksim Dayanışma’ya katıldığımız ilk toplantı 25 Mayıs’tı. Müdahaleden iki gün önce. Ben gittim örgüt adına ve bizim de iletişim görevine talip olduğumuzu söyledim. Kabul gördü. Üniversite öğrencileri kendi kendilerine gelip, gece nöbet tutmaya karar verdi. İlk gün çok güzeldi. Çadırlar geldi, Park’a yayılındı, kumanyalar geldi… Bir hareketlenme vardı. Oyuncular Sendikasından Deniz Atam çok işkillendi polislerin bakışından, “gözcü koyalım” dedi, koyduk. Çıktığımda saat 3’dü, 7’de nöbete geleceğim. Saat 4.15’de Deniz aradı, “kalk gel bir şey olacak” dedi. Nasıl kalktığımı bilmiyorum. Sıraselviler’in girişinde simsiyah dumanlar vardı. Dozer girmiş, çadırlar yakılmış. Çocuklar dışarıya kaçmaya çalışıyorlar. 20 çocuğu kafeye götürdük. Devin’le (Özgür Çınar) çocukları rahatlattık. Ama içeride de çocuklar varmış. İçerideki çocukları almak için polislere, rica ettim. Arkadan bir polis çıktı. Onun bana ettiği küfrü… size söyleyemem de zaten hatırlamak da istemiyorum… Ben o kadar korkmadım hayatım boyunca. Üstüme yürüdü, elindeki telsizi kafama vurmak üzere kaldırdı. Bir kez yatak odamda bir adam görmüştüm. Hırsız girmişti eve. Korkudan bağırdım adama, sesimden korkup kaçmıştı. O geldi aklıma ama bu daha beter bir şeydi. “Şu anda çok korkuyorum senden, gidiyorum ama geri geleceğim” dedim. 45 dakika sonra alana girebildik. Her şey yanmış, bazı hayvanlar ölmüştü. Kalan çocukları çıkarttık. Bir çocuğu ellerimizle taşıdık. Hazar… -nasıl güzel bir çocuk öyle- Çok kötü dövmüşler, testislerine vurmuşlar. 13. taksi durdu. Bir amca. Şişli Etfal’e götürdüler. Testislerinden ameliyat oldu hemen.

MAHALLEDE YAŞIYORUZ ARTIK

Oyuncularla halk arasındaki ilişki de çok enteresan bir hal almadı mı artık?
Oyuncu falan yok burada, bütün kimliğini sıyırdığın bir yerdeyiz. Benim oyuncu kimliğime değmiyor ki o gaz. O korku, şiddet benim mesleğime dokunmuyor, soğancığımdaki yaşama arzusuna dokunuyor. Ne oyuncusu! Ben de gaz yedim, siz de. O zaman beraberiz, hiçbir farkımız yok. Oyuncu olduğumda; insanlar arasına girdiğimi gördünüz mü? Sıkılıyorum ilgiden alakadan. Taksim’den Levent’e ben de metroya binerek 7 dakikada gitmek istiyorum 3 liraya ama 45 dakikada ve 50 liraya gidiyorum taksiyle. Şimdiyse kalabalığın içine girmezsem kendimi rahatsız hissediyorum. Ben onları tanımak istiyorum. İş bu kadar tersine döndü. Çok güzel bu. İlk gün, 250 polis, 120 uyuyan çocuğa saldırdı. Twitter’dan duyurmaya başladık. Çoklaşırsak bir şey olmaz diye düşündüm. 1000’den fazla insan geldi. Öğlene kadar 5 bin kişi oldu. Akşam sirkülasyonla 25 bin. Acayip bir ağ kuruldu. Bu nasıl oldu bana sormayın, bilmiyorum. Bunu ben yapamam, Vali Mutlu da yapamaz, kimse yapamaz. 1 Mayıs’ta ne oldu? Çukura düşmeyeyim diye vali gaz sıktı bana. Şimdi 200 bin kişi var kimse çukura düşmedi. Kim açıklayacak bunu?

ÜNSÜZ OYUNCULAR HEP ORADAYDI

Diğer oyuncular ne zaman katıldı bu işe?
İstanbul’da olanlar 3. günden itibaren gelmeye başladı. Bizde de ünlü ünsüz ayrımı var. Ünlüler 4. gün gelmeye başladı. Olayın vahametini anlamışlardı ama patronları var, izin vermezler ki. Gelmiyorum dediğinde keyfi bir şey ise, çok büyük tazminat ödemek durumunda kalırsın. Yavaş yavaş setler aramaya başladı. İlk arayan Yağmur’la Durul’dur (Taylan), Muhteşem Yüzyıl. “Biz ziyarete gelmek istiyoruz bütün set olarak” dedi. İlk gelen ünlüler onlardı. Ünsüzler hep oradaydı aslında. Fatih’i oynayan Devrim (Evin) ilk günden oradaydı. Köprü açılışı davetine de gitmedi. “İnsanın canı kıymetli” dedi. Ne parayı, ne pulu, ne geleceği, ne kariyeri umursadı. Hepimiz bunu dedik. Ama onunki başka türlü bir zorluk taşıyor. Fatih’i oynuyor, özel olarak köprü açılışına davet edilmiş… Devrim Evin çaktırmadan da değil, açıkladı ve köprüye değil buraya geldi. Medyaya karşı ilk açıklamayı yapan oyuncular oldu. Bu kanallar onların patronları bir şekilde… Oyuncular bu süreçte kendi kariyerleri açısından büyük de bir risk almış olmadılar mı? Vatandaş oraları bilemez, bilmesine de gerek yok tabii ama biz oyuncular hayatımızı bu işten sürdürüyoruz. “Ne iş olsa yaparım” olmaz bizim için, başka bir şey yapamaz oyuncu. Biz böyle yaptığımızda kendimizi riske atmış oluyoruz. Ben basın bildirisini okuduğum zaman başıma gelecekleri biliyor ama hiç umursamıyordum. Sıkıldık bu patronlardan çünkü. Bu hukuksuzluktan, dayatmadan, sözleşmelerden sıkıldık. Patronların altında yapımcı var ama o da taşeron. Seyirci, sevdiğini görmek için izler diziyi, yapımcı için değil. Yapımcılar değişir ama benim yüzüm değişmez. Oyuncu kendi elleriyle bunu bırakıyor. Biz bize yakıştırılan kimlikleri, yakıştırmaları, itibarsızlaştırmaları bir anda terk ettik ve bunu konuşarak yapmadık. Herkes kendi kendine yaptı. “Yeter” dedi. O yüzden bu bir sivil direniş.

KORKU DUVARINI AŞTIM

En çok öne çıkan oyunculardan biri olarak kişisel tepki de aldınız galiba…
Çok var. İçinde suç unsuru bulunduranlar da var, küfürler de. Örneğin;  “Kahpe”, “kışkırtıcı provokatör”, “insanları oraya diktiğin gibi çekmeyi de bileceksin orospu”, “biz biliyoruz senin ne yaptığını, insanları kandır bakalım ağaçlar için, adresin elimizde” gibi binlerce mesaj aldım. “Durdur bu şiddeti diyorum sana!” diyen var. Comandante Che Guevara’mışım ben meğer, biliyor muydunuz bunu? Ben bir kere korktum, 27’sinde o polisi gördüm. Onu anlatabilmek için bu olayların dinmesi, taleplerimizin kesinlikle yerine getirilmesi,  benim de bir tatile çıkmam ve bir kısa hikaye yazmam lazım. O anı bir hikaye ile anlatabilirim. Korku odur. Ben o korku duvarı aştım. Kimden korkacağım, neden korkacağım? İnsanlar bana “cevap verme Şebnem” diyor. Onun yazdığı şey görünmüyor, takipçi sayısı 20-25… Ama ben ona yazdığımda görünüyor. DM’ye (direk mesaj) gelin diyor. Neden geleyim? Meydandayım meydanda devam edeceğim. Prim vermeyince gidiyorlar, yenileri geliyor. Kaçtıkça kovalanıyorsun. Neden kaçacağım ben? Kabahatim yok ki. Cezai sonuç doğuracak bir eylemim yok ki. Hakaret etmedim ki onlara. Polise hakaret etmemişim, yardakçılarına niye edeyim?

Pazara kadar ne olacağını bilmiyoruz. Her şey bir tarafa bugünden yarına ne olursa olsun ne söyleyeceğiz?
Hiçbir şey eskisi gibi olamaz artık. “Ne olur?” diye sorarsan Nostradamus değilim. Ama korkuyu kaybettik, korkumuz yok artık. İfade özgürlüğümüzü kazandık.

KORKU AŞILINCA MİZAH PATLAR

Park’ta müthiş bir üretim var. Bu komünal yaşamın sanatı da burada doğuyor diyebilir miyiz?
Tam bir rönesans. Bu kadar sindirilme, bastırılma bir anda patlar tabii. Sokak yazılarını görüyoruz, insanlar içindekileri kusuyor. Erdil Yaşaroğlu ve mizahçı tayfası “peki ben ne yazacağım ne çizeceğim, tavana bakıyorum, herkes mizahçı” oldu diye veryansın ediyor. Korku aşılınca mizah patlar. Sanat açısından da kendini doğuracak, göreceğiz. Bugün oyun yazarları toplanıp oyun yazdılar. Ben cumartesi günü oynayacağım mesela, herkes oynayacak. Ne oyunu olduğunu bilmiyorum ama “tamam” dedim. Çünkü onlara güveniyorum.

ŞU ANDA BAŞKA BİR KADINI OYNAYAMAM

İnsanlar günlerdir dizi de izlemiyor…
İzlemesinler tabii. Dün Sine-Sen 500 kişi yürüdü. DİSK’in açıklamasına uydu ve 6 set iş bıraktı. Arkadaşım olan yönetmenler, Sadullah (Şentürk), Taylan Kardeşler gibi, “biz çekemeyeceğiz bu durumlar varken ne yapalım” diye sordu. Bırakın yapamıyorsanız dendi ve onlar da bıraktı. Sözleşmenin maddeleri çok ağırdır bizde ve tek taraflıdır. Oyuncular Sendikası buna karşı çıkıyor ama değişmiyor 2 senedir. Herhalde bu da değişecek artık, değişmek durumunda. Çünkü orada da deli gibi toplantılar oluyor. Biz çok toplandık, artık onlar da davranacaklar. Yalan Dünya da çekmeyecek bu hafta. Telefonlar susmuyor, sendikalı sendikasız her oyuncu arıyor. Üye sayımız arttı birden bire. “Ben oynamak istemiyorum ne yapacağım” diyenler, “oraya gitmek istiyorum” veya “evde korunmak istiyorum” diyenler. “Can güvenliğimden korkuyorum”, ya da “içim rahat değil yapamıyorum, ne yapacağız sendika?” diye aradılar. Sete gitmek istemeyen arkadaşımız varsa hukukçu burada yardımcı olsun diye 500 oyuncu toplandık. Çok farklı görüşler oldu ama ben kendi psikolojimi forma sokarak bir iş yapıyorum. Ruhumla bir iş yapıyorum ve ruhum bozuk, iyi değilim. Ben bunu söyleyip, rapor alabilirim. Ben dizi çekmiyorum ama çekseydim arar “ben gelemeyeceğim “Gezi’ye gidiyorum” derdim. Bir film çekmedim mesela. Şu anda başka bir kadın olmaya çalışamam. Asıl kadın kim ben onun peşindeyim, bana bir şey oluyor ve onu bulmaya çalışıyorum daha, başka bir şey olamam. Bu nedenle de kabul etmedim. Bütün oyuncu arkadaşlarım da kendilerini oynamak istiyor şu sıralar.

BUGÜNE KADAR ÇOK DÜŞÜNDÜM ARTIK DAVRANIYORUM

Alternatifsizliği ile de birleşen bir eğilimle yılların solcu abileri ablaları dahi AKP’nin en doğru en demokrat seçenek olduğunu düşünüyorlardı bir süredir. Gezi Parkı mücadelesi bu cenahı nasıl etkiledi sizce?
Her şeyin değiştiğini düşünüyorum. Bugüne kadar hep düşündüm ama artık düşünmeyi bırakıp, davranıyorum. Düşüncesizce davranıyorum anlamına gelmiyor bu. Çok düşünmüştük. AKP aldık karşısına CHP’yi koyduk, o onu yendi, BDP çıktı bişey söyledi AKP’yi yendi, sonra barış süreci oldu AKP BDP’yi yendi, biz düşündük.  Skor sıfır, gol yok. Biz şimdi gol istiyoruz. Nedir gol? Beni azarlama, aşağılama beni. Ben burada yaşıyorum, insanım. Bana kürsüden parmak sallama, hakaret etme. Ben o yüzde ellinin içinde olmayan insan olarak söylüyorum ki senin başbakanım olmana izin verdim. Tabii veririm çünkü yüzde 50 bir seçmenin var. Çok iyi çalışan bir örgütsün. Helal olsun dedim birçok kere. Ben de çalışsaydım başka bir şey olurdu. Bizim de içinde olduğumuz diğerlerinin tembellik içinde olduğunu düşünüyorum. Tembellik de benim çok düşünmemden. Bundan sonra davranıyorum. Demokratik biriysen AKM’nin kapatılması ile ilgili bana soracaksın çünkü sanatçı benim. Devlet Tiyatrosuna bir karar getirmeyeceksin. Ödenekli tiyatrolar için karar almayacaksın. Muhatabı ile sivil diyaloga gireceksin, girmedin. Akil insan heyeti nedir? Ben arif insan heyeti kuracağım. Çünkü diğerleri arif insan oldu. Yürüsün gitsin millet. TTB var, TMMOB var, bilim insanları var. Sen bilimi, sanatı nasıl küçümsüyorsun? Sana izin verdim, başbakanım olarak 10 yıldır seni dinliyorum. Sen beni nasıl dinlemiyorsun, çok ayıp değil mi? Bu zamana kadar ne kadar demokrat bir tavır sergilerse sergilesin ben yine oy vermedim yine vermeyeceğim. Şimdi başka ama, artık ben bu adamı sevmiyorum. Çünkü bana öfke ile şiddet uyguladı. Yüzde 50’yi zor tutuyorum ne demek? Bir insan evladı bunu söyleyebilir mi? “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde” dedi, oldu işte.

BAŞINDAN BERİ BURADA OLAN MUHABİRLERE SARILMAK İSTİYORUM

Kelebek’te bugün birinci sayfa Gezi Parkı’na katılan ünlülerle ilgili. “Yeni sevgilisi ile gezi parkındaydı” falan da var, “Tarkan maske ile halkı selamladı” da. Magazin de mi yüzünü Gezi Parkı’na döndü?
Dönmezse kendi utansın. Gezi herkesin, herkes istediği gibi gelecek, davranacak. Medyanın tutumunu eleştirdiğimiz basın duyurusundan 22 dakika sonra insanlar Habertürk’ün binasına gitti, ertesi gün NTV’nin önüne. Dalga değişti birden bire, basının kararı değişti. Zorunda kaldılar, hatalarını itiraf ettiler. Canlı yayın kameraları sadece alanı gösteriyor, parka da girsin. Halk büyük bir neşe içinde Ankara’yı, Rize’yi umursamıyor görüntüleri oluyor. İlk günden beri burada olan bütün muhabir arkadaşlara nasıl sarılasım var anlatamam. Özellikle Hayat Televizyonu. Gaza, suya rağmen çok güzel çalıştılar. Çekiyoruz ama yayınlatmayacaklar diyenler de çoktu. Çok üzgündüler. Onların da yanında duruyorum. Helal olsun. Çek 10 dakika, kaç sonra, nasılsa yayınlanmayacak ama kaçmadılar. İyi ki de yaptılar, sonra yayınlandı çünkü.

40 KİŞİLİK BİR ÖRGÜT YAPTI BUNLARI

Oyuncular sendikası en genç sendika. Ayrıca örgütlenmesi beklenmeyen, çok para kazanıldığı düşünüldüğünden halk nezdinde örgütlenmesi çok da lüzumlu görünmeyen bir sendika da belki. Sendikanız bu süreci en örgütlü karşılayan, üyelerini demokratik bir şekilde eyleme dahil eden sendika oldu. Oyuncu Sendikasının bu kadar etkin olabilmesini neye bağlıyorsunuz?
RTE’ye bağlıyorum, çok hayırlı bir şey yaptı, hepimizi örgütledi. Bizim yapamadığımızı o yaptı, şükran duyuyorum kendisine. Ben yapamamıştım bunu, iki senedir çalışıyorum. Meslektaşlarıma buradaki örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatma çalıştık sendika olarak. İkna ettik çünkü biz iyi çalışıyoruz. Bir metal işçisi bir tekel işçisi ile kendini aynı yerde hisseder çünkü işe girer girmez hemen sigortası yapılır. Girer girmez bilir ki işçidir. Ben bin yıldır çalışmışım, işçi olduğumu fark etmemişim. İşçi olduğumuzu anladığımız zaman kurduk biz sendikayı. Türkiye’nin tamamında 10 bin tane oyuncu olduğunu bulduk.  Bizim üye sayımız bin iki yüz küsur. Bakanlıkça görünen resmi rakamımız ise 40 kişi. Çünkü SSK’lı olarak çalışan 40 kişi var. O 40’ın içinde 9 kişi var yönetim kurulu. Resmi olarak 40 kişilik bir örgüt bunları yaptı yani. Biz çok büyük kararları tüm üyeler olarak hep birlikte alıyoruz. Bir oyuncunun ne kadar kazandığını çok merak ediyor insanlar. Diyelim ki ben ayda 60 bin TL kazanıyorum. Bu parayı kazanıyorum diye durmaksızın 36 saat çalışmak reva mıdır? Öyle bir şey yok. Bunu kim söylüyorsa ayıp. THY direnişçilerine küfrediyorlar. Böyle bir şey olur mu? 5 bin TL alıyorlar evet ama o kırmızı rujlu hosteslerimiz, manken değil, doktor kadar eğitimli insanlar. Pilotlardan ikisine bir şey olduğunda kabin amiri uçağı uçurabilecek kadar bilgi sahibi. Çok ağır eğitimden geçiyorlar. O insanların yaşam ömrü maruz kaldıkları yüksek basınç sebebi ile hepimizden ortalama 10 yıl kadar eksik, iç organları dağılıyor. Adrenalin pompalamaktan beyin fonksiyonları başkalaşıyor.

Ali Kırca da SSK’lı çalışıyor. Olmazsa o kanaldan içeri girip yayın yapamaz. Neden reklamlarda beni kullanıyor, annemi kullanmıyor? Neden beni görmek istiyorsun çocuklar yararına bir şey yaptığında? Ünlü bir oyuncu olmasam beni istiyor musun? Benim insanları çağırabileceğimi düşünüyorsun, bende bir güvenilirlik olduğunu düşünüyorsun. Tabii ki vereceksin, o imaj değerdir. Ama ben evimde kendi rolümü yapıp sana gönderebiliyor muyum? Sen diyorsun ki şu saatte şurada ol. Bir süre koydun, şunu yap diyorsun. “Saçın benim” diyorsun bişiler yapıyorsun saçıma, “kıçın benim” diyorsun bir şey giydiriyorsun. Ben sana bağlı çalışıyorum, ben nasıl esnaf olurum, işçiyiz tabii.  Ben bunu yaparken 36 saat bilfiil aynı şahanelikte ve güzellikte aynı şekilde durmak durumundayım. Nasıl olacak o iş? 12 saat sonra bedenim diyor ki “uyuyorsun Şebnem”, ben kendime baskı uyguluyorum uyumamak için. Bunları söylememin sebebi bize çok yazık, herkesten kötü durumdayız demek değil. Bizim gücümüz de bu, zayıflığımız da bu.

Devrim Acaroğlu / Çağdaş Günerbüyük
9 Haziran 2013

Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net