Gelecek: Gezi tutsaklarından mektup var!

Gezi Parkı direnişlerinin ilk tutsakları olan 4 SDP’li, Ulaş Bayraktaroğlu, Doğukan Öci, Furkan Tombul, Ceyhun Dönmez, Gezi Parkı direnişlerine ilişkin bir değerlendirme yaptılar.

gezitutuklulari

4 SDP’linin Gezi Parkı direnişleri değerlendirmesi:

“Bugün “Gezi Parkı Direnişi”nin 19. gününü aştık. Dün akşam kolluk kuvvetleri hükümetin emriyle Gezi Parkı’nda en demokratik ve anayasal haklarını kullanan direnişçilere hunharca saldırdı. Kolluk kuvvetleri, tıpkı daha evvel yaptıkları gibi biber gazı, ses bombası, cop ve içine kimyasal maddeler karıştırılmış su sıkan TOMA’larla halka saldırdı. Sonuç olarak yüzlerce insan çeşitli yerlerinden yaralandı ve onlarca insan gözaltına alındı.

Biber gazı tüfeği kullanan polislerin ilgili yasalarca yasaklandığı halde bu tüfekleri insanların kafasına nişan alarak kullandıkları şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortadadır. Gaz tüfeklerinin bu yasadışı kullanımı sonucu gözünü kaybeden, beyin kanaması geçiren ve hayatını yitiren insanlar olmuştur. Bugüne kadar 4 göstericinin hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Bu göstericilerden son olarak yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün medyadaki ilgili görüntülerinde, etrafa ateş açan bir polis tarafından silahla başından vurulduğu açıkça görülmektedir. Her ne kadar gizlenmeye, sansürlenmeye çalışılsa da medyanın elde ettiği görüntüler, kolları, bacakları kırılan, saçından sürüklenen ve polis tarafından linç edilen göstericilerin görüntüleri ile doludur.

Bu noktada sormak gerekiyor; terörist kim? Her türlü silahı ve çeşitli şiddet aracını elinde bulunduran hükümetin yönlendirdiği polis mi? Yoksa esas olarak özgürlük isteyen, bilinci, vicdanı ve düşüncelerini savunabilecek cesareti olan direnişçiler mi?

Bugün geldiğimiz aşamada halkın artık aracısız bir biçimde kendi geleceğine sahip çıktığını görmek gerekiyor. Başbakan Erdoğan ve onun gibiler bu nedenle panik içerisindeler. Aslında halk zaferi bu yönüyle çoktan kazandı. Ezenlerin bugün devam eden zulümleri paçalarını nasıl kurtaracakları ile ilgili nafile çabalardır. Görülüyor ki zalimler ne operasyonu yaparlarsa yapsınlar, hangi komployu uygularlarsa uygulasınlar halk eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele etmeye devam ediyor.

Bugün işçilere, emekçilere, öğrencilere, taraftar gruplarına, doktorlara, annelere, kısacası direnen herkese büyük bir zulüm uygulandığı halde halk tekrar direniş kararı aldı ve bununla birlikte KESK, DİSK, TMMOB, TTB, TDB gibi sendikalar ve kurumlar da genel direniş kararı aldı. Başbakan Erdoğan büyük bir yanılgı içerisine düştü ve halkın gücünü küçümsedi. Adeta halka “kabadayılık” yapmaya kalktı. Halka karşı yapmaya çalıştığı kabadayılık sökmeyince AKP’nin tabanını Ankara ve İstanbul’da mitinglerde toplayıp toplumu tehdit etmeye kalktı.

Aslında AKP’nin Ankara ve İstanbul mitingleri bu partinin çoğunluk olmadığını gösterdi. Konu AKP’nin kendi verdiği miting reklamları ile ele alınsa bile 70 küsur milyonluk memleketin kaçta kaçını (hem de en zor zamanda) meydanlarda toplayabildiği ortadadır. AKP, “seçimlerde %50 oy aldım, bu nedenle ben çoğunluğum” diye propaganda yapmaktadır. Yine bu sözde çoğunluğu temsil eden partiye sonuç gerekiyor. %10 seçim barajıyla ve mevcut anti demokratik seçim sistemiyle beraber bir de seçimlere katılmayan büyük halk kitlesi dikkate alınınca AKP nasıl bir çoğunluk oluyor? İşte bu durum azınlığın sahtekârca nasıl bir çoğunluk olarak gösterildiğine örnek olabilecek bir oligarşik diktatörlük örneğidir.

Bu oligarşik diktatörlüğün siyasi yürütücüsü AKP, halk kitlelerinin özgürlük-eşitlik-adalet için mücadelesini eski ve küflenmiş olan bir propaganda olan “dış güçler” ve içteki “marjinal” veya “terörist” örgütlerin işi diye karalamaya çalışmaktadır. Dış güçler edebiyatı öyle saçmadır ki AKP’nin en başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin desteği ile iktidara geldiği herkesin malumudur. Ortadoğu’da bu emperyalistlerin taşeronluğu görevine halen devam etmektedir.

AKP hükümetinin Suriye’nin iç meselelerine Suriyeli muhalifleri silahlandırarak ve örgütleyerek açıkça karıştığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. AKP hükümeti, Suriye halkına karşı uluslararası bir operasyonun parçası olurken, Suriye’yi vurabilecek füzeleri almak için emperyalist güçlere adeta yalvarmıştır. Reyhanlı katliamında ölen insanlarımızın baş sorumlusu emperyalizmle işbirliği içerisinde olan AKP hükümetidir. Tam bu noktada AKP hükümetinin terörü desteklediği ve ondan beslendiği ortadadır. Ayrıca Türkiye’nin hiç ihtiyacı olmadığı halde verimsiz ve tehlikeli olan nükleer enerji santrali kurmak suretiyle hangi uluslararası tekele yaranmak istediği hükümetin “dış güçlerle” ilişkisini göstermektedir.

İçteki “provokatörler”, “marjinaller” ya da “teröristler” diye nitelendirdiği örgütler ise bu memleketin sosyalist partileri, platformları, dernekleri, sendikaları, odaları ve benzerleridir. Bütün bu yapılar zaten direnişin azımsanmayacak bir bölümünü oluşturmaktadır. Eğer Başbakan Erdoğan ve hükümet bir “terörist”, “marjinal” ve “provokatör” arıyorsa önce aynaya bakmalıdır. Direnişçileri “silahlı terör örgütü” gibi TCK maddelerinden tutuklatacağına, çeşitli silahları kullanarak halkın yaralanmasına ve ölümüne neden olan yetkilileri ve polisi tutuklamalıdır. Bundan sonra hiçbir yetkili “Ben emir aldım, mecbur kaldım” diyemez. Çünkü insanlık suçu olan bir emri yerine getirmek de suçtur. Hükümet, bütün bu hatalarını provokasyon ve komplolarla örtmeye çalışmaktadır.

Ve hükümet karaçalıcı yöntemlerle yürüdüğü her an daha da dibe batmaktadır. Taksim direnişinde ilk tutuklananlar 15.06.2013 tarihinde SDP’liler oldu. Ve SDP’liler “silahlı terör örgütüne üye” olma maddesiyle itham edildiler. Bu düzmece iddianın hiçbir maddi temeli olmadığı biliniyor. Ortada iddia olunan bir eylem planı ve bir eylem var. Ayrıca baştan beri bir burjuva idareci olarak bile yetersiz olduğunu açıkça kanıtlayan İstanbul Valisi 16.06.2013 tarihinde ilk defa “göstericilerin silah kullanmak suretiyle iki polisi yaraladıklarını” iddia etti. Çok basit bir hesaplamayla SDP’lilerin tutuklandıkları tarihe kadar gelişen bütün direniş biçimleri demokratik (!) sınırlar içerisinde cereyan etmiş. Bu noktada çok açık bir biçimde tutuklama terörünün sadece bir komplo olduğunu İstanbul Valisi itiraf etmiş oluyor. Tabii ki bu yetersiz ve köşeye sıkışmış, komplolar tertip ederek koltuğunu korumaya çalışan mevki düşkünü valinin hiçbir beyanına güven olmaz. Bu nedenle o iki polisi herhangi bir göstericinin bacaklarından vurduğuna inanmamak daha mantıklı olur. Bu vali, halkı düşünse ve terör yöntemleriyle idare etmeye inanmasaydı hükümet ne derse desin en azından bugüne kadar yaptığı bütün becerisizlikler için istifa etme yolunu seçerdi. Valinin istifa edip olayları yatıştırma yolunu seçmeyeceği aşikar çünkü kendisi şiddetten beslemektedir. Bu şiddetten beslenen yöneticiler ve hükümet öyle gayri meşru bir zeminde durmaktadırlar ki kendi saflarının bile önemlice bir kısmını ikna edememişlerdir. Yaptığı hatalardan dolayı özür dileyip gereğini yapmayarak AKP hükümeti tarihte örneğine zor rastlanır bir tutarsızlık örneği sergilemiştir.

AKP sürekli hukuk devletinin öneminden bahsediyor fakat kendisine bağlı medyanın henüz daha hiçbir yargı kararı yokken direnişçilere çeşitli iftiralar atmalarına göz yumuyor. AKP polis terörünü örgütlüyor, medya eliyle karaçalıcılığı destekliyor, “yakarım-yıkarım, canım ne isterse yaparım” diyor. AKP tüm topluma “Hukuka uy” derken, “Hukuk da bana ait ben ister uyarım ister uymam” demektedir. Bütün bu duruma karşı halk hükümetin adaletsizliğine, baskılarına “dur” demiştir. Hükümet artık gücünün farkında olan bir halk ile karşı karşıyadır. Bu halk gücü ise işçi, emekçi, kadın, genç, tüm ezilenlerin ve başta Türk ve Kürt halkları olmak üzere memleketteki farklı etnik kökenlere mensup tüm insanların birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Gezi Parkı’ndaki ağaçların katledilmesini önlemek amacıyla başlayan halk hareketi şovenizm ve militarizmle hesaplaşan antioligarşik ve antiemperyalist bir içerik kazanan ve kendi özgücüne güvenen bir direniş olarak devam etmektedir.”

28 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; gelecekgazetesi.org