Sendika.org: “Devlet halkına şiddet uygulayamaz”

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bingöl’de havaalanı açılışında yaptığı konuşmasında şiddeti ve polisi meşrulaştıran açıklamalarının ardından Avukat Arzu Becerik ile konuştuk.

ArzuBecerik

Tayyip Erdoğan, Bingöl’deki havaalanı açıldığında dün (12 Temmuz) yaptığı konuşmada polis şiddetini ve sivil saldırganları meşrulaştıran sözler söyledi:

Olayı şiddete taşımayacaksın. Şiddete taşıdığın anda şiddeti görürsün. Bunu bir defa herkes böyle bilsin. Kim ne yazarsa yazsın, kim nereye şunu sıkıştırırsa sıkıştırsın eğer şiddet varsa şiddetin karşılığı şiddettir. Bunu herkes böyle görecek.”

Üniversitedeki özel güvenlik birimlerinin yerine “devletin güvenlik güçlerini” yerleştireceklerini de konuşmasında belirten Erdoğan, konuşmasının devamında şunları söyledi:

Herkes bilgisi ile düşüncesi ile bilgisayarı ile dolaşsın. Ne yapacaksa bununla yapsın. Kimsenin kimseye şiddet uygulamaya hakkı yoktur. Hoşgörü ile sabırla, ülkemize yönelen her türlü oyunu el birliği ile bozacağız.”

Erdoğan’ın bu açıklamaları üzerine Avukat Arzu Becerik’ten görüşlerini aldık.

Tepkiler şiddet gösterileri değil bir hukuk mücadelesidir

Devletin halkına şiddet uygulamasının gerekçesi olamaz. Demokraside devletin zor kullanma hakkı, hukuk kuralları çerçevesinde, istisnai olarak ve  mutlaka  yargı kararıyla uygulanabilir. Bu yetki yaygın ve toptan bir anlayışla  kullanılamaz,  sınırlı olmak zorundadır . Bireyi  ya da failleri yargı önüne çıkarabilmek için, yeterli ve zarar vermeyen bir zor kullanabilir.

Bir kişiyi karakola götürürken saçından sürüklemek, başına vurmak, yere düşeni tekmelemek, gözaltına aldığında araçlarda dövmek  yasal zor kullanma sınırının aşılmasıdır, polisin yasa dışı şiddetidir, sorumluluğunu  gerektirir. Bunun için de ilk koşul suç işlenme halinin varlığıdır.  Demokratik bir hakka karşı ise güç kullanmayı gerektirecek bir durum yok.

Kaldı ki, Gezi Parkı için direnenler hukukun uygulanması için alanda olan insanlardı. Taksim Dayanışması Platformu, Gezi Parkının korunması için açtıkları davaların sonuçlarının beklenmesi için yola çıktı. Mahkemeler tarafından  karar verilince de, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 31 Mayıs’taki yürütmeyi durdurma kararının ve İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 6 Haziran tarihli iptal kararının uygulanmasını istedi.

Geri dönüşümü olmayan imarlaşma hukuka aykırı bir eylemdir. Hükümetin, Gezi Parkı’nı yıkmak, imara açmak kararı; kamuoyuna açılmış, bununla ilgili uzmanlara danışılmış, tartışılarak verilmiş bir karar değil. Bu yıkımla ilgili idari mahkemenin yürütmeyi durdurma ve iptal kararları, hukuki olarak Gezi Parkı’nı savunanların haklı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Gezi Parkı için yapılan tüm eylemler de hukukun uygulanması eylemleri oluyor. Şiddet eylemleri değil.

Taksim Dayanışması’nın bileşenlerinde, sorumluluk sahibi meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları var. Gezi Parkı’nı korumak, bu odaların ve kurumların “öncü olma, aydınlatma” sorumluluklarından ve uzmanlıklarından doğan bir görevidir. Bu odaların yönetim kurullarında defterlerine geçmiş kararlarından bahsediyoruz. Kentle ilgili bu hayati kararda söz sahibi kurumlardır bunlar.

Devlet hukukunu çiğniyor

Gezi Parkı ve Taksim Meydanı İstanbul için tarihi, kültürel ve toplumsal öneme ve işleve sahip yerlerdir. Gezi Parkı olası bir depremde çevresinde ikamet eden insanların sığınacağı tek yerdir. Gezi Parkı gibi bir yerin yıkılması için çok haklı gerekçelerin, kamu yararının olması gerek. O zaman da, yakın bir bölgeye, benzer büyüklükte, benzer nitelikte bir parkın yapılması gerekir. Amaç yeşil alanın, kentsel dokunun  korunması olmalıdır.

Sonuç olarak Gezi Parkı’nın park olarak kalması için, buna yönelik çıkan mahkeme kararının uygulanması için alanda olanlara şiddet uygulanamaz. Bu, devletin kendi anayasasını çiğnemesi demektir. Anayasanın 138. maddesinde yaşama ve yürütme organlarının ve idarenin mahkeme kararına uyma zorunluluğu belirtiliyor, “mahkeme kararının yerine getirilmesi geciktirilemez” yazıyor.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun (DİSK) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (İHAS) 2008 1 Mayıs’ındaki toplanma özgürlüğünün engellenmesi ve polis saldırısıyla ilgili olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2012 Kasım ayında verdiği kararda, Taksim’de barışçıl toplanma ve gösterilerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna, hükümetin gösterileri engellemesinin İHAS 10. maddesini, Toplantı ve İfade Özgürlüğünü ihlal ettiğini açıkladı.

Kararda ayrıca Taksim’in mekansal ve tarihsel önemi de yer buldu. Taksim’in tarihsel olarak işçi sınıfı için büyük anlam ifade eden bir yer olması ve Taksim’in şehrin merkezi konumunda özel bir meydan olması 1 Mayıs eylemlerinin meşruluğunu tescilledi. Buradaki önemli bir nokta, Toplantı ve İfade Özgürlüğünün açıklama yapılacak yeri seçme özgürlüğünü de kapsadığına yer verilmesidir. Bu karar, mekansal olarak ifade özgürlüğünün kullanımı açısından örnek teşkil etmektedir.

Buna göre Gezi Parkındaki toplanmalar ve gösteriler, Taksim’le ilgili olarak verilen bu karar doğrultusunda barışçıl toplanmalardır, hak kullanmadır, asla suç olarak nitelendirilemezler.  Taksim’deki barışçıl toplanmalar zaten İHAM tarafından hak kullanımı olarak tespit edilmişti. Gezi parkı da esasen Taksim Meydanının devamı niteliğindedir. Göstericilerin toplu ifade kullanacakları yeri seçme hakkı da, ifade özgürlüğü kapsamında olduğundan; Kızılay Meydanı, Gündoğdu Meydanı gibi diğer kent meydanlarında ve forum alanları olarak kullanılan yerlerde barışçıl gösteriler yapmak haktır, asla suç değildir.

Tek koşul gösterilerin barışçıllığıdır. Bu konuda da bir tereddüt bulunmamaktadır, bu gösterilerin en büyük özelliği barışçıllığıdır.

Türkiye hükümeti bu karara itiraz etmemiş ve tespitleri kabul etmiştir. Anayasanın 90. maddesine göre bu karara uymak zorundadır. Kararın devam eden davaları da etkilemesi açısından Gezi Parkı protestoları da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Hukukun uygulanmasını sağlamak amacıyla alana çıkan insanların barışçıl gösterisinin Taksim’de, Gezi Parkı’nda olması hukukidir. Buna yönelik bir polis müdahalesi ise kanunsuzdur. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 3. Maddesi, anayasanın 34. maddesine  ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine aykırıdır. Bu maddelerde, herkesin önceden izin almaksızın kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına sahip olduğu yazıyor.

Dolayısıyla, tekrar söylemek gerekirse, Gezi Parkı’nın barışçıl gösterilere kapatılması ve bunun şiddetle bastırılması hukuksuzdur.

Şiddeti meşrulaştırmak suça teşviktir

Özel eğitimli toplum polislerinin şiddeti önlemek ve şiddet uygulamadan engelleme sonucuna ulaşmak için çok fazla aracı vardır. Buna rağmen hukuksuz saldırılar yapılmaktadır. Polisin kullandığı kimyasal gazlar, savaş kanunlarını bile ihlal ediyor. Ortada böyle bir şiddet varken Başbakanın “Şiddet varsa şiddetin karşılığı şiddettir.” açıklaması kanuna aykırıdır. Ülkeyi yönetme ciddiyetiyle uyuşmamaktadır.

Polisin zor kullanma yetkisini, çok kısıtlı durumlarda ve çok dikkatli kullanması ve kullandığı zaman da bireylere, kitlelere zarar vermişse de polisin sorgulanması gerekir. Polislerin yasa dışı şiddet kullanımından sorumlulukları, vatandaşların sorumluluğundan daha ağırdır. Çünkü bu gücü kullanmaları için ellerinde çeşitli başka araçlar da vardır, bu konuda da eğitilmişlerdir.

Polisin uyguladığı şiddetin sorumluluğundan kaçmak için kask numaralarının silinmesi ve bunu çeşitli bahanelerle meşrulaştırılması kabul edilemez. Eyleme katılanları öldüren polislerin, çeşitli araçlarla halka saldıran sivil kişilerin tutuklanmaması ve talimatlarla serbest bırakılması yasa dışıdır. Şiddet uygulayan polislerin, derhal tespiti, yargılanması, bu sürede görevden uzaklaştırılmaları gerekli ve zorunludur.

Polis, amacını aştığı zaman normal bir vatandaştan daha ağır ceza alması gerekirken şiddeti meşrulaştıran uygulamalarla çok rahat davranıyor. Başbakan ise her fırsatta polise övgüler dizen açıklamalarıyla beraber, sivil kişileri de göstericilerle karşı karşıya getiriyor. Suça iştirak ediyor, suçu kolaylaştırıyor ve suça teşvik ediyor.

Hrant Dink davasındaki delilleri yok etme ve suçluyu koruma uygulamalarını şimdi de görüyoruz. Ali İsmail Korkmaz’a saldıranların görüntülerinin silinmesi de bunun güncel bir örneği. Eylemler sonucu tutuklanan, gözaltına alınan insanlar ise bir kanıt olmadan tutulmakta. Bu, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 10. maddesinde belirtilen hukukun tarafsızlığı ve şeffaflığı ilkesiyle çelişiyor.

Eylemlere katılanların şiddet uyguladığının bir delili yok. Çünkü gösteriler barışçıl bir şekilde gerçekleşti. Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği gibi -polisin Taksim’e tekrar girdiği gün direnişi provoke etmek isteyen ve polis olduğu söylenenler dışında- molotof kullanan kimse yok. Polis tarafından uydurulan deliller var.

Eylemlerde kurulan barikatlar ise polisin öldürücü saldırısına karşı yaşam alanını korumak olarak görülmeli. Mekansal ifade özgürlüğüne yapılan saldırıya karşı meşru müdafaadır bunlar.

Tayyip Erdoğan yalan söylüyor

Tayyip Erdoğan “Herkes bilgisi ile düşüncesi ile bilgisayarı ile dolaşsın. Ne yapacaksa bununla yapsın. Kimsenin kimseye şiddet uygulamaya hakkı yoktur.” derken yalan söylemektedir. Kendisi Gezi direnişinde sosyal medyanın aktif rol oynamasından sonra Twitter ve Facebook’un peşine düşmüştür. Gençliğin görüşlerini dile getirmesine sosyal medyada da engel olmak istemektedir.

Hopa Davası ve sonrasında da açıkça gördük ki sosyal medya üzerinden örgütlenmek engellenmek isteniyor. Ana akım medyanın yerine getiremediği görevi sosyal medyanın üstlenmesinden sonra burası da bir tehlike oldu. Çok anlayamadıkları bir şey bu. Polis, Taksim Dayanışması Platformu’nun nasıl bir araya geldiğini anlamıyor ve bunu çözmeye çalışıyor.

Tayyip Erdoğan’ın üniversitelere yönelik polisleri sokacağını açıklaması bir ayrımcılık göstergesidir. Gezi Direnişi’nde resmi bulgulara göre 6 kişi öldü ve 2 kişinin durumu çok ciddi. Bunun dışında gözü çıkanlar ve diğer ağır yaralılar mevcut. Bunların sorumluları bulunmamışken ve olaylar aydınlatılmamışken polisi üniversiteye sokma açıklaması yapmak, tercihinin kimden yana olduğunu göstermektir.

Üniversiteliler sadece üniversite eğitimi ile ilgili değil, toplumsal sorunların ilerideki muhatapları olarak her konuda; çalışma şartları, kürtaj, çevre, kent yaşamı, hukuksuzluklar vb. hakkında  da görüş bildirebilir ve zaten bildirmelidir de. Üniversitelilerin üniversite içerisinde toplantı ve açıklama yapması demokratik bir haktır. Polisin üniversiteye girmesi ise bu görüşleri susturma ve kendi düşüncesinden olanları koruma işlevi görecektir.

Polisin saldırganlara yönelik taraflı tutumu ve karşı görüş bildirenlere ağır şiddet uygulaması bir hukuk devletinde olamaz. Bu hukuksuz uygulamalar bir polis devletinde olur. Tayyip Erdoğan, her türlü muhalefet kanalını tıkamaya, karşıt görüşlülerin sözünü kesmeye ve halkını bastırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de hiç bir mahkemeyi, hukuk kurallarını, yasaları, anayasal hükümleri de dikkate almıyor. Bunları korumak isteyenleri suçlu ilan etmesi de inanılmaz bir çelişki yaratmakta.

Av. Arzu Sun Becerik – İnsan Hakları Uzmanı, Gezi Parkı Hukuki İzleme Grubu Üyesi, Hopa Davası, Hrant Dink davalarının avukatı

13 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; sendika.org