Radikal: Gasp edilen medya mı, hayatlarımız mı? – Nurcay Türkoğlu

Gençler televizyondaki medyatik gösterilerle, gazete manşetleriyle dalga geçiyorlar. Eski moda retorikle baştan çıkartılmaları mümkün değil.

medya

Edward Said’in deyişiyle ‘bağımsızlığına çılgınca düşkün bir entelektüel’ olan Amerikalı sosyolog C. Wright Mills, 1944’te “etkili iletişim araçlarının siyaset ve enformasyon endüstrisi tarafından gasp edildiğini” söyleyerek, siyasetin her yerde olduğundan yakınır. Mills’in bu ve benzer yazılarının derlendiği İktidar Seçkinleri kitabı, binlerce iletişim öğrencisi ve sayısız ‘iyi’ gazeteci yetiştiren hocamız Ünsal Oskay tarafından Türkçe’ye çevrilmişti.

Doğrusu o günlerde olduğu gibi bugün de siyaset her yerde. Eski ve yeni siyasetle sarmalanmış medya da her yerde. Geleneksel anaakım medya ve alternatif medya arasındaki ayrım yalnızca üretim koşullarına göre değil, kullanım koşullarına göre de belirleniyor. Yazılı basın can çekişse de, kurtuluşu yeni medyaya dönüşmekte buluyor. Sosyal medya takibi, internet gazeteciliği, internet televizyonculuğu gibi cep telefonlarına taşınan çoklu medya ortamı çalışmaları, medya sektörü için kaçınılmaz hale geldi. Halen en yaygın kitle iletişim aracı, siyasetçilerin ve reklamcıların vazgeçilmezi olan televizyon ise, popüler kahramanları ve dramatik anlatımları ile toplumsal gerçekliği taklit ederek, kurgulayarak yeniden üretmeye devam ediyor. Bu haliyle her ikisi de ideal kamusal alan umudu olmaktan çoktan çıkmış durumda.

Haber , bilgi, görüntü ve sesleri medya yoluyla yaygınlaştırma mesleği olarak gazetecilik, ciddi bir kriz yaşıyor. İşlerini yapmaya devam etmek isteyen gazeteciler bir yandan patronları, editoryal hiyerarşi ve piyasa koşullarıyla başa çıkmaya çalışırken bir yandan da yeni bir tür sosyal hareket gazeteciliğinin tam ortasında buldular kendilerini. Savaş gazeteciliği, barış gazeteciliği, kriz gazeteciliği kavramlarına daha tam alışamamışken bir de sosyal protestolar, gazeteciler ile tam da okuyucuları/izleyicileri/dinleyicileri olan halkı beden bedene bir yakınlığa getirdi. Üstelik fotoğraf makineleri, kameraları ve gaz maskeleri profesyonel olmasa da kentli okumuş gençler (ki halkın önemli ve etkili bir kesimini oluşturuyorlar) “medya biziz” diye haykırıyorlar. Medya içeriğinin neden ve nasıl üretildiğini bilen, medyada kullanılan teknikleri, söylemleri eleştirel biçimde analiz edebilen gençler, fikirlerini ifade etmenin yaratıcı yollarını kullanabiliyor ve bunları yaparken de eleştirdikleri ayrımcı, ötekileştirici, nefret uyandırıcı içerikten uzak durmanın öneminin de farkındalar. Bu gençler televizyondaki medyatik gösterilerle, gazete manşetleriyle dalga geçiyorlar. Eski moda retorikle baştan çıkartılmaları mümkün değil. Çok bileşenli yeni bir medya denklemi ile karşı karşıyayız.

Bulutsu iletişim

Araştırmalar, Türkiye ’de yaklaşık 30 milyon internet kullanıcısı bulunduğunu ve bu kullanıcıların yüzde 36’sının her gün sosyal ağlarda gezindiğini gösteriyor. Türkiye’nin genç nüfusu, sosyal medya kullanım oranının pek çok Avrupa ülkesinden daha hızlı artmasına neden oluyor. Avrupa Birliği ’ne girmek için atılan adımlarda gençlerin sosyal medya kullanımları önemli bir itici güç durumunda.

İnternet üzerinden örgütlenen sosyal protestoları inceleyen Stefania Milan, özgürleştirici vaatlerde bulunan teknoloji ağlarının üretim ve kullanım sürecinde farklılık gösterdiğini söyler. Verilerin, kaynakların depolandığı çevrimiçi sanal iletişim ortamı, potansiyelleri ile bulut metaforuna yaklaşır. Milan’ın bulut protestoları kavramı, merkezle ilişkimizin yeni boyutuna dikkat çeker.

Teknolojinin üretim ve dağılımı her ne kadar ekonomik ve politik merkez(ler) tarafından belirlense de, iletişim teknolojilerinin global protesto hareketlerinde kullanımı, bireysel katılımcıların kendi kimlikleriyle görünür olmalarına da olanak veriyor. Sosyal medyada kolektif kimliklerin oluşumu, yalnızca sunulan seçeneklerle sınırlandırılamıyor. Kuşkusuz potansiyel aklın ve eylemliliğin, görünür bir güç haline gelmesi kolay değildir ancak, işte burada bulut, tüm riskleri ve belirsizlikleriyle birlikte, bir araya gelmiş buhar zerreciklerinin habercisidir.

Böyle bir bulutsu iletişimin başımızın üstünde yeri var! Elimizde olan sürgünlerin, marjinallerin ve hem kendi evinde yabancı ama hem de her yerde evinde olan entelektüellerin yazıp çizdikleri ise her zamankinden daha çok ufuk açıcı oluyor.

Demokrasi hassas bir süreç

İktidar ilişkilerinin olduğu her yerde direniş de kaçınılmaz olarak vardır. Temsili demokrasinin boşluklarına dikkat çekmek üzere ses veren yurttaşlara kulak tıkamak, susturmaya çalışmak, bu sesleri kuru gürültüye indirgemek kimsenin yararına değil. Toplumsal adalet, süreklilik ve güncelleme gerektiren hassas bir süreç. Medyanın bu süreçte yapabilecekleri varsa da engeller hiç yabana atılır gibi görünmüyor.

Aşırı iş bölümü ve kurumsal beklentileri karşılama kıskacında profesyonelleşmiş medya çalışanlarının, medya yöneticilerinin ve medya akademisyenlerinin, tüketimci medya kültürüyle kuşatılarak doğaya, toplumsala ve hatta kendisine yabancılaşmış halkın önündeki engelleri aşarak birbirlerinin ‘sesini’ duymaları mümkün mü?

Medya çalışanları ve yöneticileri, işlerinin çılgın temposuna ara vererek teoriye biraz kulak kabartabilseler, mesleklerine yeniden saygı duyabilirler. Medya akademisyenleri evrensel bilgiye daha yakın olabilseler, teorinin dünyaya ait olduğunu unutmadan, araştırma ve eğitim-öğretim arasında bağ kurabilirler. Ancak bütün bunlar için çaba gösterilse de izleyici/okuyucu kitleselleşmiş kısıtlı medya kaynağı ve dayanışmadan yoksun göz boyayıcı gösterilere bağımlılık yerine, yeni medyada üretici katılıma erişemediği sürece daha iyi bir iletişim ortamına sahip olamayız.

Geleneksel medya tarafından gasp edilen kamusal rollere direnen ve eleştirel temsil okumaları yapan aktivistler, feministler, gazeteciler, sosyal medyayı sadece kullanmakla kalmayıp kendi sosyal medyalarını üreten gençler, toplumsal olduğu kadar evrensel ve insani ‘daha iyi bir dünya’ umudunun taşıyıcıları olmaya aday.

Edward Said’e referansla bitirelim: Kişisellikten uzak hiçbir metin ya da kayıt (biz buna medya ürünü de diyebiliriz), çoğulcu bir kamusal alandaki ‘ses’in canlılığı, anlık ve fani oluşu kadar bizi sarsamaz.

Prof. Dr. Nurcal Türkoğlu – Çukurova Üni. İletişim Fak.
7 Temmuz 2013
Kaynak; radikal.com.tr