habersoL: “Türkiye’de bütün hesaplar altüst oldu” Kemal Okuyan

soL gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kemal Okuyan, günlerdir devam eden ve hükümeti geri adım atmaya zorlayan Gezi Parkı mücadelesinin merak edilen sorularını yanıtladı. Okuyan, “Türkiye nereye gidiyor”, “devrimci durum söz konusu mu”, “bu yaşananlar da Türkiye’nin ‘bahar’ı mı” gibi günlerdir tartışılan başlıklara açıklık getirdi.

kemalokuyan

Bu kadar büyük bir toplumsal hareket bekleniyor muydu?
Tarihte büyük toplumsal hareketler, genellikle öngörülemeyen hareketlerdir. Bir şeyin sınırları öngörülebiliyorsa, konuyla ilgili aktörler hazırlıklarını ona göre yapar. Negatif ya da pozitif girdilerle sonucu kontrol etmeye çalışır. Böyle olunca da, harekete kurgusal olanın gölgesi düşer. Verili güç dengelerini değiştirecek bir gelişme yaşanmaz, dolayısıyla büyük toplumsal hareket ortaya çıkmaz. Yaşananların boyutunu kimse kestiremedi. Hükümet kestiremedi. Düzen muhalefeti kestiremedi, sol da kestiremedi. Bazı öngörüler vardı, bu işin kritik bir noktaya taşınacağını sezenler oldu ama kimse yaşananları öngöremedi. Bu nedenle önemli. Türkiye’nin siyasal ve ideolojik iklimi 4-5 gün öncesinden farklıdır artık. Tamamen değil ama küçümsenmeyecek ölçüde.

Hareketin yaygınlığı ve genişliğini sağlayan ne?
Düz, çıplak haliyle, AKP iktidarı ve özellikle Erdoğan’a dönük tepki, hatta nefretin inanılmaz boyuta ulaşması. Bunu hepimiz bildiğimizi sanıyorduk. Ancak unuttuğumuz bir şey vardı, Erdoğan burnundan kıl aldırmadığı, kibirini koruduğu, dokunulmazlığını zaman içinde pekiştirdiği oranda bu duygu iyice pekişti, birikti. Öte yandan işe yaramadığı ya da yaramadığı izlenimi ortaya çıktığı için nefretin kanıksandığını sandı herkes. Oysa nefret kanıksanan bir duygu değildir. Yol bulursa kendini dışa vurur. Tayyip Erdoğan kendisiyle ne kadar övünse azdır. Tarihte pek az insana nasip olacak bir ilgi odağı olmuş.

Bu kadar basit mi, yani mesele Erdoğan’a öfkeye daraltılabilir mi?
Elbette daraltılamaz. Ancak önemsenmeli bu. Örneğin böyle bir baskın figür olmasa, diyelim ki, Abdullah Gül türü biri olsa AKP’nin başında, tepkilerin ölçüsü biraz daha makul düzeye çekilirdi. Buradan ortada hiçbir ideolojik referans olmadığı sonucu çıkmasın elbette. Erdoğan bir katalizör ve çarpan etkisi yapıyor. Ama hareket AKP’de cisimleşen zihniyetin temel özellikleriyle hesaplaşma arzusunda… İstisna sınıf temeli… Gericilik ve işbirlikçilik bu işin ideolojik arka planı oldu, merkezine de Erdoğan yerleştirildi. Başbakan “bu ağaç meselesi değil” diyor. İnanmıyorum bunu dediğine… Bir noktadan sonra ağaç meselesi de değil, Gezi Parkı meselesi de. Bu bardağı taşıran son damla oldu. Farkında bile değil hâlâ yarattığı öfke ve nefretin hangi noktaya geldiğinin…

AKP’nin baskın özelliği piyasacılığı aynı zamanda… Bu bağın eksikliği nerede?
Zaten söz konusu olan orta sınıf tepkisi diyerek işin içinden çıkamayız. Türkiye’de orta sınıf tepkisi bu yaygınlığa ulaşıyorsa, oturup başka şeyler düşünelim. Evet bir orta sınıf karakteri var ama İstanbul ve Ankara başta olmak üzere emekçi mahallelerinde de çok ciddi bir hareketlenme oldu. Hep bildiğimiz şeyleri unutur, ezbere konuşursak hata yaparız. Bir tanesi, Türkiye’de ideolojik-siyasal etki, hem burjuva hem sosyalist ideoloji açısından orta sınıf engelini aşmak zorunda. Buradaki hegemonya mücadelesi ciddiye alınmalı. Herkes kafasına göre etiket yapıştırırsa bu geniş alana, büyük hata yapılır. Sol yıllardır “Beyaz Türk” filan diyerek küçümsedi bu alanı… İdeolojik titizlik önemli, sınıf hassasiyetleri de… Ancak kolaycılıktan uzak durulmalı. İkincisi Türkiye işçi sınıfının yapısı. İstikrarsız, sürekli hareket halinde olan, işsizliğin tavan yaptığı geniş bir emekçi toplamını işyerlerinde örgütlemenin sınırı var. Şimdi emekçi yerleşimlerine yeni bir mantıkla yaklaşmanın zamanı. İşçi sınıfını sendikal yapıları havale etmişiz, onların da altı boş. Bütün ülke ayakta, sendikalar yok. İşçi sınıfını bir öncü sınıf olarak devreye sokacak, onun ağırlığını, rengini baskın kılacak araç yok ki! Bunun siyasi yapılar tarafından yapıldığı örneklerde mutlak başarı sağlandı. “Orta sınıf” diye damgalanan onbinlerce insan anti-kapitalist bir eksene de sahip çıktı. Çünkü bunların büyük bölümü ücretli emek sömürüsüne maruz kalan kesimler.

Bu kadar masum mu, bu hareketlenmede daha “derin” hesaplar var mı?
Yandaş kalemlerden bazıları şer güçlerin harekete geçtiğini, örgütlü bir kalkışma olduğunu ileri sürüyor. Bu olsaydı, farklı sonuçlar çıkardı. İçleri rahat olsun. Bu işi yalın bir öfke patlamasıdır. Bu öfkeyi paylaşan siyasi aktörler elbette bu öfkeyle kolay etkileşim kurmuş, zaten temasta oldukları ya da örgütlü oldukları alanlarda öne çıkmışlardır. Ancak bu abartılmamalıdır. Komplo arayanlar başka yerde aramalıdır. Tam da kendi aralarında. Gayet açık, bir süredir Tayyip Erdoğan’a ayar verilmeye çalışılmaktadır. ABD başka nedenlerle, cemaat başka nedenlerle… Dış politikada ve iç politikada Erdoğan yeniden kontrol edilebilir hale getirilmeye çalışılmaktadır. Zor anlayan biri… Ayar da tutmuyor. Reyhanlı’yı kısmen anladı ama yetmedi. Gezi Parkı meselesindeyse ABD, sermaye ve cemaat, Erdoğan’ı korumasız bırakıp, ona bu işin sonuçlarını göstermiş oldu. Anladı mı bilemiyorum. Geçtiğimiz hafta İstanbul Belediye Başkanlığı için Sarıgül’ün adının sürekli zikredilmesi… CHP ile cemaat arasındaki ilişkilerin “sosyal medya”da çok işlenmesi… Bunları da ekleyin.

“Türk Baharı” benzetmesi buraya mı oturur?
Emperyalist medyada “Türk Baharı” adlandırması, Erdoğan’a bir mesajdır. Sonuçta Erdoğan’dan memnunlar ve onun yerine bir şey düşünmüyorlar ama Erdoğan’a da sınırlarını hatırlatıyorlar. Yaşananlardan sonra Erdoğan’ın Suriye ve Irak politikası değişmek durumunda. Başkanlık macerası bence bitti. Düşüncem, Erdoğan ile cemaat arasındaki ilişkilerin düzelme yoluna gireceği ve ortaya çıkan toplumsal tepkiye karşı ideolojik ve siyasal konsolidasyon sağlayıp, birlikte hareket edecekleri…

Yaşananların tarihsel anlamı bu mu?
Kesinlikle hayır… Kimse bu harekete leke düşürmesin. Ortada halkın ayağa kalkışı var. Haklı bir öfke var. Erdoğan ve AKP karşıtlığını hafife alanlar oturup düşünsün. Erdoğan’la barış ve demokratikleşme olacağına inananlar da… Bütün hesaplar altüst oldu. Bahar mahar laflarına da kulak asılmasın. Bu bir toplumsal hareket. Ama farkı yeniden tasarım için değil ayar için kullanılmak istenmesi. Ama bu iş burada kalmaz, kalmayacak. Unutmayalım, Erdoğan’ı korumasız bıraktılar bırakmasına ama Erdoğan’a sahip çıksalardı açıktan, kendileri de ciddi yara alacaktı. Uyanık davrandılar, bazı noktalarda kimi numaralar çevirmiş de olabilirler. Polisin ölçüsüz şiddeti örneğin…

Türkiye solu bu tür süreçlere ne kadar hazırlıklı?
Sol tanımının içine neyi soktuğumuz hep bir mesele oldu. Bir kısım solun siyasi kaygısı yok. Olup bitenlerle ilgilenmeyenler, küçümseyenler oldu. Onları geçiyorum. Bir eğlence gibi bakanları da bir kenara koyalım. Meseleye daha ciddi kaygılarla yaklaşanların hazırlıklı olduğu elbette söylenemez. Ancak bu toplumsallık kesinlikle sola yabancı değil. Dediğim gibi küçümsenmeyecek sayıda yerellikte sol, örgütlü sol harekete önderlik etti.

Örgütlü solun boy göstermesinden, devreye girmesinden yakınanlar, rahatsızlık duyanlar da var. Veya siyasi kimliklerden, parti bayraklarından, pankartlarından…
Bu yaygınlıktaki hareketlerde olur… Öyle ciddi ve genel bir sorun yok. Tam tersine birçok yerde insanlar örgütlü bir gücün toparlamasını doğrudan talep etti. Zaten bu işin büyüklüğü ve yaygınlığında örgütlü solun payı belki az ama direngenliğinin hızla artması sola bağlı. Bir de örgütlülükten alerji duyan bir aydın tavrı var ki, ona değinmek istemiyorum. Onların şişkin egolarının önünde engel örgütlülük. Siyasi partiler, örgütler ortalıkta gözükmezse onlar konuşacak, onlar akıl verecek… Ciddiye bile almamalı. Örgütlü olmayı özendiren ya da bizzat örgütlü olan aydınlar var, sol onlara sahip çıkmalı, örgüt ve siyaset düşmanlarına değil.

Ortaya çıkan halk hareketinin iki ögesi daha vardı: Taraftar grupları ve alkol ögesi…
Taraftar gruplarının katılımı büyük bir enerji verdi harekete. Ama her boyutu ile incelenmeli bu konu. Bu katılımı sağlayan faktörlerle birlikte… Bu enerji aynı zamanda bazı sorunları da beraberinde getirdi. Siyasi içerikli eylemlere yaygın bir “küfür” dahil edilmesi örneğin… Bizzat tanık oldum, yazılarımızda son derece özenli bir biçimde yerleştirilmiş bir sözcüğe “bu erkek egemen söylem” diye itiraz eden kadın dostlarımız, on binlerce kişiyle birlikte, gayet de “erkek” söylemiyle küfrediyordu ve hallerinden çok memnunlardı. Öfkenin boyutlarıyla açıklanabilir ama öte yandan sosyalist hareket kendi kültürünü egemen kılmalı. Alkol meselesinde de… Erdoğan’ın alkollü içkiyi yasaklama girişimleri, sonuçta içkiyi özgürlük mücadelesi bağlamına yerleştirdi ama buna şekil verilmeli. Elde içki şişesiyle mücadele olmaz. Bu nedenle benim de üyesi olduğum TKP’nin hareketlenme boyunca “içki içilmemesi” kararını çok önemsiyorum.

Yaşananlar nasıl tanımlanmalı? Bir devrimci durumdan söz edilebilir mi?
Kesinlikle hayır. Evet çok büyük bir toplumsal enerji çıktı ortaya, yaygın, etkili bir hareketlenmeydi bu ama devrimci durumun Marksist kriterleri var. Onun uzağındayız… En azından şimdilik.

3 Haziran 2013
Kaynak; haber.sol.org.tr