Halk TV: RedHack Röportajı (Video-haber)

(redhack sözcüsü konuşmacının verdiği tonlamalara uyarak kimi ifadeler ve noktalama işaretleri konuşmanın gidişatına göre yerleştirildi, bu sebeple okurken siz de buna göre değerlendiriniz)

- eylem hakkında ne düşünüyorsunuz?

+ başlamadan önce sizin penguen belgeseli ne zaman olacak, onu bi soralım önce.

merhaba dostlar, yoldaşlar, canlar, ağaçların bölünmez bütünlüğünü savunanlar; nasılsınız?

biz, gezi parkı denilince, gezi direnişi bize medyanın nasıl sansüre maruz bırakıldığını, nasıl otosansür geliştirdiğini en net haliyle göstermişken bizim tüm bu döneme tanıklık eden halk tv’deki dostlarımıza sesleniyor olmamız sadece “sen bana dokunma, ben sana dokunmayayım” medyasına da bir tepkidir aynı zamanda. bu sansür ve otosansüre son veren basın emekçilerine, direnişçilerin tepkilerine kulak veren medyaya da teşekkür ederiz.

çünkü birkaç alternatif kanal üzerinden de bu direnişin gerçek yüzü yansıtılmaya çalışıldı; gerek kendi eylemlerimizi gerek direnişin gerçeklerini duyurmak için sipariş ettiğimiz penguen kostümlerimizin parasını bekleyememiştik, tam zamanında haber yapmaya başladılar.

afili sloganları var, haberciliğe yetmediğini çok net bildiğimiz çünkü hepsinin söyledikleri şeydi, hatırlarsınız derya hanım, “ilk bilen siz olun”, “bizimle habersiz kalmayın”… gene beylik sloganları vardı ama gördük ne olduğunu. gerçi sadece biz de görmedik, tüm dünya basını da gördü. tahrir meydanı’ndan, libya’dan yayın yapsın diye harcırahla yani aslında bizim paramızla görevlendirilen muhabirler nedense(!) kayıptılar. aynı muhabir tahrir’den yayın yaparken şahane adamdı ama memleketinden olan biteni göstermeye kalktığında aforoz ettiler, en ağır baskılarla karşılaştı bu insanlar. gerçi biz redhack olarak şemdinli’deki çatışmaları agence france press’ten öğrenmeye alışık olduğumuz için şemdinli bize paris’in banliyösü gibi geliyor artık (- evet) yani mizah yapıyoruz, evet ama çünkü bu direniş acı olayları ve devlet terörüyle olduğu kadar mizahi yömüyle de hatırlanacak. öyle güzel şeyler öyle güzel, alternatif tepkiler koydu ki halk ortaya, bunlar da hatırlanacak çünkü halk, tüketimden gelen gücünün farkına varana değin bu medya saltanatı ve bu medyanın üzerindeki baskılar süreceğe benziyor.

(ama) yaşam kendi alternatiflerini üretmede ustadır, biz çok kaygılı değiliz açıkçası. yani çok şeye şahit olduk biz bu eylemler esnasında;

milli eğitim bakanı meselâ çıkıp “bunca yıldır muhalefetin yapamadığını yaptık, tüm ilgisiz, alakasız, birbiriyle teması olmayan grupları biz birleştirdik, bu bizim partimizin başarısıdır” diyor. yani bu çok ciddi bir örnek, ki o mizah olsun diye söylemiyor bunu ama son derece mizahi bir dil çıkıyor ortaya çünkü “herkesi çileden çıkardık” cümlesinin bir başka şekilde söylenişidir bu. bu aslında bir itiraf olarak alınmalıdır çünkü bu eylemler esnasında tersine dönmeyen bir şey olmadığını da gördük biz. ambulanslar genelde can kurtarmak içindir ama bu ülkede gaz bombası atan, gaz bombası taşıyan ambulanslara şahit olduk hep birlikte, siz de hatırlayacaksınız. (- evet) insanlar birbirine sorar oldu,

“abi, o yol güvenli mi?”
“aman sakın gelme, polis var”

diye yanıt verdi insanlar. yani polis halk için, halkın güvenliği için olması gerekirken bambaşka bir yüzüyle halkın daha geniş bir kitlesiyle tanıştı. hani direnen, devrimci mücadelesi içerisinde bir pratiğe, bir geçmişe sahip olanlar bu yüzünü çok önceden beridir tanıyorlar polisin ama polis, bu kadar geniş bir kitleye bu yüzünü gösterme fırsatını bu direniş, gezi parkı eylemleri vasıtasıyla elde etti. (- yani)

ama şeyi görebiliyoruz hep birlikte; hatalarından ders çıkarırken bile özetini çıkaran bir hükümetle ancak bu kadar oluyor demek ki, yani, bizim hep söylediğimiz bir şey vardı, ısrarla da söylemeye devam ediyoruz çünkü aksini ortaya koyacak bir gerekçe de yok ortada; “halkına karşı örgütlenmiş bir devlet pratiği var, çok ciddi bir örgütlenme var” yani; sendikalar üzerindeki baskılar, öğrenciler üzerindeki baskılar, sanatçılar üzerinde, basın üzerinde, işçiler üzerinde –yani çok uzağa gitmemize gerek yok aslında- 1 mayıs’a dönüp baktığımızda, son derece net bir halkına karşı örgütlenmiş bir devlet pratiği örneği görebiliriz. yani bizim kaçınılmaz olarak hep söylediğimiz şeylerden biri de “sınırsız bir dünya” talebidir. (- evet) bülent arınç’ın dediği gibi “seçkinlerin düğünleri var” cümlesini kuramayız biz, kurulmasın istiyoruz. birileri seçkin birileri avam tabaka olmasın istiyoruz -gerçi devrimci mücadele eskiden beri bunu dile getirir- 141, 142’den yayınlanan –özür dilerim, yayınlanan dedim ama- “yargılanan” kitleler vardı. 1402’yle 12 eylül’de kovulmuş öğretmenler, akademisyenler vardı. biz bunları çok net görebiliyoruz, ayrımını.

harun gibi gelip de bugün karun düğünü yapanların düğünlerinden bir tanesi de reyhanlı’ya denk gelmişti, hatırlarsınız.yani, çok gösterişli şatoları var, konutları var… hani başbakan diyordu ya “başbakanlık konutuna yürürlerse buna polis tabii ki müdahale edecek”; biz de soruyoruz,

“çadırda uyuyanlara sivrisinekler bile tek tek saldırırken, sabahın dördünde gaz sıkıp, su sıkıp çadırlarını ateşe verenler nereye yürüyecekler?”

yani bu yapılanlar yasal mıdır? biz adaletle yasanın farklı kavramlar olduklarının altını çizmeye çalışırken, bunlar mevcut yasal düzenlemeyi dahi ciddiye almıyorlar. yani işlerine geldiğinde “seçim var, sandık var, kanun var, nizam var” diyorlar; içki yasağına gelince anayasanın 58. maddesine sığınıyorlar ama anayasanın 138. maddesindeki “yargıya müdahale etmeme” maddesini hiçe sayıp “yargıya gereken talimatı verdik” diyebiliyorlar.

zaten insanlara “12 eylül’le hesaplaşacağız”, “bu anayasa ihtiyaçları karşılayamamaktadır” diye (deyip) kandırmadınız mı, diye sorarlar adama. yani sadece ve sadece susma hakkını kullandığı için tutuklanan, hey tekstil işçilerini savunduğu için tutuklanan, “vaay, sen nasıl gönüllü avukatlık yaparsın direnişçilere” denerek tutuklanan avukatları da özellikle teşekkürle anmak istiyoruz, onları unutturmayacağımızın altını ısrarla ve kalın çizgilerle çizmek istiyoruz. devrimci avukatlar bizim onurumuzdur. tunalı hilmi caddesi “tomalı hilmi caddesi” olmuşken hâlâ demokrasi havarisi kesilip hamasi nutuklar atabiliyor bu insanlar.

bunun sonsuz bir iktidar olmadığını halk hatırlatmıştır.

gezi’deki profil çok farklı bir profil aslında. yani gerçekten son derece farklı sosyo-ekonomik gruplardan, son derece farklı geçmişlerden, farklı mekanlardan insanların bütünlüğünü barışla, sevgiyle, temizlikle, uyum içerisinde yaşadığını gösterdi bu eylem bize. ama sadece taksim’de değil bu! yani gazi mahallesi’nde de direndi insanlar, dersim’de de, ankara’da da, izmir’de de, adana’da, antalya’da, ülkenin pek çok şehrinde de. bu direnen insanlara biz devrimci selamlarımızı gönderiyoruz, hepsini ayakta alkışlıyoruz. halk için yapılan bu mücadeleyi “birtakım illegal örgütler, marjinal gruplar, vesaireler” üzerinden adlandırmaya çalışıyorlar. bunun mümkün olmadığını, bunun böyle olmadığını danışmanlarının başbakan’a anlatması lazım. bizim görüşümüz bu minvaldedir. yani biber gazı miber gazı… sürekli bir biber gazı var, eylem sırasında gözlerimize de bakıp soruyordu arkadaşlarımız “hayırdır, gazdan mı böyle oldu” diye, “yok” dedik, “gözlerimiz yaşarıyor, ilk kez verdiğimiz vergiler bize dönüyor” dedik. yani böyle bir ortamda başbakan’ın tüm açıklamalarına kulak verdi halk, hep bir umutla kulak verdi; “acaba bu nobran tutumdan, bu baskıcı tutumdan, bütün dünya medyasına konu olmuş bu faşizan tutumdan bir nebze geri adım atar mı” diye. yani başbakan’ın tüm açıklamalarına kulak veriyor insanlar, “bizi millet getirdi, götürecekse de millet götürür” diyor sayın başbakan; e millet bunu ciddiye almış gözüküyor! millet kimi nasıl götüreceğini anlamış gözüküyor!

bakın bugün, çıktı başbakan bir açıklama yaptı:

yani “wall street’i işgal eylemleri genelinde 17 kişi öldü, 17” dedi, amerikan büyükelçiliği “tek bir ölüm yoktur” diye yalanladı! bu ülke başbakanı bu cümleleri kurarken, bu bilgileri aldığı danışmanlarını yeniden gözden geçirmelidir çünkü söyle deseniz söyleyemeyeceği cümleleri kuruyor insanlar. gerek başbakanın kendisi gerek yandaşları, taraftarları.

karşılama töreninde bir ara gaza gelip yani “tayip şaşırma, sabrımızı taşırma” diye tezahüret ettiler dün yeşilköy’de; gülelim mi, ağlayalım mı, bilemedik biz :) yani sokağa öıkmasını engellemeye çalıştığı o %50 ne tarz bir %50’yse… bu adamlar slogan dahi atamıyor. yani bugün başbakan çıkıp şey diyor, “hükümet olduğumuz günden beri demokratik talepleri dikkate aldık biz”, “istişareler yürüttük biz” diyor. peki, adama sormazlar mı, “gezi parkı’nın bileşenlerinden biri nasıl oluyor da mimarlar odası, kent planlamacıları oluyor o zaman?”

biz vatandaşına ne kadar kulak verdiğini “ananı da al da git” cümlesinden, hopa eyleminden, cihan kırmızıgül’ün puşisiden, izmir il mitinginde öldüresiye dövdükleri o iki slogan atan kadından, çocukalrına iş isteyen babaya “senin çocuğun da işsiz kalıversin canım” demesinden gördük, bildik, tanıyoruz. yani bunlar bizim için çok yeni şeyler değil.

ya ama başbakanla hemfikir olduğumuz bir konu var bizim:

“temsilcilerniz var parlamentoda” diyor. (- evet) “o temsilcileriniz bir şey demezken siz niye böyle dikleniyorsunuz” diyor.

doğru söylüyor! evet, bu temsilciler ne işe yarıyor?

ama kafamızı karıştıran bir detay var bu temsilci meselesinde;

“fezlekeyle sindirilen, cezaevlerinde ömür tükettirilenler, halkın iradesiyle seçilmiş olanlar da bu hesaplamalara dahil mi, değil mi?” bunu da sorarız biz.

“çevreci olacaksanız benimle olun” diyor başbakan. hep söylediği, “van’ı istiyorum” cümlesini biz “belediye başkanı bekir kaya’ya kafayı taktı, depremde en çok o isyan etti, ondan herhalde” diye yorumluyorduk, her gün yeni bir gerekçesi çıkıyor ortaya. 200 bin ağaç kesiliyor şu anda erciş’te. ayşe teyze kendi ısrarla o ağaçların yetişmesi için bile bile teneke teneke, kova kova su taşıdığını söylüyor, o ağaçlar için.

200 bin ağaç! van erciş’te.

ama van’la ilgili çok fazla şey söyleyebiliriz, biz depremde de gördük bunları. yani deprem kesintileri yapıldı bu insanların faturalarının altından, yardımlar toplandı, fonlar oluşturuldu, deprem olduğunda fonun bomboş olduğunu gördük biz van’da!

van erciş’te başka şeyler de gördük;

ilköğretim okullarına bizim hâlâ anlayamadığımız bir şekilde acun ılıcalı’nın ya da annesinin bu devlete nasıl bir hizmeti olmuştur, bilmiyoruz ama cumhuriyet ilköğretim’in adının da acun ılıcalı’nın annesinin adıyla değiştirilmiş olduğunu da biliyoruz.

yani “hiç mi iyi bir şey olmadı” diye soruyorlar bize, yani (burada kesiliyor!)

- sizin söylediklerinizden, aslında taksim gezi parkı eylemi’yle başladık ama siyasi iktidarın –şunu söylemek doğru olur mu- bazı kesimlere imtiyaz tanıdığını çok net görmek… doğru, doğru mudur? görebilir miyiz bunu yani?

+ şüphesiz, çok net görürsünüz. yani çok net görürsünüz ve yargı eliyle yürütülen birtakım operasyonlar vardır; bugün pennsylvania’ya selam gönderirken, temsilcisini gönderirken başbakan, “selam söyle, bir emri var mı” diye telkinlerde bulunurken bu ülkenin sorması gereken şudur:

“hangi demokratik ülkede, hangi demokraside bir figür vardır ki, hiçbir siyasi sıfatı yoktur, bürokrat değildir ama bütün icazetler pennsylvania’dan alınmaktadır?”

bunu birilerinin sorması lazım. bunu meclis’in sorması lazım. hatta ve hatta “üç ağacına beş ağacına sahip çıkıyor” diye eleştirilen gezi parkı direnişçilerinden daha fazla gürültü çıkartması lazım. (- evet) e biz görüyoruz, şimdi galataport ihalesinin altına baktığınızda başka bir şey bulursunuz… yani bizim bu doğuş grubu’na yönelteceğimiz çok ciddi miktarda eleştirimiz var: yani porsche’nin kar oranıyla yine aynı grubun sattığı volkswagen’in kar oranları üzerinden yapılacak araba satışlarına “tasarruf” denilerek, “tasarruflu yaşayın” telkinleriyle başbakanın nasıl insanların tüketim alışkanlıklarını volkswagen’e yönelttiğine varana kadar çok şey söyleyebiliriz. bizim söyleyebileceğimiz eleştiriler çok fazladır bu konuda.

medya gruplarının açıktan desteklendiğini biz yakın dönemde 10 yıllık iktidar döneminde çok net gördük. yani insanlar gidip atv’nin önünde eylem yapmadılar mı? “çalık grubu’nun kalan taksidi neyse biz ödeyelim, insanca haber yapın” demediler mi? insanlar ntv’nin önüne geçip yani “parası neyse verelim, bizi de canlı yayına çıkartın” demediler mi?

yalnız, şunun altını çizmek istiyoruz;

ntv’de çalışan, atv’de çalışan veya bir başka medya grubunda çalışan basın emekçileri için söylemiyoruz bunu! (…) medya patronları, yani devletin, egemen sermayenin, yerli ve yabancı sermayenin birer ideolojik aygıtı haline gelmiş, dezenformatif bilgi pompalayan bu kurumların finans sahipleri için, patronları içindir bu söylediklerimiz çünkü biz çok net örnekler de gördük, yani mevcut koşullar içerisinde, bu grubun içerisinde devam etmemiz, gerçekten kalemimizi satmadan yürümemiz çok zor dedi. bu insanlara saygısızlık etmek istemiyoruz. bunarlın emeğini hiçe saymak istemiyoruz.

- aslında bugün gelinen noktada sizin de dikkat çektiğiniz gibi, türkiye böyleyken yapılan yayınlar medyanın %90’ından fazlasında ortada. basın çalışanları hakikaten zor durumda. alanlarda zaman zaman birlikte çalıştığımız da oldu ancak o çalışmaları, o ürünleri ekranlardan yansıtamadılar. o ekranlardan insanlara gösteremediler; bu da çok zor bir şey, bir medya, bir basın çalışanı için.

+ aslında özgürlüklerin sınırlandırıldığı her yerde aynı şey söz konusu değil midir, lale hanım? (- evet) özgürlüklerin budandığı her bir yerde aynısı söz konusu değil midir? yani biz şeyi anlamıyoruz, bugün çıkmış başbakan açıklama yapıyor, o açıklamalar içerisinde birtakım telkinler var, işte topçu kışlası’yla ilgili, vesaireyle ilgili, e şimdi diyor ki, “tarihimize sahip çıkın” (- evet). tarihe sahip çıkmak, “gezi parkı’nın geçmişini biliyor musun da konuşuyorsun” diyor. önceden orası topçu kışlası’ydı. peki bugün ermeni halkı çıkıp hani “melkit kilisesi yağmalanan ermeni halkı”, “malatya’da mezarlığına dozerlerle girilen ermeni halkı” çıkıp da derse ki, “gezi parkı, e önceden topçu kışlası’ydı, evet, doğru ama daha evvelinde ermeni mezarlığıydı!” ne diyeceksiniz? tarihe bu kadar duyarlısınız, dünya kültür mirası listesi’nde aranan şartlardan, 10 şarttan 9’unu karşılayan hasankeyf sular altında kalırken siz nasıl bir tarihi duyarlılıktan bahsediyorsunuz? sanatçı tarkan tevetoğlu çıkıp “allianoi dozerlerle kumlarla toprak altında bırakılmaya çalışılıyor” dediğinde ona olmadık baskıyı uygulayan, onun kendi kişisel tercihlerini medya eliyle sorgulayan, onun cinsel yönelimini sorgulayan kimdi, biz bunların hepsini unutmuş değiliz, biz hepsini aklımızda tutuyoruz. çünkü devrimci kolay unutmaz, yapılan en küçük zulümde redhack kendi tavrını ortaya koyuyor. bize diyorlar ki “niye unutmuyorsunuz?” e canımız yanıyor! yani pozantı cezaevinde tecavüze uğrayan çocuğu da unutmuyoruz –yenileri eklendi ona da- onunla ilgili özellikle halkın bilmesini istediğimiz bir detaydır bu, yani antalya cezaevi’nde, şakran cezaevi’nde de aynı benzeri tutumlar var: e bunların cezalandırılmasını istiyoruz biz!

tarihi abad etmenin telaşına düşüyorlar ama tarihi abad ederken ne yaptıklarından da emin olduklarını zannetmiyoruz biz. çıkmış diyor ki, “akm’nin barok mimarisi!” yani elitist bir tabir gelmesin ne olur ama şöyle kısa bir bilgi notu olarak geçelim, barok mimari de bir tarzın ismidir ve akm’nin –eğer yanlışsan her yerden düzeltmeye ve özür dilemeye de hazırım- akm’nin mimarisinin barok mimarisiyle en küçük bir alakası yoktur. ama bir adam çıkıp hem filozof hem jinekolog hem antropolog hem şehir planlamacısı -hem filozof (tekrar)- hem ekonomist olmaya kalkınca, kifayetsizliği bu kadar sırıtırken orta yerde, e neticesi de bu oluyor!

yani ne gariptir, gezi eylemi başlar başlamaz limi hoca’yı, lemi bilgin’i görevden aldılar. e bir de çıkmış, sanat olarak adlandırmaya çalışıyorlar, “biz sanat daha doğru yerlerde yapılsın, ciddi bir opera binası elde edilsin diye bunu yapıyoruz” diyorlar, savları bu şekilde; e ben çıkıp sormaz mıyım, insanlar sormaz mı, bir parça aklı olan –yakın tarihten, 10 yıllık dönemden bahsediyoruz hepsi hepsi-:

ankara büyük şehir belediye başkanı çıkıp mehmet aksoy’un heykeline “tükürürüm böyle sanatın içine” demişken, aynı heykeltıraşın bir barış abidesi olarak inşa ettiği kars’taki heykel, “harakani hazretleri’nin mezarına yakındır” denilerek yıkılmışken, tiyatrolar kapatılıyorken, emek sineması için halkın demokratik talepleri bu kadar ortadayken ve emek sineması bütün bu talepler hiçe sayılıp yıkılmışken hangi sanattan bahsediliyor?

türkçe olimpiyatları’nda kenyalı çocuğa ezberlettikleri “gülpembe” şarkısından mı bahsediyorlar? sanattan anladıkları, “gülpembe” şarkısıyla “beraber ıslandık yağan yağmurda” derken obama’yla şemsiye altına girmelerinden mi ölçü alınacak; bu mudur sanat?

- aslında şimdi akp’nin sanata, özel hayata… biraz bunları da konuşalım istiyorum çünkü bunlar hep üst üste geldi belki bu taksim gezi parkı eylemi devamında olan olayların patlaması bundan kaynaklanıyor. alkolle ilgili geçtiğimiz haftalarda yeni bir düzenleme yapıldı. sizin az önce altını çizdiğiniz, sanata yapılan müdahaleler birçok salonun ülkede kapatılması girişimi var, hâlâ da bu girişimler sürüyor. yargıya müdahale var. o kadar çok yerde müdahale var ki, hepsi birleşti ve başlığı “taksim gezi parkı” oldu, diyebilir miyiz, bütün bu birikimlerin?

+ kesinlikle! orada bir birikim var. oradaki birikimi biz nasıl yorumluyoruz, orada aslında bir de sinerji var! yani birisi, türkiye’nin değişik yerlerinden, yurtdışından dinleyen dostlar için şöyle küçük bir not düşelim isterseniz;

biz taksim’deydik, taksim’deki dostların arasına karıştık, illegal olmamızın, (g)izleniyor olmamızın, fikirlerimizin önüne geçmesin diye suretlerimizi afişe etmemiş olmamızın avantajıydı. bir köşedeyiz, onlar yoga yapıyorlar, diğer tarafta namaz kılıyorlar. birileri kitap okuyor, birileri gitar çalıyor. ama hiç kimse ne bir tacizde bulunuyor diğerine… ne bir baskıda, dayatmada bulunuyor diğerine… hatta bugün cuma namazı kılındı, cuma namazı esnasında devrimci müslümanlar namaz kılarlarken devrimciler “aman bir provokasyon olmasın, bir saldırı olmasın, bir taciz, bir rahatsızlık olmasın” diye etraflarında set oldular, saygıyla onların kendi ritüellerini gerçekleştirmelerine yardımcı oldular. ama aynı devrimci müslümanlar, polis gazından kaçarken, o tazyikli sudan kaçarken, can havliyle camiye ayakkabılarıyla girdiler diye başgünahkâr ilan edildiler.

bakın, biz din eksenli bir grup değiliz. marksist-leninist bir örgütüz, bnu açıkça söylüyoruz, devirmci pratikten gelmeyiz, 16 yıllık geçmişimiz içerisinde biz bu kadar dezenformatif bilginin yayıldığı, insanların bu kadar aleni bir şekilde karalandığı bir dönem hatırlamıyoruz.

aramızda yaş grubu itibarıyla 12 eylül dönemini hatırlayan militanlarımız da var. ama böyle bir gerçeklik yok, böyle bir baskı yok, böyle bir mağduriyet yok! yani, kalkıp “içki içtiler” deniliyor hatta işi abartıp “toplu seks yaptılar” a getiren haber siteleri var. yani, bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir insanlıktır, bu nasıl bir onur anlayışıdır, çok tartışılası bir noktada bugün? yani, aslında söylemeye kalktığınız zaman o kadar çok şey var ki, söyleyebileceğiniz.

- peki, yani şu mudur, sizin bu söylediğiniz bilgi kirliliği, işte birçok haber sitesinde yapılan haberler, az önce anlattıklarınız, bunlarla kafalar mı karıştırılmaya çalışılıyor, bir noktaya ulaşmak için?

+ şimdi, çevrecilikten bahsediyorlar lale hanım. çevrecilik meselesini üç-beş ağaç meselesine indirgemek, meseleyi dezenformatif olarak basitleştirmek demek zaten. eğer mesele sadece üç-beş tane ağaç olsaydı, bugün amerikan büyükelçiliği… yanıtlayamadığı soru, “atatürk orman çiftliği’nin mülkiyeti size mi devredildi”nin bir cevabı olurdu. amerikalılar dönüp dediler ki, “bu sorunun muhatabı biz değiliz”. “almadık” demediler! şeyi de hatırlıyoruz, yani “atatürk orman çiftliği arazisinde 60 yıllık sedir ağaçları, oranın birinci dereceden sit alanı olmasını sağlıyor”. ama o ağaçları 20 yıllık göstererek orayı üçüncü dereceye indirgediler ve inşaata başladılar. başbakanlık konutu olarak yürütüldüğü söyleniyordu.

çok net söyleyebiliriz; tpao’nun özelleştirilmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmış vaziyettedir. biz “canbaza bak” numarasını kabullenemeyecek bir örgütüz. redhack bunun da altını çizdi. yani biz, gezi direnişi can havliyle insanlar kaçışırken, bu tepkileri verirken böyle bir hamle bekliyorduk. tpao’nun özelleştirilmesinin, yani yer altı zenginliklerinin ve doğal kaynakların rahatlıkla satılabilmesinin de önü açıldı bu esnada.

üçüncü köprü için kesilecek milyon tane ağaç varken –bakın ısrarla söylüyorum- artvin cerattepe yağmalanırken, artvin cerattepe’de çok ciddi maden gerekçesiyle çok ciddi bir doğa katliamı vardır zaten.

kaç yıldır söylüyoruz; kaz dağları, kaz dağları’nda çok ciddi bir yağma, talan kültürü vardır zaten işlemekte olan. bugün en son van erciş’te çekilmiş görüntüler var; otobüs durağında kendi kendine işe gitmek için bekleyen insanlara toma’ların saldırısı var. bunları görmezden mi geleceğiz? bütün dünya bunları görüyor, “onlar kendilerine baksın” diyorlar.

occupy wall street eylemi, “wall steert’i işgal et” eylemi bütün dünyaya yayılmıştır, antarktika dışında bütün kıtalarda karşılık bulmuş bir eylemdir ama bütün occupy eylemlerinin kökeni neresidir, biliyor musunuz lale hanım? (- evet)

tekel işçilerinin direnişidir, ankara’dır!

- değil mi?

+ evet, bunu böyle değilmiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. bugün polis kasklarını kapattı, “kasklarla ilgili soruşturma açacağız” dedi içişleri bakanı. içişleri bakanı, 1 mayıs’ın hesabını verebilmiş değildir hâlâ! 1 mayıs’taki yaralanmaların, 1 mayıs’taki polis terörünün, şiddetin karşılığını verebilmiş değildir, cevabını verebilmiş değildir.

kaskların kapatılmasıyla ilgili eğer yeterli gerekli delile ihtiyaçları varsa biz bugün “kıyamet projesi” ismi ile sosyal medya hesaplarımız üzerinden bize ulaştırılmış belgeleri yayınladık. “ulaştırılmış” diyorum çünkü insanlar artık redhack’i ana medyadan daha güvenilir buluyorsa herkesin oturup takkesini önüne koyup bir düşünmesi gerekir.

bizim mail adreslerimize, bizim iletişim adreslerimize insanlar belge gönderiyorlar “bakın bunu görmelisiniz” diye. ulaştırılan belgelerin bir tanesinde şu vardı lale hanım:

“polisin her tür eylemi her tür ortamda dijital kayıt altına -görsel araçlar vasıtasıyla kayıt altına- alması talimat var.”

yani bugün çıkıp “biz bunu görmedik, duymadık, bilmiyoruz, orada deildik” deme lüksü yoktur polisin. ve herkes yasalardan hareketle bir şeyler söylüyor, bakın alkol yasağından biraz önce bahsettim, alkol yasağında çok farklı şeyler de yazıyor. hani bu halkın ihtiyaçlarını karşılayamayan yasalardı bunlar? 12 eylül artığı yasalardı bunlar? niye sırtınızı oraya dayıyorsunuz? sanki memlekette herkes alkolik dolaşıyormuş, madde bağımlısı dolaşıyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. e ayyaş söylemi de bunun bir uzantısıdır, diğerleri de bunun bir uzantısıdır. ama yani ülkede hem namaz kılanların hem içki içerim diyenlerin oranı %41!

- peki şimdi hazır söz açılmışken bunu da sormak istiyorum ben; bir yandan bu yasalarla müdahaleler yapılıyor ama bir yandan da bununla ilgili söylemler var çok tahrikkâr buluyor musunuz bu söylemleri? örneğin, alkol yasasıyla ilgili, işte bir “ayyaş” söylemi var, kürtaj yasasıyla ilgili “her kürtaj bir uludere’dir” söylemi var… ve buna benzer aslında şu anda çoğaltabileceğimiz birçok söylem var. bu söylemleri ve bunların bu kadar cesaretle söylenmesini, bu kadar üstüne üstüne giderek söylenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ya bu fütursuzluklarının hepsini biz değerlendiriyoruz sosyal medya hesaplarımız üzerinden ama şunun altını çizmek lazım, yani, “bizim elimizde başka bilgi ve belgeler de var”. alkol yasağından bahseden insanlar, bugün bu ülkede “en fazla rakı çeşidini biz yayınladık/piyasaya sürdük”, “40’tan fazla rakı çeşidi var memlekette, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorsunuz zaten” söyleminin sahibidir aynı zamanda. (- evet)

bakın şu soruyu biz daha önce sorduk, burada yeri geldi madem, tekrar soralım;

“takiyye, yani inandığının aksini söyleme sözcüğünü bu ülke hangi iktidar döneminde öğrendi?”

“biz takiyyeyi biliyor muyduk akp iktidarından önce?”

“en fazla şans oyunu, lotarya, iddaa, endüstriyel futbol artığı ne kadar kepazelik var ise, bunlar hangi iktidar döneminde yaygınlaştı; sayısı kaç iken kaç oldu?”

bunu söyleyecek insanların kalkıp 50 kilo esrarla yakalanmış bir yeğeninin olmaması lazım! 50 kilo esrarla yakalanmış bir yeğeni vardır başbakanın, bunu ciddi bir kitle bilmektedir, bilmeyenlere belgesiyle, tarihiyle biz ulaştırmayı taahhüt ediyoruz.

bugün terörden, terörist gruplardan, marjinal grupların gezi direnişini tahrik etmesinden bahsediyorlar ama kimse çıkıp söylemiyor; “bugün istanbul terörle mücadele şube müdürü sedat selim ay 71.9.. (kesildi burası, devam ediyor konuşma) avrupa insan hakları mahkemesi’nde hüküm giymiştir. isteyene bunun belgesini yayınlamayı da söz veriyoruz, redhack olarak.

- tekrar edelim de bunu, tekrar edelim mi bunu?
+ son söylediğimi mi?
- evet, lütfen.
+ ısrarla söylüyoruz;

istanbul terörle mücadele şube müdürü sedat selim ay 719.8/1 -diye hatırlıyorum, yanlış hatırlıyorsam düzeltirim medya hesaplarımızdan- avrupa insan hakları mahkemesi’nde diyarbakır’da yaptığı işkence ve tecavüzlerden ceza almıştır, ülkenin ceza almasına sebep olmuştur.

ve bugünkü başbakan çıkıp demiştir ki, “ben adamımı yedirtmem” (- evet) çok tuhaf bir söylem bu. herkes çıkıp diyor ki, “başbakan iyidir”. “halkı yedirtmem”, “%50’yi yedirtmem”. “suçlanmıştır, münferittir”.

• nasıl bir yasal süreç işletiliyor bu ülkede?
• nasıl bir adalet anlayışı var?

yani, bugün ismail cemaati üzerine gittiği için, sırf bunun için suçlanan ilhan cihaner, bu parlamentonun –bizim çok inanmadığımız bir işleyişi vardır parlamentonun, hatta hiç inanmadığımız. çünkü delege seçimleri tuhaftır, milletvekili seçimleri tuhaftır, parti mkyk’ları tuhaftır. salı günleri bir kayıkçı kavgasından öteye geçmeyen grup toplantıları vardır. bu meclisin içerisinde bu gözlemleri yapmış birileri olarak biz meclisin de sağlıklı işlediğini düşünmüyoruz zaten- yani, şöyle baktığınız zaman, biraz geriye çekilip baktığınız zaman; yargıya gereken talimatı verebiliyorlar -çağlayan adliyesi’nde, çağlayan adliyesi’ni avukatlardan korumaya çalışıyorlar!- (- evet)

hoş, yani çok tuhaf şeyler oluyor bu ülkede.

avukatlardan korunan adliye olarak tarihe geçti çağlayan adliyesi.

- aslında türkiye birçok konuda tarihe geçti son bu son 10 yılda, bu da tabii düşündürücü. peki, hazır yargı demişken, birçok yeni dava başladı şu 4 yıl öncesinden, yine türkiye tarihine geçecek. ergenekon, balyoz davaları… onları aslında sosyal paylaşım sitelerinden biz, sizin paylaşımlarınızdan biliyoruz ne düşündüğünüzü biliyoruz ama şu anda bizi izleyenler için de; o davalar için ne düşünüyorsunuz?

+ çok özür dilerim, bir yudum su aldım çünkü bir yandan konuşuyorsunuz, bir yandan içten içe temennilerde bulunuyorsunuz, dilek ağacına dönüyor kafanız. inşallah bu söyledikleriniz halkımızın, o, sürekli ezilen, ötelenen, dışlanan halkın bir parça zihnini açacak sorulardır diye de dilek tutuyorsunuz.

meseleye şöyle bakıyoruz:

biz, adil yargılanmanın hak olduğunu düşünüyoruz.

bir komünistin, bir sosyalistin bunun aksini iddia etmesi söz konusu olamaz.

adalet = kanun demek değildir diye her fırsatta ama elimize geçen her fırsatta –biliyorsunuz, bizim çok özgür platformlarımız yok kendi söylemlerimizi istediğimiz an dile getirebileceğimiz- bulduğumuz her fırsatta, -özellikle sosyal medya hesapları üzerinden- “bu denklem yanlıştır” diyoruz. çünkü insanı hedefine almaz, insanı merkezine almaz.

adil yargılanmayı bir balyoz davası tarafı –diyeyim, taraf oldu insanlar çünkü bu ülkede, hiç olmadığı kadar ayrışmış vaziyette- balyoz davası’na taraf olmuş kişi kck’daki adaletsizliği, kck’daki kişi devrimci karargah’taki adaletsizliği, onlar oda tv’deki adaletsizliği, biri bir diğerinin adaletsizliğini “ne oluyor yahu” diye yüksek sesle sorguladığı güne dek bu adaletsizlikler sürecek. bunarlın hiçbirinin tarafı değiliz. ne balyoz’un ne ergenekon’un ne diğerlerinin ama çok net gördüğümüz bir şey var; hacker marifetiyle bugün ülkede –gerçekten çok tuhaf şeylerden biridir, bizden farklı hacker grupları da söz konusu, biliyorsunuz- hacker marifetiyle oda tv davasında da balyoz’da da diğerlerinde de “üretilmiş deliller”e denk geldik. bunu ısrarla yüksek sesle söylemeye çalıştık.

boğaziçi üniversitesi’nin delil incelemek için aldıkları bilgisayarlara el koydu polis. oda tv davasında söylemeye çalıştığız şeyleri biz balyoz için söyleyebilmek zorundayız. balyoz’da yargılananların biz tarafı olduğumuz için değil, ergenekon’da yargılananların biz tarafı olduğumuz için değil; sadece adalet telaşındayız çünkü adalet, sevgili efkan abi’nin (efkan bolaç’tan bahisle) söylediği şekilde “adalet göğün direğidir, o olmazsa göğ başımıza teper, gökyüzü başımıza çöker” der, kutadgu bilig’de… ama şimdi kutadgu bilig diyorum, herkes kutadgu bilig diyor, “mutluluklar” kitabı demiyorum diye kınayanlar olacak mıdır onu çok bilmem çünkü dersim çatışma alanıydı, dersim dedik diye vay efendim “siz niye oraya dersim diyorsunuz”, yani güroymak demediniz norşin dediniz, norşin demediniz güroymak dediniz, uluder’ydi, roboski’ydi. başbakan’ın doğduğu köy hâlâ podolya’yken bunlar nafile tartışmalardır. bunlar boş, lafügüzaf şeylerdir. söylediğim mekanı anlıyor musun(?), anlıyorsun; ondan ötesi lafügüzaftır çünkü dersim bin yıldır dersim’dir; onu değiştirmek zorunda kalmak da bir zulümdür.

bakın, taksim gezi parkı direnişi’nde biz gerçekten o açıklamayı bekliyorduk çünkü o açıklama bizim için değerliydi –çünkü halkı bir bütün olarak algıladığımız için değerliydi- kürt halkı temsilcilerinin de çıkıp bir şeyler söylemesini, bu davayla ilgili, bu konuyla ilgili bir fikir beyan etmelerini bekliyorduk, o açıklama da geldi; bu polislerin yaptığı, bu hükümetin ısrarla uygulamakta direttiği bu zulüm… haksızdır. “süreç etkilenmesin diye biz birtakım fedakarlıklar yaptık bağrımıza taş bastık ama türk halkı da bizim kardeş halkımızdır, biz yıllarca ‘kürt-türk kardeştir’ diyenler olarak buna nasıl sessiz kalabiliriz” inisiyatif koydular… yani, biz teşekkür ederiz inisiyatif koyan çerkez halkına da laz halkına da –bugün saraybosna’da eylemler yapılıyor, amerika’da, londra’da, paris’te, zürih’te, viyana’da, türk kafkas adaları’nda, karayipler’de… dünyanın dört bir tarafından insanlar tepki veriyorlar- birisi bu eylemlerin müsebbibi olma ihtimalini düşünüp kenara çekilip “ya ben bu ülkenin başbakanıyım, bu kadar insan acaba yanılmıyor olabilir mi(?)” demek zorundadır.

bugün hammami (hama hammami) çıkıp tunus’ta “biz diktatörlerle yemek yemeyiz” diyorsa; bugün ekonomist, dünyanın saygın dergilerinden bir tanesi çıkıp “bu demokrat mıdır, sultan mıdır; bilmiyoruz, anlamadık” diyorsa… bunun gibi örnek çok çoğaltabiliriz. yani biz dünyanın bütün ajanslarını taramaya çalışıyoruz; dünyanın dört bir tarafından gelen tepkiler, beyaz saray’ın tepkisi, the guardian’ın, the new york times’ın, the wall street journal’ın, diğerlerinin, iran haber ajansı’nın; yani fars news’da da (fars news agency) aynısını göreceksiniz, çıkıp başka bir yerde de aynısını göreceksiniz.

bu çok ciddi bir baskı rejimidir.

ha şimdi diyeceksiniz ki, “bundan öncekiler baskı rejimi değil miydi(?)” cumhuriyet tarihinde 80 yıllık borç kadar borç istiflemiş bir iktidar döneminde, buna ses çıkartmayan halkın hiçbir şeye ses çıkartmayacağı zannedildi; yani “niye bugün, daha önceki iktidarlar da shereton arazisine el koydular, koç üniversitesi de koydu, halk niye ses çıkartmadı” dedi; başbakana cevap verelim:

“halk yeni uyandı!”

yani, (- evet, evet, evet) bütün bu olanların farkında olan kitle küçük bir kitleydi. ama o kadar abarttılar ki baskıları, insanlar susmaz hâle geldi. yani, söylenecek aslında çok şey var lale hanım.

- şimdi ben yine bir hani, aslında belki biraz dışına çıkacağız ama bir ortadoğu projesi var, onunla ilgili bir görüşlerinizi almak istiyorum, bu konuda ne düşünüyorsunuz diye. hazır eleştirdiniz de türkiye’de bu meclis, türkiye büyük millet meclisi’ndeki sistemi ama seçilmiş tutuklu vekiller var, bunların hâlâ aslında bir yumuşama gibi görüldü bir dönem ama atılmış geri adım yok, hâlâ tutuklu bulunuyorlar. bu konudaki düşüncelerinizi almak istiyorum.

isterseniz şöyle kısaca büyük ortadoğu projesi’nden bahsedelim. (- olur) büyük ortadoğu projesi’nin eşbaşkanıyız diye beyanatları var. bunu dinlemeyen varsa redhack sosyal medya hesapları üzerinde linkler mevcuttur, oradan izleyebilirler. yani defalarca kendi ağzıyla ikrar eden başbakan “biz büyük ortadoğu projesi’nin, kuzey afraka’nın ve ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi eşbaşkanlarından biriyiz” dedi. daha sonra “ya böyle bir şey nasıl mümkün olabilir, bunu söylediğimi ispatlamazlarsa şerefsizdirler, namussuzdurlar, alçaktırlar” dedi. yani, bütün bu söylem de bir nefret içeriyor aslında.

insanları, tamamıyla baskı altına alınmış medya üzerinden bu açıklamalara mecbur ediyorlar. ama kendi sesini hatırlattığınız zaman da öfkeden kuduruyor. bakın, medya üzerinden açıklama geliştirmek, söylem geliştirmek her zamankinden zordur. bizim, binlerce eleştiri getirebileceğimiz tuncay özkan bugün cezaevindedir, davasına taraf değilizdir ama tuncay özkan’ın tutuklanmasıyla ilgili her şeyi duyuran basın, savunmasıyla ilgili belli siteler, belli kanallar dışında tek satır dile getirmediler. adamın ruhsatlı silahını ruhsatsız olarak iddianameye not almış savcılar söz konusu bu ülkede. yani canan baran’ın, değerli hocamın kalkıp 15 yaşında cumhurbaşkanının yaptığı evliliği dile getirmesini müteakip derhal harekete geçen savcılar, bu konuda en küçük bir şekilde harekete geçmemişlerdir. yani, herkes adalete olan inancını koruma için gayret ediyor, savcılardan bir hareket bekliyor ama savcılar artık bu ülkenin halkının savcıları değillerdir. çok net ortadadır.

özgürlükler savcısı diye bir kavram olabilir mi? özgürlükler hakimi olabilir mi? özel yetkili mahkemeler kavramı olabilir mi? bakın, biz hukukçu değiliz. bu kavramları çok daha net açıklayacak insanlar var bu ülkede ama biz gezi direnişinde de çok net gördük, hukuku o yüzden bilmek zorundayız, haklarımızı ve hukuklarımızı. twitter üzerinden nefret mesajları, toplumu isyana yönelttiği gerekçesiyle, savıyla izmir’de gözaltına alınan insanlar oldu. bakın bunun aleyhinde, biz kemalist değiliz ama atatürk hakkında yüzbinlerce hakaretamiz söylem söz konudur, başbakanın kendisinin söyledikleri hariç! (- evet) diğer inançlar üzerinden ateistler için etmedikleri laf kalmamaktadır, problem olmaz! çivili sopalarla –sivil polis olduğunu söylüyorlar ama biz inanmıyoruz- sivil polis olduklarını iddia ettikleri tipler direnişçilere saldırmışlardır izmir’de -20 kişi 21 yaşındaki başak özçelik’i darp etmiştir feci şekilde –başak’a da geçmiş olsun diyoruz buradan- yani, bütün bunlar için savcıların harekete geçmesini istiyoruz.

kask sorusunu yöneltiyorsunuz, dilleri damakları kuruyor çünkü açıklaması yok! o kask numaralarının kapatılmasının bir tek açıklaması olabilir, tespit edilmemek. “delil karartmak”tan ne farkı var bunun? yani siz canan baran’ın “15 yaşında hayrünnisa gül hanımefendiyle, eşi hanımefendiyle izdivaç gerçekleştirdi” dedi diye cumhurbaşkanı, bunu dile getirdi diye, ki bu bir gerçektir; iftira atmıyor, yalan söylemiyor, bu bir gerçektir. bununla ilgili savcılar harekete geçiyorlar ama cezaevlerinde, antalya da, şakran’da tecavüze uğrayan çocuklar için kılını kıpırdatmıyor bu insanlar.

yani borsa %8 değer kaybetmiş, küresel sermaye tereddütlüymüş, vesaireymiş ve 150 milyar dolarlık bir sermayeyi “yeşil çarlık” var bu ülkede… gülen cemaati var, bunun hesabı neden sorulmuyor?

- gülen cemaati, özellikle son yıllarda, eskiden hani konuşmaya bile düşünürdük “acaba var mı, yok mu” diye ama artık o kadar rahat konuşuyoruz ki, “iyice artık oturdu, var” demek size göre mümkün mü?

+ lale hanım, graham fuller amerika’da cia’dan emekli bir adamdır. graham fuller “ılımlı islam” tabirini icat eden adamdır. bu adam, özellikle kırgızistan’da, türki cumhuriyetlerinde cia ajanlarının yetiştirilmesi için bu okulları örgütlediğini dile getiren adamdır aynı zamanda. ama medya üzerinde öyle bir baskı söz konusudur ki, bunları öğrenme şansınız yoktur! bakın, büyük ortadoğu projesi’nde de “yönlendirilen” medya ajansları vardır. biz daha önce de dile getirdik. “ülkenin fabrikası olur mu kardeşim” diyorlar. ülkenin otoyolu olur mu, devletin otoyolu olur mu? devlet ayakkabı üretir mi? devlet şunu yapar mı; telekom olur mu devletin? peki bütün bunları olmayan devletin neden bir haber ajansı vardır? ve neden bülent arınç, yakın dönemde bu ajansın bütçesini dört katına kadar yükseltmiştir?

cevabı biz vermedik(!), fas haber ajansı verdi;

nasrallah’la ilgili golan tepelerinde kuseyr’deki çatışmalarda taraf olmuş hizbullah’ın lideri nasrallah’ın sağlık durumuyla ilgili yalan haberi anadolu ajansı’nın ürettiğini tespit etti. (- evet)

biz bu utançların neden parçası oluyoruz?

biz reyhanlı meselesinin, bu kadar çabuk günden değişmesinden ötürü unutulmasını istemiyoruz! (- evet, evet) reyhanlı’daki acımız tazedir bizim. sadece reyhanlı da değil, hatay aslında sembol bir kentti, hepsi sembol kent olarak yaşamıştı, hoşgörünün başkentlerinden biriydi mardin’le birlikte… pek çok etnik kökenden gelenlerin pek çok farklı lisanı konuşulduğu, pek çok farklı inanç grubunun birlikte yaşama pratiğine sahip olduğu bir kentti. biz, reyhanlı’da da canımız yandı. abdullah’ın meselesinde –abdullah cömert’i kaynettik biliyorsunuz- abdullah cömert meselesinde de canımız yandı. e başka gerekçelerimiz de var bizim aslında; hatay’da yapılan zulümle ilgili, el-nusra cephesinin, oradaki konuşlanmasıyla ilgili yani bu ülkeyle ilgili…

- yani bu konuda da şimdi, -yine araya gireceğim özür dileyerek- yine biraz suriye politikasına girmek istiyorum ben, reyhanlı neden oldu? o kadar çok uyarı yapıldı ki, sınırdaki o zafiyete ilişkin -güvenlik zafiyetine ilişkin- ama reyhanlı resmen göz göre göre oldu. bunu artık söylemek sanıyorum sakıncalı değil. buna rağmen hâlâ geri adım atılmış değil o konuda da suriye konsunda da. hiçbir arttırılan önlem yok orada. mobese kameralarıyla ilgili –biliyorsunuz- çıkan haberleri…

+ gümrükte iki tane vardı. şehir içerisindekilerin hepsi, tamamı devre dışı bırakıldı. daha önce de dile getirdik lale hanım, tekrar söyleyelim; bakın, dezenformasyon için twitter’dan sorun yaratıcı olarak bahsediyor ya başbakan (- evet, baş belası diyor) “ya bu k… lanet olsun buna” falan diyor. ama twitter üzerinden bu insanlar dezenformatif bilgiyi kendileri yaydılar; patlama esnasında kullanılan araçların plakalarını, kullanılması muhtemel olan diğer enstrümanları biz reyhanlı belgeleriyle birlikte yayınladık. redhack olarak biz bu yayınları yaptık. ancak, patlamadan sonra bu araçların plakalarının, bizim yayınladıklarımızla tutmadığı gibi iddia ortaya atıldı… ve henüz savcılık açıklaması gelmemişken yapıldı bu açıklama. reyhanlı’da çukur açıldı yerde ama çukur, sanki orası delil toplanacak olay mahalli değilmiş gibi bir anda belediye ekiplerince temizlendi, oradaki her şey, bütün deliller moloz yığını kabul edilip hurdalığa götürüldü, oraya dolgu yapıldı, asfaltlandı.

yani bu meselenin aydınlanması zaten (biraz kesinti var burada, devam ediyor) dışişleri bakanı sergei lavrov (rusya dışişleri bakanı) “bu gaz nereden geliyordu, nereye gidiyordu, bunun izahını bize bir verin” dedi “sayın türk yetkililer” dedi. bakın bu kepazeliğe bir son vermek lazım.biz bütün sınırlarımızda barışçıl ilişkiler geliştireceğiz iddiasında olanlar, bunun hâlâ böyle olduğunu söylemekten ar damarları çatlamadığı için utanmayanlar… yani, herkesle sorun yaşar vaziyetteyiz.

biz bunun bir parçası olmak istemiyoruz.

biz bunun bir parçası olmadığımızı türk halkı olarak suriye yönetimine anlatabildik ama kendi yönetimimize bir şekilde anlatamıyoruz! anlatamıyoruz, anlatamayacağız muhtemelen.

yani ,adana’da ölen polis memuru; mustafa sarı: niye ölüyor bu insanlar? niye ölmek zorundalar? yani nasıl bir mantıktır bu; yaşamdan çok ölüme inanan bir iktidar pratiği dünyanın neresinde kabul görmüş ki, biz kabul edelim?

ha, şunun da altını çizelim;

bakın, bu eylemler esnasında en çok unutulan insanlardan bir tanesidir; mehmet ayvalıtaş’ı unutmuş değiliz. ethem sarısülük’ü -diğer belediye işçisi-, gözünü kaybedenler, kafasında dikişler olanlar, yoğun travmada –duran meselâ (duran akbaş)- can çekişiyor ama bir kişi var, biliyor musunuz lale hanım(?) adana’da kağıt toplayan bir çocuk var, öldü! (- o nasıl öldü işte?) “o çocuk da o kargaşanın içerisinde köprüden düşen polisle beraber öldü” diye bilgimiz var. ama kağıt toplayan çocuğu kim ciddiye alsın ki? sürekli 3 çocuk yapmaktan bahsedenler, orada bir kağıt toplayan çocuk ölmüş, bunu niye ciddiye alsınlar ki?

çocuklar bu ülkede -2 buçuk yaşında kübra acından öldü- acından öldü! çocukalrına bakamadığı için 26 yaşındaki anne –biz ismini e.a. diye biliyoruz çünkü hep bir kısaltmadır bu ülkede yaşanan zulümler- yani, o kendini astı!

burada insanlar ölüyolr; toki bodrumunda da ölürsünüz bu ülkede, bugün zonguldak’ta yeniçeltek’te maden ocağında da ölürsünüz, yani bugün “metin göktepe” gibi “duvardan düşer” ölürsünüz! sonra bir gün tepenizde savaş uçakları belirir, roboski’deki 34 kişi gibi de ölürsünüz. afyon’da cephanelik patlar, “25 tane” asker olarak ölürsünüz; “kız vermiyorlar” gerekçesiyle askere gittiğini bildiğiniz çocuklardan bir tanesi diğer 11 arkadaşıyla “afgan dağlarında” –bizim ne işimiz varsa afgan dağlarında(?)- “nato çerezi” olarak ölürsünüz; yani sürekli ölürsünüz bu ülkede!

taksim… taksim direnişi bize biz olduğumuzu hatırlattı.

sürekli dışlanan, ötekileştirilen kim var ise hepsi bir şekilde bu davanın, bu direnişin bir parçası oldular. sanatçılar çıktılar ortaya. hepsini tanıyorsunuz, biliyorsunuz. ya “tiyatroma dokunma benim, benim söz hakkımı elimden alma” dediler. eşcinseller, -hepsine teşekkür ediyoruz- o direnişte yara saran, kandi yatağını yaralılara açan, su veren, pansuman yapan eşcinsellere teşekkür ediyoruz. orada olan alevi, kızılbaş, hacı bektaş veli kültür derneklerine, vakıflara, sivil toplum kuruluşlarına, eczanesini açan, su veren esnafa, hepsine teşekkür ederiz.

sürekli yansıtılmaya çalışılan şudur;

“bu direnişçiler araçları yaktılar, yıktılar, o kadar zarar verdiler”

bakın, bunun aksini çok rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız. görsellerimiz var…

- ama bütün bunlara rağmen, görsellere, biz işte günlerdir burada durmadan yayın yapıyoruz, buna rağmen hâlâ öyle olduğunu iddia edenler de var türkiye’de.

şunu söylemek mümkün değildir;

yani, “bu iş içerisinde hiçbir şekilde hata yapmamıştır direnişçiler” söylemini geliştiremeyiz ama şunun altını çizmek lazım,

“o araçları yakanların nasıl üsküdar’da örgütlendiğini, onları örgütleyen hangi teşkilat olduğunu çok net biliyoruz” sadece bunu delillendirmemiz an meselesi; onların o direnişle, o direnişin kendi pratiğiyle alakası olmadığını çok net biliyoruz. provokatörlerin araya karıştığının farkındayız. bununla ilgili itidal çağrıları yaptık; “aman haklıyken haksız duruma düşmeyelim, bu gerçekten barışçıl bir eylem olarak sürsün çünkü biz barışçıl yollardan da bu iktidarın kifayetsizliğini, geçmiş iktidarlardan aldığı mirası –o sağ muhafazakâr ve baskıcı rejimi- katbekat arttırarak sürdürdüğünü” dile getirdik.

bu direnişi biz bu şekilde barışçıl yollardan da kazanabileceğimizi biliyoruz. bunun son derece net bir şekilde farkındayız. yani ankara’da insanların üzerine sürdüler araçları! (- evet) insanlar bunu gördü! mehmet ayvalıtaş nasıl öldü, detaylarına vakıfız. sürekli siyasetin içerisindeyiz. yani “mustafa sarı’ya üzülmediniz mi(?)” diyeceksiniz, -polis memuruna-! polis vazife selahiyetleri kanunu’na –eğer yanlış biliyorsak hukukçular bizi düzeltsin- “bir zanlı, bir eylemci, bir protestocu demokratik hakların dışında bir tutum geliştiren kişi kontrol altına alındıktan sonra polisin onu darp etmesi suçtur!” biz yerde tam olarak kapaklanmış insanların, baygın insanların dövüldüğüne şahit olduk bu eylemler esnasında. daha önce de olmuştu, 1 maıs’ta da olmuştu. yani mustafa sarı köprüden düştü, hayatını kaybetti… -eşi hamiledir, beş aylık hamiledir- o çocuğu babasız bırakmaya, o şekilde o polisi güdülendirmeye kimin hakkı var? kimin hakkı olabilir? ama aynı şekilde ilk gün, eylemin ilk günü üç tane direnişçi köprüden düşüp can havliyle kaçarken yaralandığında, gidip onları yerde yatarken gaz bombalarına tabi tutan yine polisti. ve biz bu polis teröründen sıkıldık, bıktık, yıldık. yeter yahu! yani hiç mi utanmıyorsunuz, evinize gittiğiniz zaman karınız gözünüze bakmıyor mu, bu eylemlerin içinde olduğunuzu bilmiyor mu, çocuğunuzun gözüne nasıl bakıyorsunuz? ne gerek var buna? adam zaten senden kaçıyorsa, onu yakalama telaşıyla –sana taş atmamışsa, bilye atmamışsa- bakın sürekli bir molotof, sürekli sürekli bir çelik bilye söylemi var bu hükümetin.

dilan, dilan alp; hey tekstil işçisi ali abi’nin kızı; onunla ilgili dediler ki, “kriminalistik belge vardır, record’ı vardır, kaydı vardır, örgüt üyesidir”; hiçbir örgüt üyesi çıkmadı dilan! “elinde molotof vardı” dediler, gözü yanmasın diye sirke şişesi taşıyordu. bütün bunların ispatlanmasına rağmen vali -ki aynı validir, 1 mayıs’taki valiyle direnişteki, gezi direnişindeki vali aynı validir- aynı umursamazlıkta devam ediyorlar!

“sessiz bekçi” adında bir silah edinmiş vaziyette bu emniyet; manyetik dalgayla insanın ağzını yüzünü uyuşturacak şekilde hareket edemez, geçici olarak hareketsiz bırakacak şekilde; bu silahı denemek için fırsat olarak görüyorlar bu eylemi! bizim elimiz tetikte.

- son dönemde zaten polisin kullandığı silahlar da çok tartışmalara yol açtı, örneğin bu taksim gezi parkı eylemlerinde, yurt genelinde işte önce biber gazıyla başladı sonra portakal gazı dendi. sonra içeriğinin bilinmediğine yönelik, bunların denendiği kişiler konuştu. çünkü yarattığı etkiler çok farklı! bu kadar acımasızca bunlar nasıl kullanılıyor, güvenlik güçleri tarafından? yani kanser yapacağı, yapması bile –yapılan araştırmalar onu gösteriyor- “bu kullanılan gazlar uzun vadede kanser yapıyor”, böyle bir araştırma var.buna rağmen halk üzerinde bu silahlar nasıl kullanılır?

lale hanım, çok kısa kısa sorular soralım, zihin açıcı sorular kurtaracak zaten bizleri;

alışveriş merkezinde, dumansız hava sahası ihlali yapan iki tane sivil polisin garson tarafından uyarılmasını müteakip nasıl ayağa kalkıp hiddetle, şiddetle o garsonu darp ettiklerinin görüntüleri var bizde.

kural koyucu, kurala herkesten önce uyması gereken kişi değil midir?

bir önceki içişleri bakanı idris naim şahin’den de biliyoruz biz, yani devlet pratiği olduğu için gelenin gideni aratacağından bir tereddütümüz yoktu ama o da “hizmet kalitesini yükseltmek için demir cop siparişi”ni vermişti! “geçici körlük yaratan fener” sipariş etmişti. kimse çıkıp demiyor ki, “dünya üzerinde tutuklu toplam 32 bin civarında terörist var, terör tutuklusu var, biz nasıl aklımızı yitirmiş olabiliriz(?),biz nasıl zıvanadan çıkmış olabiliriz(?), biz bağlı olduğumuz toprakların geleneğini, kökenini nasıl inkar etmiş olabiliriz ki, bu 32 bin terör tutuklusunun neredeyse yarısına yakını bu topraklarda yaşıyor(?), biz ne zaman bu kadar terörist olduk?”

ama terör yaftası çok kolay bir yaftadır. ha deyince birilerine terörist dersiniz, o torba davalardan bahsettik biraz önce; kck, balyoz, ergenekon, diğerleri, devrimci karargâh, bunun gibi benzeri bambaşka davalar da var aslında sürekli bunlar ön planda ama başkaları da var. terör algısı yaratmak işin kolayı çünkü bu ülkede devrim pratiğinin bu kadar gecikmiş olması –geçmişteki devrimci dostların kendi pratiklerinin hatıralarının üstüne basmak istemiyoruz ama- yani 12 eylül öncesinden beri başlatılmış bir şey vardır; şâki demişlerdir, anarşik demişlerdir –anarşiste dilleri dönmemiştir-, bunlar sosyalisttir, komünisttir demişlerdir, sürekli “bak kızıl komünistler gelir ha” diyerek söylemişlerdir bazı şeyleri. e baskılar bitmiyor ki! biz baskıları, nereye başımızı çevirsek, nerede sohbet ediyor olsak dostlarla, bu baskıları görüyoruz.

deniz gezmiş heykelinin kaldırılması baskı değil midir mimar sinan’da? (- evet) yani baskıdan geçilmiyor ki ortalık! “parasız öğrenim haktır” dediler, “parasız öğrenim haktır” dedikleri için 4.500 üniversite öğrencisi okuldan atıldı, 650 tanesi davaya konu oldu, berna (berna yılmaz) 150 gündür içeride, şu anda tutuklu; “öğrenimi parasız yaptık” diyenler bunu izah etmelilerdir bize.

yök’ün ne olduğunu izah ettik biz insanlara. çıktık, yök belgelerini hack’ledik, yök belgelerini yayınladık, sami menteş adında dünya tatlısı –dünyanın en genç tutuklu gazetecisidir sami menteş- sami menteş bu belgeleri araştırdı diye hrant dink cinayetinde hrant’ın haklarını savunmak için göreve gelmiş olan avukat da yine aynı şekilde şüpheli bir ölümde hayatını kaybetti diye araştırma yaparken bir anda kendini örgüt militanı olarak buldu, terörist olarak buldu!

yahu kimdir terörist? nedir terör? terör tedhiş getirmez mi? baskı getirmez mi? zulüm getirmez mi?

e madem terör ve terörist bu kadar kötü bir şeydir, o zaman bize çıkıp sayın başbakan şunu açıklasın:

yasin el kadı, birleşmiş milletler teröre destek verenler listesinin dört numarası, “ben yasin bey’e kefilime diye çıkıp ortada beyanatlar verdi bu başbakan. yasin bey’e param kadar kefilim, dedi. böyle insafsızlık, allahsızlık olur mu, dedi. hatta bununla kalmadı, cenevre konvansiyonu’nu çiğneyip birleşmiş milletler’e dilekçe verdi, yasin bey’in bu listeden çıkartılması için!

e ne içindi bütün bunlar?

yasin el kadı cüneyt zapsu ortaklığından dolayı mı bu böyleydi? bunun için miydi?

biz konuştuğumuz zaman rastgele cümlelerle konuşmak istemiyoruz. çünkü bizim hack olgusunu algılayışımız farklıdır. bakın bugün televizyonlara çıkıyorlar, yüzük promosyonu yapıyorlar, hacker oluyorlar. “ben birilerinden belge çalarım” sevgili ayşe arman röportaj yapmıştı bir hacker’la “ben belge çalarım, satarım, ben kızılay değilim, hilal-i ahmer miyim ben, hayır cemiyeti miyim” dedi.

orada duruyor işte bu röportaj, durduğu yerde duruyor.

insanlar boş kağıtlarla bizim aleyhimizde propaganda yapmak için televizyona çıkıp jöleli saçlarıyla kalkıp birtakım isnatlarda bulunuyor. e biz bu hacker’ların kıbrıs’larda yaptıkları toplantıları da biliyoruz. onlar çaylarla, keklerle, şiltlerle, plaketlerle ödüllendirilirken redhack halkın yanında durduğu için, halkın menfaatlerini gözettiği için terör listesinde!

e sonradan vazgeçtiler, “yahu bunlar terörist değilmiş ya” diye. yani, bizim bu listeleri, bu yaftaları ciddiye aldığımızı zannediyorlar belki ama korkarım, çok ciddi bir yanılgı içerisindeler halihazırda.

- biraz da isterseniz sizin yine sosyal medyadaki gücünüzü biliyoruz. sosyal medyayla ilgili, bu son dönemde taksim gezi parkı eyleminde gözaltına alınanları konuşalım (+ beni duyuyor musunuz?) gerçi komik bir durum. yine türkiye bir dünya tarihine geçti. (+ bir ara bağlantı kesildi lale hanım, soruyu tekrar alabilir miyim?) ileteyim; hazır sosyal medya demişken, sizin oradaki gücünüz belli ama özellikle bu son taksim gezi parkı eyleminde, buradaki haberleşmeden dolayı meydana gelen rahatsızlık nedeniyle gözaltılar oldu, yine türkiye de dünya tarihine bir kere daha bu şekilde geçmiş oldu. bu konudaki görüşlerinizi de almak isterim.

+ yani, fazıl say bir tweet attığı zaman suç: “halkı yönlendiriyor, halkın manevi değerlerine hakaret ediyor”, utanmasalar ömer hayyam’ı da onunla beraber yargılayacaklardı, biliyorsunuz.

izmir’deki gözaltılarını gördük.

bugün, devletten yana tavır aldığını söyleyen hacker’ların tehditlerine maruz kaldı bu insnalar. sosyal medya üzerinden bir çekişme yaratılmaya çalışıldı. ama halk öyle kenetlenmiş vaziyetteydi ki, kendilerine yapılan hakaretlerin ciddi bir kısmını sineye çektiler, barış ortamı, huzur ortamı bozulmasın, diye. itidalli davrandılar. e organize olmaya çalışıyorlar sosyal medya hesapları üzerinden. linç girişimleri organize eden hesaplar var, görüntüler var, yazışmalar var elimizde. e bunlarla ilgili hiç kimse harekete geçmiyor!

yani, sürekli bir şey mi var: “benim hacker’ım, senin hacker’ın… benim adamım, senin adamın” mı var? yani, eğer direnişçilerden yanaysa hacker, halktan yanaysa tukaka, kötü, lanetlenesi, ötekileştirilesi… eğer direnişçilerden yanaysa birtakım sosyal medya hesapları, fenomenler, güçlü hesaplar bunlar kötü insanlar, bunlar dışlanan insanlar.

“devlet bizim yanımızda!”

e izmir’de, gündoğdu meydanı’nda, alsancak’ta insanları dövenler de kendileri, bundan cesaret almadılar mı? “ya polis nasılsa yanımızda” deyip akp il gençlik kolları başkanı kalkıp eline sopayı alabilecek kadar fütursuzca davranabiliyor. hatay’da aynısı oluyor. dersim’de elektrikleri kesip birtakım komploların içerisine girmeye çalışıp ama hiçbir şekilde tutturamayan insanlar var. gazi’de insanlara saldırdılar, sarıgazi’de saldırdılar, maltepe’de saldırdılar, bakırköy’de saldırdılar.

bu insanlar, sokağa çıkmayan %50 mi sayacağız? biz bunun istatistiğini tutturamıyoruz. bunlar sokağa çıkmayan %50 mi? yani 2911 sayılı kanuna muhalefetten, izinsiz gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten yargılamaya kalkıyorlar insanları, twitter üzerinden yargılamaya kalkıyorlar insanları; peki, dün atatürk havalimanı’ndaki gösteri 2911’e uygun muydu?

yani başbakan bilgisayar kullanan gençlik istiyor ama ak parti’nin daha çok sms’le haberleştiğinin bilgisi var elimizde. biz bir de anlamıyoruz yani; bilgisayar kullanan gençlik söylemini hiç düşürmüyor dilinden başbakan ama biz bilgisayar kullanımında pek fena sayılmayız aslında :) (- evet)

bizi sevmiyor! tuhaf bir şekilde, biz bilgisayarda fena değiliz ama bizi sevmiyor!

- peki bu gezi parkı eylemindeki gençlik sizi şaşırttı mı? aslında siz onlarla sürekli iletişim halindesiniz ama uzunca bir süredir “bu türk gençliğine ne oluyor, bu kadar baskılara rağmen sesi soluğu çıkmıyor, apolitik bir gençlik” söylemleri vardı; ne düşünüyorsunuz, türk gençliği için?

(uzun bir reklam arasından sonra bağlantı devam ediyor)

şunu da sormak istiyorum ben, biliyorsunuz bu taksim gezi parkı’yla ilgili bir gelişme de üçüncü köprüydü. üçüncü köprünün temeli de atıldı, bu köprünün istanbul’a ne getireceği ne götüreceği tartışılırken bir yandan da yavuz sultan selim adı tartışıldı, aleviler tarafından özellikle tepkiyle karşılandı, bunun için ne söyleyeceksiniz?

+ aslında alevilerin tarih boyunca, anadolu alevilerinin uğradığı zulümleri biz tek tek sıralamaya kalksan muhtemelen yeni bir program yapmak zorunda kalırız.

yani, hürrem’in dekoltesini kendine dert edenlerin, muhteşem yüzyıl’ın başka bir karakteri olan ebussuud efendi’nin ve yavuz sultan selim’in yaptığı alevi katliamlarının yaratacağı hassasiyeti dikkate almamalarının bir gerekçesi olmalı!

neden bu köprünün adı istanbul aşığı bir şairin adı olmuyor? neden bu köprü direnişin sembolü olarak anadolu yakasından avrupa yakasına direnişçilere destek vermek için geçen insanlardan bir tanesinin adı olmuyor? neden bu eylemler esnasında hayatını kaybetmiş insanlardan biri olmuyor? neden anadolu’nun yetiştirdiği büyük ozanlar, dünyanın tanıdığı mevlana olmuyor; yunus emre olmuyor?

neden bu tarz bir hassasiyetin ısrarla kaşındığını biz de bilmek istiyoruz!

elimizde olsa bu köprünün ismini, bu saydığımız isimlerden biri olmasını isteriz. abdullah olsun, abdullah cömert köprüsü olsun, cömertliğe vurgu yapılsın, direnişe, gençliğe vurgu yapılsın.

nasıl adana’daki polis memuru baba olamayacaksa, çocuğunun doğduğunu göremeyecekse abdullah da göremeyecek!

bu zulümlerin bittiğine dair bir işaretin sembolü olsun üçüncü köprü, mutlaka yapılmak zorundaysa!

çünkü orada da çok ciddi bir doğa katliamı söz konusu olacak, orada da çok ciddi bir rantiye söz konusu olacak; biz okmeydanı’ndaki, kemerburgaz’daki bütün bu kentsel dönüşüm rantiyesinin dinamiklerini de takipm ediyoruz redhack olarak! (- evet, evet) bugün suat kılıç bakandır, ankara’nın ortasında kendisine hiç pahasına, yok denecek miktarda paralarla kendisine arazi edinmiştir, bunu ispatlayabilecek durumdayız; bu kentsel dönüşümün rantiyesine ilave olarak, orada üçüncü köprü rantiyesi yaratılmıştır; bunun da adının doğru konulmasını istiyoruz.

şehir içi trafiği yaya trafiğini, her tür trafiği daha akışkan hale getirmek için böyle bir köprünün yapılması gerekiyorsa buna biz karar verecek değiliz. kent planlamacılar, şehrin bu konudaki otoriteleri, insan, halklar karar verecektir… ille de yapılması gerekiyorsa bile adının yavuz sultan selim olmasını, biz redhack olarak birtakım hassasiyetler üzerine, ayrıştırmaların, ötekileştirmelerin üzerine gitmek olarak yorumluyoruz lale hanım.

- evet, o zaman yine bu konu açılmışken bunun devamında şunu da sorayım, biraz kıyılara, yağmalanan kıyılara geçeceğim ama alevi toplumunun özellikle son zamanlarda yaşadığı sıkıntılar var, işte, evleri işaretleniyor, buna benzer şeyler, tacize uğruyorlar; bu konudaki, hükümetin yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

+ lale hanım, muhtemelen unutulmuştur ama biz yine hatırlatalım, toplumun hafıza kartı olmaya devam edeceğiz. balık hafızalıdır toplum, köreltilmiştir… gerek tüketim toplumu enstrümanları vasıtasıyla köreltilmiştir gerek bile isteye cahil bırakılmıştır ama;

malatya sürgü’de bir alevi aileyi ramazanda davulla nasıl taciz ettiklerini hatırlıyor musunuz? (- evet, evet) yani bu aile bu şekilde taciz edilip, uyandırılıp mahkemede dili sürçünce o aile reisinin, adaleti yanıltmaktan yargılandı! düşünün, evinizde uyuyorsunuz, geliyorlar sizi uyandırıyorlar, bir şekilde sloganlar atıyorlar, tahrik ediyorlar, “yahu ne oluyor” deyince linç etmeye kalkıyorlar… ve siz mahkemelik oluyorsunuz! kimse ceza almıyor, siz mahkemelik oluyorsunuz.

yani alevi toplumunda yaşanmış çok fazla şey var, sayabiliriz altmışlardan itibaren.yani maraş’ı var bunun, çorum’u var, sivas’ı var, dersim’i var; çok fazla şey sayabiliriz. bizim alevi kadar hürriyetimiz yok (burası kayıp!) yaratarak huzurlu uyuyabiliyorlardı. bunların çok geride kaldığını düşünüyorsunuz ama gerçekten bu bir –tabiri yerinde olur mu bilmiyorum ama- kas hafızası bir şeydir bu. yani darda kalınca, ihtiyaç duyduğunda beden daha önce yaptığı pratikleri hatırlar, devletin hafızası kas hafızası ısrarla aynı kötü pratikleri yansıtmaya devam ediyor!

yani, her çıktıklarında kalkıp alevileri ötekileştiriyorlar, çingeneleri ötekileştiriyorlar, kadınları ötekileştiriyorlar –olmadık zulüm yapılıyor bu ülkede kadınlara-, e diğer canlıların yaşam haklarını hiçe sayıyorlar, yani bu gazdan, tozdan sokak haynaları etkilenmedi mi zannediyorsunuz; haçiko’nun elinde, bizim redhack’in kendi hesaplarının elinde çok ciddi görüntüler var. askeriyede katledilen pek çok hayvanın resmini de o hesaplar üzerinden görürsünüz; biz açıkçası bu dışlama, ötekileştirme politikasını istemiyoruz, diğer cinsel yönelimlere saygı istiyoruz, tüm inanışlara saygı istiyoruz; aslında gezi direnişinin özeti olarak bunu söyleyebiliriz belki:

biz saygı istiyoruz!

kimsenin beslemesi değiliz! yani fifty fifty mantığında o evde oturduğu söylenen %50, tamam, doğrudur, başbakan’ın bir hareketine bakıyordur harekete geçmeleri, uzaktan kumandalı maymuncuklara dönmüştür bir kitle, mümkündür, bunu kabul etsek bile diğer %50’nin de %50 olduğunu hatırlattı bu direniş.

- evet, kadınlar demişken biraz da kadınları konuşalım istiyorum, işte “kadınlara kürtaj yasak” dendi, “üç çocuk” dendi, ertesi gün hapıyla ilgili birtakım yeni uygulamalar var;

kadınlar ne durumda türkiye’de?

+ kadınlarla ilgili söyleyebileceğimiz çok fazla şey var, birebir katıldığımız eylemler de dahil. yani kadın ölümleri rakamlarına dönüp bir bakmak gerekir bu ülkede;

kaç tane kadın koca şiddetinden,
kaç tane kadın namus gerekçesiyle,
kaç tane kadın aşiret kanunları yüzünden,
kaç tane kadın enseste maruz kalıp

katledilmiştir?

bakın kadın ismi, kadın söylemi bu iktidar döneminde bakanlığın isminden bile çıkartılmıştır aile bakanlığı’nın; böyle bir süreçten geçiyoruz.

malatya, büyükşehir belediyesi olmadan önce bu ülkenin başbakanı olan zat gitti malkatya’ya dedi ki, “büyükşehir olmak için 750 bin nüfus gerekiyor malatyalı kadınlar, hazır mıyız(?)” diye sordu.

neye hazır mıyız?

“neye hazır mıyız(?)” diye soramadı bu ülkenin kadınları! bu ülkenin kadınlarının başörtüsü üzerinden iktidara gelmiş insanlardan bahsediyoruz.

sirkeci karakolu’nda öldüresiye dövülen kadınlar, izmir’de öldüresiye dövülen kadınlar, emniyet’e vesika müracaatı için, yoksulluktan, yokluktan müracaatta bulunan kadınlar…

yahu bıkmadınız mı şu kadınların üzerine gitmekten?

biz gururla söylüyoruz;

redhack eylemlerinde kendi şirine’lerimiz de dahil, kadınlardaki direnişi biz çok net görebiliyoruz. belge ayıklarken bize omuz veren dostların, yoldaşların, canların içerisindeki kadınları çok net görebiliyoruz.

ama;

sürekli bir tecavüz kültürü üzerinden bu kadınların aşağılanmasını da sindiremiyoruz! tecavüz edilmiş insan, dilsiz insan, sağır insan, birtakım engelleri olan insanlar “bağırmamış, rızası var” diyerek; senetle sepetle gelin olarak bedel karşılığı satılmaktayken hâlâ; kimse çıkıp “kadına haklarını teslim ettik(!), cennet anaların ayağı altındadır(!)” gibi söylemlerde bulunmasın!

17 bin faili meçhulün temsilcisi olarak o cumartesi anneleri toplanıyor. kaç haftadır toplanıyor o kadınlar? (- evet) berfu ana neyin simgesiydi; evladını yitirmiş bir anne olarak kadın değil miydi? diğerleri öyle değil miydi?

istiklal caddesi’nde “turistlere kötü görünüyor” diyerek, “çirkin görünüyor” diyerek saçından sürüklendi bu insanlar bu ülkede!

bunu istemiyoruz artık! istemiyoruz, kabul etmiyoruz! biz uzun süredir kabul etmiyorduk; şimdi daha geniş kitleler de kabul etmiyor… çünkü biz birlikte olduğumuz zaman, ayrışmadığımız zaman hedeflere ulaşabileceğimizi daha net görebiliyoruz, bu eylem sayesinde.

parmakları kestiğinizde ortalıkta bir yumruğunuz kalmaz; parmakları kestiler yıllar yılı!

yani, o kadınlara yapılan zulümlere hepsinin karşısında biz redhack olarak duracağız; yalnız olmadığımızı, çok ciddi bir ailemiz olduğunun da farkındayız biz. hiçbir zaman da o kadınların ezilmesi karşısında sessiz kalmayacağız. bakın, işin özü nedir biliyor musunuz, lale hanım(?):

“eşit bireyden korkmaktır!” “eşit olmaktan korkmaktır!”

bütün bunların altında böyle bir zihin coğrafyası yatmaktadır. “ermeni beni sevmiyor”, “pomak beni sevmiyor”, “çerkez beni sevmiyor”, “arap beni sevmiyor”, “kürt beni sevmiyor”… “türkün türkten başka dostu yoktur” diyorlar.

sen eğer anzaklarla, çanakkale’de savaştığın anzaklarla dost kardeş olmayı başarıp kürt halkıyla başaramıyorsan; bir ermeni dışlaması yüzünden milli maçta “ayağa kalkmayan ermeni olsun” diye tezahürat yaparsan; trabzon valisi gibi hes protestolarına, o güzel insanlara, o fırtına vadisi’ne sahip çıkmak, artvin-hopa’da doğasına sahip çıkmak dışında suçu olmayan insanlara “rum tohumu” dersen; bugün alevileri “kızılbaş” diye dışlarsan; bugün dünyanın en özgür halkı olduğuna inandığımız çingenelere “çingen” deyip sulukule’yi kentsel dönüşüm rantiyesi için ellerinden alırsan; sen eşcinsellere, onların yönelimlerine, -tercih demiyorum lale hanım, lütfen dikkat edelim buna çünkü eşcinsel arkadaşlarımız, gay’ler, lezbiyenler, transseksüeller uyardı, onlar öğretti bize bunu. biz biraz yabancıydık bu jargona, dediler ki, “bizim önümüzde sarı, kırmızı, mavi seçeneklerimiz yoktur, biz elimizde olmadan yöneliyoruz, bu istekler bizim içimizden geliyor, lütfen dile getirin- e şimdi gezi direnişi esnasında bizim arkadaşlarımıza, dostlarımıza pansuman yapmış insanların bu dileğini, bu isteklerini sizin vasıtanızla dile getirmekten de gurur duyuyoruz.

biz artık bu dışlamadan ve saygısızlıktan yorulduk.

- evet, biraz da çocuklara değinelim mi? çocuk işçiler, çocuk gelinler var türkiye’de binlerce, onbinlerce.

+ lale hanım, yani biz açıkçası çok inanmıyoruz(!) ama bu ülkenin türkiye istatistik kurumu adı altında bir kurumu var. (- evet) birtakım istatistikler yayınlıyorlar. biz bu berileri baz alarak dahi 1 milyondan fazla çocuk işçinin bu ülkede yaşadığını biliyoruz, halkımız da bilsin ve sessiz kalmasınlar. hiçbir güvencesi olmadan 1 milyon çocuk işçi var. çok küçük yaşta senetle sepetle alınıp satılan çocuk gelinler vakası var ama seksenli yıllarda sezen aksu’nun “ünzile insan dölü, on kardeş biri ölü” diye dile getirdiği o çocuk gelinler, çocuk yaşta gelin edilen kızlar için sesimizi yükseltmek zorundayız biz. 16 yaşından küçük kimselerin herhangi bir güvencesi varmış gibi, bu iktidar döneminde, 16 yaşından gün almışların ölüm riski olan işlerde çalışmasının önündeki engelleri tek tek kaldırdırlar, resmi gazete’de yayınlandı. 16 yaşından gün almışsanız ölebilirsiniz, ölüm riski olan işlerde çalışabilirsiniz. sanki 10 yıl boyunca 12 binden fazla insan iş kazalarında hayatını kaybetmemiş gibi, sanki bu kanunun, bu tasarının yasalaştığı gün serkan (onkaimeon: serkan altunay, bolu’da inşaattan düşerek öldü mart ayında) inşaattan düşüp ölmemiş gibi; sanki gezi direnişi esnasında akm’de (kesilmiş burası)4. kattan, akm’nin dördüncü katından düştü (onkaimeon: celal kırmaz, hurda toplarken düştü). yani bütün bunların arasından geçip geliyoruz biz.

unutmuyoruz! unutmayacağız, unutturmayacağız, herkes unutanlara hatırlatacak, başka türlü kurtuluşumuz yok bizim!

yani, çok fazla sıkıntısı var bu ülkenin, sahip çıkanı yok, e susturulmuş bir medyası var, baskı altında tutulmaya çalışılan sanatçıları var, öğrencileri var, işçileri var. yani biz bir kehanette bulunur gibi 1 mayıs’ta söyledik, dedik ki,

“yani şimdi esat çıkıp dese ki, yani ‘erdoğan hükümeti halkına zulmetmektedir, buna sessiz kalınamaz’ ne diyeceğiz” diye sorduk biz 1 mayıs’ta. 18 mayısta hatırlattık, dedik ki, netanyahu çıkıp dese ki, “west bank’teki çatışmalara, ramallah’taki bizim uygulamalarımıza söz söyleyen erdoğan’ın istanbul’una bakınız önce” dese, biz ne diyeceğiz? yani bugün başbakan çıkıp diyor ki, “e batı’da da böyle bastırılıyor eylemler, ingiltere’de var benzeri, en yakınımızdaki yanunistan’da var yahu” diyor, “yunanistan’da var(!)”. “su-i emsal, kötü örnek örnek sayılmaz” diye birsinin bu adama hatırlatması gerekiyor. bizim vazifemiz madem, biz hatırlatırız redhack olarak. (- evet, evet)

- şimdi biraz da az önce siz değindiniz aslında, kentsel dönüşüm ve bunun devamında belki biraz niteleyebiliriz, kıyılarımız ne halde, onu konuşalım. bir rant alanı kıyılar, büyük büyük görkemli, şaşaalı oteller dikiliyor… ve kıyı koruma kanunu ile ilgili görüşleriniz olduğunu biliyorum ben. sosyal paylaşım sitelerinde, twitter’da özellikle bunu paylaştınız. biraz da bizi izleyenler için bu konudaki görüşlerinizi alalım.

+ lale hanım, bizim canımız yanıyor. canımız niye yanıyor(?): biz komünist, sosyalist insanlar olarak çok sınır telaşında olan, mülkiyet telaşında olan insanlar değilizdir :) işin doğrusunun o olmadığına inanırız. dünya bizim bir oyun alanımız, hep birlikte yaşıyoruz. yani o, yağmalanan kıyılar, imara açılmış boğaz söz konusu. bakın, istanbul’un siluetini bozduğunu söylediği müteahhite başbakan ne yapıyor, biliyor musunuz(?): küsüyor! , “istanbul’un siluetini bozdu bu adam” diye küsüyor. e sonradan ortaya çıkıyor ki, o iznin altında kendi bürokratlarının imzası var! yani, bu imzalar olmadan o yapılaşma söz konusu olabilir mi? (- yani) boğaz’da acarkent’e ruhsat veren belediyeler neden durduramadılar o inşaatı? bugün kuleli askeri lisesi’ni dönüştürmeye çalışanlara kim çıkıp da tek kelime laf ediyor?

ama bu ülkede çok ciddi zafiyetler vardır. birtakım istisnaları özellikle tenzih ederek söylüyorum çünkü onurlu örnekleri hiçe saymak da bizim tutumumuzu karalar, bize yakışmaz; birtakım onurlu örnekler dışında bugün bu ülkede muhalefet, görevini yapmamaktadır. biz daha önce de dile getirdik; “eğer muhalefet etmek sensörlü hela lambası gibi, ortalığı pislik götürdüğünde yanıp sonrasında sönmekse biz bunu reddediyoruz” dedik. gerçekten kıyı koruma kanunu’ndaki değişikliklerle 20 metreye kadar düşmüşken yaklaşım, buna kimse ses çıkartmıyorsa bu bir vatan hainliğidir. eğer vatan hainliği kavramından hareket ediliyorsa bunu müsebbibi gezi direnişçileri değil, bu ülkeyi bu şekilde yağmaya çekenler, peşkeş çekenlerdir ve bu kıyı koruma kanunu’nun iptali için harekete geçmeyenlerdir vatan hainleri. eğer bir vatan telaşına düşülüyorsa bütün bunlar onun bileşenidir.

bugün nutuk okumadan nutuk atmaya soyunmuş cumhuriyet evlatları değildir bu vatanın sahibi. kendi tabancalarının kabzalarında üç hilal taşıdıkları için kendilerini bu vatanın sahibi ilan edenler vatan hainliği yapmaktadırlar.

bu şekilde bu vatanın sahibi olmanız mümkün değildir. söyleyebileceğimiz çok fazla şey var lale hanım, tek bir programa nasıl sığdırırız (- kısa kısa gidiyoruz) zaten milletin kafasını şişirdik, dostların.

- rica ederim, çok ilgiyle izleniyorsunuz şu anda. biraz da kürecik’te kurulan radara ve patriot’lara dönmek istiyorum ben. patriot’lara avrupa’dan büyük destek geldi. bizi ne kadar koruyacak? patriot’lar için ne düşünüyorsunuz?

+ lale hanım, şimdi patriot’ları açıkçası mülteci kamplarından ayrı düşünmüyoruz. büyük ortadoğu projesi’nin bir parçası olduğunu düşünüyoruz. oradaki hareket, eylem planlarının, iran’ı izole etme planlarının gerçekten orada lübnan üzerinden oyunların bir parçası olarak görüyoruz. çok manidardır, mülteci kamplarına bu ülkenin milletvekilleri giremezken –bakın yine altını çiziyorum, biz parlamenterist insanlar değilizdir, yani böyle bir kaygımız, hırsımız, telaşımız yoktur ama ortadaki gerçekliğin altını çizmek için bu tabirler üzerinden konuşmak zorunda kalıyoruz- bu mülteci kamplarına bu ülkenin milletvekilleri giremezken, iki gün sonra amerika’nın adana konsolosu gitti ve kapılarda karşıladılar, açtılar, ihtimam gösterdiler. bizim nasıl amerika’nın payendesi olduğumuzu, amerika’nın –tabiri yerindeyse bütün yoldaşlarımdan, dinleyenlerimden özür diliyorum ama tam tabiri budur- amerika’nın nasıl maşası, kuklası, yanaşması olduğumuzun ispatlarından biridir meselâ o, mülteci kampı ziyareti.

e kürecik’teki radarı bundan ayrı düşünemezsiniz. “ülkenin müdafaası için olduğunu söylediler, ülkenin müdafaası için gece gündüz çalıştılar ve ülkenin müdafaası için bunu yerleştirdiler” gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı; bu ülkenin bu radar sistemine ihtiyacı olamazdı, ne zaman ki oldu, biz büyük ortadoğu projesi’nin aktif olarak, herkesten çok, kraldan çok kralcısı olup hamisi olana kadar; o gelen füzeler, o gelen füzelerin finansmanıyla ilgili neden bize destek vermek zorunda kaldı birtakım ülkeler(?), bunun adını doğru koymak lazım. katar ve suudi arabistan nasıl suriye operasyonlarını yönetmek için bize 10 milyar dolar aktarmışsa, türk ekonomisine giren çok ciddi bir nakit vardır bu haseple, bu sebeple… bu füzelerin de adını doğru koymak lazım; üzerinde “patriot” yazıyor! dil bilmeyen dostlar için açılayalım: patriot vatansever demektir.e muhtemelen vatansever füzeler, üretildiği vatanları seviyorlar bizden çok.

- evet, bu da sanırım gerekli mesajı vermiştir. şimdi seçimlere biraz dönmek istiyorum ben. son yapılan seçimlerde özellikle kamuoyunda şöyle bir yargı uyandı, “seçimlerin sonuçları doğru açkılandı mı(?)”, “bu seçimlerde hile var mı, hile yapıldı mı(?)” diye. bununla ilgili bir çalışmanız var mı, bu yönde? seçimlerin nasıl yapıldığına ilişkin?

+ lale hanım, şöyle söyleyelim, bizim birtakım çalışmalarımız var mı, diye sürekli sorulur bize. yeni eylem var mı, yolda başka bir şey var mı? şimdi eskisinden çok daha güçlüyüz. kendi meramımızı, derdimizi biz halkımıza çok ciddi bir kitleye anlatmayı başardığımızı zannediyoruz. bizim eylem planlarımız içerisinde attığımız adımların tamamı büyük bir stratejinin parçasıdır. bu stratejinin nereye varmasını istiyoruz, biliyor musunuz(?): sınıfsız, sömürüsüz, ağaların değil, insanların özgürce dilediklerince yaşayabildikleri, paylaşımcı bir üretenlerin iktidarı telaşındayız.biz üretirken başkalarının tükettiği bir iktidarın telaşında değiliz. bizim yapmaya çalıştığımız budur!

ve şöyle söylemek gerekir: bizim seçim sistemi üzerinden yapacağımız eylemden ziyade, gezi direnişi’nde olduğu gibi, halkın seçim sistemini sahiplenmesi, gerekirse sivil temsilcilerin o sandıkların başında beklemesi gerekir. çünkü şunu çok net biliyoruz, bunu iddia edebilecek durumdayız; “henüz açılmamış sandıkların açıklandığı bir seçim sistemi” oldu, oylama oldu. önüne geçilemedi. ve şunu da sormak isteriz, bilen dostlarımız vardır, daha önceki mülakatların bir parçasıydı ama yeni tanıştığımız dostlara duyurmak isteriz; kamu güvenliği müsteşarlığı diye bir birimi var bu devletin. kamu güvenliği müsteşarlığı bünyesinde daha önce yabancı uyruklu kimseyi çalıştıramıyordu. bu iktidar döneminde kamu güvenliği müsteşarlığı’nda yabancı uyruklu kişilerin çalıştırılmasının önündeki bilcümle engel kaldırıldı. gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. dolayısıyla bir amerikalı syber güvenlikçiyi görevlendirmişlerdi, altyapısının yurtdışından yönetildiği bir sistemin içerisinde, siz gerçekten adil bir seçim yapıldığını, kazananların adil olduğunu söyleyebilir misiniz?

ve siz şunu da söyleyebilir misiniz(?); hiçbir sıfatı yokken –bugünün başbakanı- bir bürokrat sıfatına sahip değilken, belediye başkanı değilken, parlamenter değilken amerika’ya kaç defa gitmiştir(?), kaç defa davet edilmiştir(?) ve akabinde seçimlerden nasıl farklı bir şekilde galip çıkmıştır?

bütün bunların cevabını birilerinin verebiliyor olması lazım, adil bir seçim sisteminden bahsediliyor olsa! ama baraj sistemini de tartışabiliriz (- evet), bizim inanmadığımız bir parlamenter sistemi hakkında bu kadar çok laf ediyor olmamız bile tartışılası bir şeydir aslında ama :) (- ama herhalde en yakın olanı siz değerlendirmeye çalışıyorsunuz) şimdi, %10 temsil hakkının olmadığı yerde bu şekilde gelişmelerin olması, bu şekilde bir seçime maruz kalmak son derece doğaldır.

yani, liderler sultasının yaşandığı herhangi bir partiyi ayırt ederek söylemiyorum ama liderler sultasının birebir aktif olarak, çok uzun yıllardır yaşandığı bir yerde, dokunulmazlıkların zırh olduğu bir yerde; yani bugünün başbakanı 80 küsür davanın 60 tanesinden, kendi hakkında açılmış 80 küsür davanın 60 tanesinden “zaman aşımından(!)” kurtuluyorken hangi adaletten bahsediyoruz? bir gecede oldu bittiyle, torba kanunlarla kendi özlük haklarını iyileştirenlerin, bu halkın hassasiyetleri hakkında bu kadar laf edebiliyor olması bile utanç vericidir!

56 trilyon -eski parayla-, 56 milyon sağlık harcaması olan bir meclisin 16 bin tl aylık kirası, 14 bin yıllık vergisi olan araçlarla sefa sürmesi; biz çay parasının belgesini açıkladık kalkınma bakanlığı’na; bayağı bir kalkınmışlar! yani altı aylık 70 bin küsür lira çay, pasta, poğaça, börek harcaması var bu insanların.

biz bu kamburlardan kurtulmak istiyoruz halk olarak! bu taraftan yürümek istiyoruz ve seçim sisteminin daha adil olması için barajların kaldırılmasını istiyoruz; bütün azınlıkların, bütün yönelimlerin, bütün ötekileştirilenlerin de o temsil hakkına sahip olmasını istiyoruz çünkü şunun farkındayız; i(..?)ssizler birleşip parti kursa 80’in üzerinde, yanlış hesaplamış olabiliriz ama minimum 75-80 bareminde milletvekili çıkarabildiği bir sistemde temsilden bahsedilemez, adil bir seçim sisteminden bahsedilemez. böyle bir uygulama, böyle bir kurgu yoktur, olamaz!

- peki, yine seçime dönük, ülkemizdeki seçim sistemine dönük ve tabii ki, sonuçlarının yansımasıyla ilgili bir soru çok geliyor. bu seçim sonuçlarında bilgisayar üzerinden bir oynama olabilir mi(?), siz bu işin uzmanısınız çünkü.

+ şüphesiz olabilir, nihayetinde bizim sürekli söylediğimiz bir şey var: “bir sistem var ise, o sistemin kurucuları var ise onun bir retoriği vardır, mantığı vardır, bir dizgesi vardır”. bir mantık dizgesi içerisinde kurulmuş bütün sistemler, aynı mantık dizgesine zarar vererek ya da tersine işleterek devre dışı bırakılabilir. dolayısıyla bu seçim sisteminde birtakım dijital oynamalar, birtakım manipülasyonlar –bizce- yapılmıştır, yapılmaya müsaittir. zaten halk desteğinde şöyle garip bir manzara çıkıyor ortaya; “yahu eğer bu direniş esnasında devrimci müslümanlar bizlerleyse, kendi dini hassasiyetleri yüzünden özellikle bugün yapılanlara göz yummayanlar meydanlarda bizlerleyse; bu evinde oturan %50 kim(?), bu nasıl bir %50(?)”. matematiğe en basit şekliyle bu haliyle ulaşmak mümkün. burada çok ciddi bir şekilde yanıltma var… ama yanıltma nerede yok? e vatanını sevmekle alakalı nutuklar çekenler lütfen bütün bunlara dikkat etsinler. reyhanlı’ya dikkat etsinler. doğa yağmalamalarına dikkat etsinler. sahip çıkanlar ya…(burası boşluk) “… kenara çekilmek üzereydi, benim için elvermedi, o yüzden bu evrakı sizle paylaşıyorum sayın redhack” diye mail adresimize bu evrakları gönderen insanlar, bir duyarlılığın parçasıydılar. ve o duyarlılığın parçası olmadığı halde, yani bilmiyoruz, tanımıyoruz çünkü, orada “utku kale” isminde (- evet) bir eri tutukladılar. utku kale redhack’li değildir! utku kale’yi tanımayız, bilmeyiz. zaten sosyal medya hesaplarımız üzerinden çok net görülebilir bazı şeyler. (- evet) utku, arkadaşlarıyla birlikte askeri savcılığa çekildiğinde biz, “ya bu çocukları niye askeri savcılığa götürüyorsunuz(?)” diye tweet attık. madem o çocuklardan biriydi bu belgeleri bize sızdıran, ki bizce son derece onurlu bir harekettir bu, -ülkesinin savaşa girmesinin önüne geçmeye çabalamak- son derece kahramanca da bir iştir, bir şövalye ruhu gerektirir, bir devrimci basireti gerektirir, bir direnişçi yüreği gerektirir; “bu çocukları niye götürüyorsunuz(?)” dedik. sonra amasya’dan sivas’a iki kişi götürdüler, utku’yla birlikte bir başka arkadaşı daha, tanımıyoruz onu da, “ya bu iki çocuktan ne istiyorsunuz, bu çocuklara niye işkence yapıyorsunuz? manevi cebirle, darpla bu çocukların üzerine kalması için nasıl bir çaba sarf ediyorsunuz(?)” diye, onun da mesajını verdik.

“peki bütün bunlardan madem bizi haberdar eden kişiler utku kale’ydi, biz nasıl haberdar olduk be adem(?)” diye sorarlar adama. (- evet) ama bunu soracak savcı lazım! redhack davasında “söyle bakayım, bu mahir çayan nerede oturur yavrum(?)” diyorsa 2013’te bir savcı; utanılası bir hal almıştır, türkiye’de adalet yoktur, bağımsız yargı yoktur, sadece maşa olarak kullanılan yargı söz konusudur.

bizi çok ilgilendirmiyor; bugünkü iktidarın, geçmiş iktidarların, koalisyonların ortakları da başka türlü kullanıyorlarmış yargıyı. biz o tarafında değiliz çünkü bizim için hırsız hırsızdır, onursuz onursuzdur; bunun ötesi berisi bizi ilgilendirmiyor. biz izsu skandalı’nın da belgeselini yayınladık. (- evet) aziz hocaoğlu, kalkıp greve dahil olan işçileri en ağır şekilde cezalandıracağını söylüyor ama biz, “odtü diploması fotokopisiyle terfi etmiş personelini” (özür dilerim/boğaz sesi) nasıl cezalandırdığını çok merak ediyoruz aziz hocaoğlu’nun! odtü diplomasının fotokopisini çekiyor, adam müdür seviyesinde iş sahibi oluyor!

biz merak ediyoruz;

melih gökçek bugün el altından –bunun duyumlarını alıyoruz, belgelendirdiğimiz an onu da halkımızla paylaşacağız. çünkü bilgiyi kolektifleştirmek, bilgiyi kolay ulaşılabilir kılmak için çıktık biz bu yola- manevi cebirle melih gökçek %50 mitingi hazırlığındaymış: hiç tavsiye etmeyiz annem! hiç tavsiye etmeyiz!

- melih gökçek’le de aslında birçok spekülasyon var; “akp neden üst üste ankara’a melih gökçek’i gösteriyor(?)” çünkü ankara’da bulundunuz mu bilmiyorum ama ankara halkı, inanılmaz şikayetleri var ama buna rağmen melih gökçek ısrarla ankara’da yine belediye başkanı ve aday olmaya devam ediyor. bununla ilgili “akp’yle arasında birtakım bilgilere sahip oldu ve akp’nin onu aday göstermek durumunda kaldığı” gibi spekülasyonlar da var. bu konuda yorumunuz var mı(?), bilgiler var mıdır elinizde?

+ aynı paralelde yorumlar paylaştık.yani “başkent gaz”ı özelleştirmeye çalıştırdığınızda başkent gaz’ı kimse almak istemiyor! diyor ki, “bu şekilde yönetilmiş, bu şekilde suistimal edilmiş bir oluşumu biz almayız”. sermaye normalde sınır tanımaz. kar edeceği her yere balıklama atlar, onun mücadelesini verir, geri detaylar onu çok ilgilendirmiyor çünkü. sermayenin böyle bir anlayışı tarih boyunca olmadı! başkent gaz’a gelince herkes frene basıyor! çünkü içi boşaltılmış, suistimal edilmiş, haksız kazançların merkezi haline getirilmiş bir projeydi.

keçiören metrosu, diğer metrolar bugün bakanlığa devredilmiştir.

40 küsür tane kardeş şehri vardır ankara’nın –tokyo dahil!- bütün bunlardan daha borçlu bir belediye sahibidir ankaralı halk. new york belediyesi’nden bile daha fazla borcu olan bir belediyeden bahsediyoruz; eğer halk kendisine gerçekten musluğundan çamur, alüminyum akan –geçen yaz yaşadılar bunu, umarım bu yaz yaşamazlar- kendine bunu reva görüyorsa bizim diyeceğimiz hiçbir şey yok. bizim melih gökçek özelinde söyleyebileceklerimizin haddi hesabı da yok! zaten 17 yaşında reşit olmamış insanların telefon numarasını yayınlayacak kadar –kötüleşen diyeyim, başımız rtük sınırlarıyla belaya girmesin- küçük çocukları, 13-14 yaşındaki çocukları ıslahevine göndermekten bahseden zihniyetteki birinin sürekli iktidara aday olması, biz türkiye odalar borsalar birliği başkan yardımcısı faik yavuz’un hesabını hack’lediğimizde, orada nasıl imar, inşaat izinleriyle ilgili bir hukukun geliştirildiğini, nasıl el altından rantiyenin oluşturulduğunu gözler önüne belgeleriyle serdik.

yani insanlar görmek için ne bekliyorlar(?), onu çok merak ediyoruz. biz 12 tane sosyalist yüzlerce binlerce ailemiz dediğimiz insanla birlikte bunu başarıyor olsaydık, bu ülkeyi zaten çoktan değiştirmiştik. yeşil çarlığı yıkmıştık, bu faşizan, bu zumla matuf düzeni baş aşağı etmiştik. sınırsız dünyamızı, sömürüsüz dünyamızı zaten tesis etmiştik.

halkın daha duyarlı, daha aktif, aynen gezi direnişi’nde olduğu gibi tepki vermesini bekliyoruz. en küçük olayda tepki vermesini bekliyoruz. ve sizler aracılığıyla çok uzattık konuşmayı, sizler aracılığıyla son söz olarak şunu söylemek istiyoruz lale hanım (- buyrun):

eğer bir gün yakalanırsak; bizler de büyük devrimci önderlerimiz, öncüllerimiz, ağabeylerimiz, yoldaşlarımız gibi vaktinden önce durdurulur, düşer ya da muhtemeldir katledilirsek tüm halkımıza vasiyetimizdir:

“eğer gerçekten bugüne kadar yayınladıklarımızla, yaptıklarımızla, duruşumuzla, -hak ediyorsak, hak ettiğimize inanıyorsanız- sokağa çıkın ve eşit, adil, sömürüsüz bir dünya kurmadan evinize dönmeyin, sevdiğinizin koynuna girmeyin, hasadınıza gitmeyin, o çeliğe su vermeyin”

çünkü bizler, o büyük devrimciden aldığımız şiarla devam ediyoruz. çünkü bizler, aldığı suyu unutmayan çelikten yapıldık. hiçbirimiz korkmuyoruz, her zaman halkın yanında olmak için de nasıl söz verdiysek sözümüzü tutmaya devam ediyoruz.

hepinizi devrimci selamlarla, saygıyla, sevgiyle selamlıyoruz.

hoşçakalın!

8 Haziran 2013
Kaynak: gencturk.net

    This post is also available in: İngilizce