Evrensel: Hayal bile kurabiliriz – Ümit Kıvanç

Hepsi gerçek miydi? Bir kısmı gerçek olamayacak kadar güzel, öbür kısmı da her türlü güzellikten uzak, bildik gerçeğimizdi.

esitlik-ozgurluk-kardeslik

“Ay bu gençler ne şahaneymiş meğer!” muhabbetinden, övgüler düzülen gençler bile sıkıldı, orada fazla oyalanmayalım. Gençler elbette şahaneydi. Merakla, heyecanla, peşlerine takılabilme umuduyla izliyoruz onları. Yanlarındayız, arkalarındayız. Kararmış ruhlarımızın, iğdiş edilmiş umutlarımızın yıkıntıları onlara gölge etmesin istiyoruz. Bakalım çölün ortasında yeşertiverdikleri dayanışma vahası ne kadar genişleyecek, nerelere yayılacak? “Bunca sene Kürt meselesini de bu medyadan izlemişiz lan!” diyebildiklerine göre, şişesini terk eden cin, gizli bir günah çıkarma ayininin kanıtları olarak Gezi Parkı’na dikilen yüz binlerce çiçeğin arasında kaybolup gitmeyecek. Çocuk yaştaki kıza tecavüz eden devlet görevlileri serbest bırakıldığında, “Arkadaşlar, ne yapıyoruz? Sırf kendi haklarımız için mi sokağa çıkacağız?” diyebildiklerine göre, belki artık bu memlekette adalet, üç-beş kişiyle aranmayacak.

Şu kesin: Bundan böyle kolay kandırılmayacaklar ve muhtemelen devlet adına konuşan, iş gören kimseye asla güvenmeyecekler. Heyecan verici, kutsal bir güvensizlik bu!

Sadece bugünün yöneticilerini değil hiçbir siyasi ya da toplumsal öngörüleri, kavrama kapasiteleri olmadığı için bu kadar muazzam bir kalkışmayı kendi dillerine tercüme edemeyen, olan biteni şuursuzca izleyen her türlü “muhalefet” mensubunu da isyancı gençlerin şimdiki ve gelecekteki dünyasının tamamen dışına itecek bu güvensizlik. “Eski dünya”nın ceket-kravatlılarını, bildikleri korkulardan çok daha büyüğüyle, yepyeni bir çaresizlikle başbaşa bırakacak. (Dışarıda kalacaklar arasında sadece ceket-kravatlılar yok elbette.)

Gençler karşılarında ne buldular? Kısaca tarif etmek bile dehşete düşürücü:

- İnsanların paniğe kapılıp birbirini ezmesini, nefes sorunu olanların boğulmasını rahatça göze alabilen, gaz fişekleriyle, plastik ve bazen gerçek mermilerle insan vuran, öldüren, gözlerini çıkarıp kör eden, üçünü beşini tenhada kıstırınca üzerlerinde tepinen, hınçla, kinle “düşmana” saldıran “güvenlik” görevlileri.

- Halka karşı gazaya çıkmış polisin “destan yazdığını” söyleyen bir başbakan. Ki, aynı şahıs, hak ararken zulme uğrayan insanlardan mütemadiyen “bunlar” diyerek nefretle sözetmekte, “Gelin görüşelim” diye çağırdığı direniş temsilcilerini azarlamakta, onlara dair konuşurken “Ayaklar baş mı olacak?” diyebilmektedir.

- Gerçekleri karartmaya, yalana dolana, askere hizmet günlerinden ziyadesiyle hazır ve alışkın olan, patronlarının çıkar ilişkilerine göre soluk alıp veren televizyonlar, gazeteler. (Bir başka “kutsal güvensizlik” alanı daha!)

- Direnişçilere hınç ve kinle saldıran, iktidar (veya muktedir) uğruna her türlü kara propagandaya teşne bir riya örgütü (“yandaş medya” gibi tabirler rezaleti tarif etmede çok yetersiz; üstelik, “askere yandaş” medyayı unutturmanın alemi yok).

- Tıpkı bu propaganda örgütü gibi, dindar olduğunu öne süren fakat durmadan yalan söyleyen, adeta “İslam güzel ahlaktır”ın aksini ispat yarışına girmiş yöneticiler.

- En korkuncu: “İstersek yeni Kahramanmaraşlar, Sivaslar yaparız, hepinizi mahvederiz” tehdidi.

“Yüzde elliyi zor tutuyoruz” başka ne manaya gelir?

İlk siyasi tepkisini gösterdiğinde karşısında bunları (“Devlet dersinde öldürülürsün!”) bulan bir kuşak var artık. Peki, yüzde elliyi düşelim. Bu ne demek: Başbakan, beş-on yıl sonra memleketteki bilumum belirleyici konumları işgal edecek insanların yarısını kendine ve temsil ettiği her şeye düşman kıldı. Aferin!

Üstelik hiç hesaplamadığı sonuçlara yol açtı. İnsanların korkularına rağmen harekete geçebilmeyi öğrenmelerini sağladı. Bundan her türlü muktedirin çok çekeceği var. Bu kadar da değil: Kolektifliğin, dayanışmanın ruh temizleyen tesirlerini tattı insanlar. Unutmayacaklar, yine isteyeceklerdir.

Çok uzun zamandır herhangi bir hayal kuramıyorum. Şimdiyse ürkerek, şöyle bir hayalin yanıma yaklaşmasına izin veriyorum: “Bu daha başlangıç…” belki de sadece zamansallığı ifade etmiyordur. Belki de “direnişçi”, direnmekten istemeye, yapmaya geçecektir.

O zaman sorunun sadece başbakan veya iktidar partisi filan olmadığını görüverecek, meselesi bunlardan ibaret olanlara da sırtını dönecektir.

Bu, yüzünü Başbakanın sahiplenir gibi yaparken aslında aşağıladığı “yüzde elli”ye dönmek demek. Haksızlığa isyan, madem ufaklı büyüklü bilgisayar ekranlarından başını kaldırıp dünyaya bakacağına ihtimal verilmeyen on binlerce insana kendi çapında bir devrim yaptırabildi, asırlık korkular ve şartlanmalardan ötürü riyakarlığı sineye çeken insanları niye ayağa kaldırmasın?

Adalet duygusu da, tıpkı cesaret gibi, bulaşıcıdır. Ha gayret!

Ümit Kıvanç – Gazeteci, Yönetmen
9 Temmuz 2013
Kaynak; evrensel.net