Yurt: Direnenler konuşuyor ‘Asıl Sağlık Bakanlığı soruşturulmalı’

Sağlık Bakanlığı, Gezi Parkı direnişleri sırasında gönüllü çalışan doktorlara soruşturma açılacağını belirtti. İstanbul Tabip Odası, cevap verdi: Asıl Sağlık Bakanlığı soruşturulmalı.

16 haziran

Fotoğraf sosyal medyadan alınmıştır.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu ile Gezi Parkı direnişinin ardından sağlık “sektörü” üzerinde yaşananları ve geleceği konuştuk. Meslek odalarının demokratik kurumlar olarak önemine değinen Dr. Çerkezoğlu, ülkede en temel talepler için bile yalnızca başbakanın karar verebildiğini, bu durumun ise demokrasi değil, tek adam yönetimi olduğunu söyledi.

Yaşananlar meslek odalarının önemini ortaya çıkardı ancak hükümet yanlısı grupların meslek odalarında yönetime girme çabasını gözlemliyoruz. Bu çabaları nasıl yorumlarsınız?
Bu ülkede demokrasi kültürü gelişkin olmayan, her şeyi devlete bağlamaya çalışan, her kurumu devletin ya da bakanlıkların bir şube müdürlüğü haline getirmeye ve aslında etkisiz kılmaya çalışan bir organize çaba var. Biz daha önce bunu Tabip Odası’nda da yaşadık. Promosyonlarla ya da bazen tehditlerle, meslek odasının demokratik seçimlerine müdahale etmek ve ele geçirerek etkisiz hale getirme çabaları oldu. Oysa burası herhangi bir görüşten bağımsız bir demokratik kurum. Tabip Odası olarak, başta hekimlerin olmak üzere, ülkedeki tüm yurttaşların önce sağlık haklarını ve beraberinde bütün demokratik haklarının savunmasını yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Gezi Parkı da bunun en somut ifadesi. Çünkü Gezi Parkı bu ülkedeki baskıcı, keyfiyetçi, nobran, emir veren ama değer vermeyen dile, tutuma, yönetim anlayışına karşı yurttaşların doğal bir refleksidir. Çok hakikidir, çok gerçektir.

‘HEKİMLİK SADECE MESLEK DEĞİL’

Revirlerde çalışan hekimlere Sağlık Bakanlığı tarafından soruşturma açılması hakkında görüşünüz nedir?
Biz hekimliği sadece bir meslek olarak görmüyoruz. Hipokrat zamanından bugüne, hekimliğin, bir üstünlük olarak değil, doğasından kaynaklı bir özelliği var. Hekimlik, hayatı bütün renkleriyle kuşatan bir tutumdur, duruştur. İnsandan yana, insanı yaşatmaktan yana bir tavırdır. Bunu böyle görmeyen, tersine teknik bir iş olarak gören bir yönetici anlayışıyla karşı karşıyayız.

Başbakanı’ndan Sağlık Bakanı’na kadar, toplumu kutuplaştırmak için, elinden geleni yapan bu zihniyet, Gezi Parkı’nın taleplerini, duygusunu, ruhunu anlamadı. Bir yandan polisiye tedbirlerle, insanları öldürerek, yaralayarak ya da tutuklayarak çözmeye çalışırken, diğer yandan hekimlerin sağlık desteği vermesini de bir suç haline dönüştürmeye çalıştılar. Gönüllü hekimleri, bir suç işliyormuş gibi soruşturmaya aldılar. Hatta neredeyse cezalandırmaya niyetlenmiş durumdalar. Torba yasada da dolaylı olarak bu durumu ima eden, ruhsatsız tedavi yapmayı 1 yıl ila 3 yıl cezalandırmayı öngören bir madde koymuş durumdalar. Bu, hayat karşısında geçersiz kalacak bir tutumdur. Bunu hayat, insanlık, evrensel hekimlik değerleri, yalanlar. Çünkü, hekim ve hasta arasındaki ilişki, ne yönetmeliklere ne yasalara sığar.

ASIL SUÇLU BAKANLIK

Hastanın kimliğine, dinine, ırkına, cinsiyetine, Gezi Parkı eylemcisi ya da polis olup olmadığına; kim olduğuna bakmaksızın hekim hastasına bakar ve bakmakla yükümlüdür. 1 ayı aşkın süredir devam eden bir afet durumu 7 bin 800 yaralı olan bir yerden, 10’dan fazla kişinin gözünü kaybettiği, 4 kişinin öldüğü bir tablodan bahsediyoruz. Burada sorgulanması gereken Sağlık Bakanlığı’nın tutumudur. Başta Taksim olmak üzere, yoğun çatışmaların, yaralanmaların olduğu bölgelere afet çadırı kurmadığı, takviye ambulans desteği yapmadığı için suç işlemiştir. Yasal olarak da suçtur; bir görevi ihmal durumudur. Vicdanen de tarihsel olarak da suç teşkil etmektedir. Sağlık Bakanlığı önce kendi eksikliğini, kusurunu görmeli, özeleştiri yapmalıdır.

Yaşananlardan sonra, sağlıkta nelerin değişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Son 10 yılda tüketim odaklı, hastayı müşteri olarak gören, cilalı hastanelerde ama bolca tüketimi artmış bir sağlık tablosu sunulmuştu bize. Daha fazla ilaç elde etmenin, daha çok ameliyat olmanın sanki iyi bir sağlık hizmeti olduğu algısı yaratılmıştı. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yani sağlık harcamasını 5 yılda neredeyse 10 kat arttırmanın, ülke kaynaklarını sadece dışarıya, uluslararası tekellere aktarmanın yanı sıra, sağlık hizmetinin niteliği bozan, alışveriş merkezlerindeki tüketim çılgınlığı ile eşleşen bir tablo ile karşı karşıyaydık. Son 1 ayda her türlü tüketim çılgınlığı azaldığı gibi, sağlıkta da harcamalar azaldı. Bu algı, tam da Başbakan Erdoğan’ın her yere rezidans, AVM yapma bakışı gibi, her yere bir özel hastane kurdurma ve bu özel hastanelere garanti müşteri bulma anlayışının sonucudur. Hastayı potansiyel müşteri olarak görme anlayışı demektir.

YARALI SAYISI 10 BİNE YAKIN

Yaralı sayısı gerçeği yansıtıyor mu?
Kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. Bunu kendileri de biliyorlar. Çünkü ayakta hastalar yaralı olarak sayılmıyor. Ayrıca bu polis şiddeti ortamında, gözaltı korkusuyla hastanelere başvurmayan binlerce yurttaş var. Solunum sıkıntısı çeken, ciddi nefes darlığıyla boğulma riski yaşayanından darpa uğrayanına, fişekle kafası, kolu kırılanına kadar binlerce yaralı olduğu çok açık. Sayı net olarak söylenemiyor, çünkü süreç durmuş değil. Bugün ne olacağını kimse bilemiyor. 10 gün öncesine kadar 7 bin 800 olarak tespit ettiğimiz yaralı sayısının 10 bine yaklaştığını söyleyebiliriz. Bunlar içinde de 100’lerce ağır yaralının; yani kırık ve hayati tehlike barındıran yaralının olduğunu göz önünde bulundurursak, bunun ciddi bir sağlık tablosu olduğunu görmek gerekiyor.

‘BİBER GAZI KİMYASAL SİLAHTIR’

Biber gazı kullanımı kayda geçmeyen sağlık sorunları doğuruyor
Biber gazı kimyasal silahtır, bu kadar açıktır. Öldürücüdür. Her gaza maruz kalanın ölmüyor olması sonucu değiştirmez. Ciddi solunum problemleri olanların, kalp rahatsızlığı olanların, bu kadar yoğun gaza maruz kaldıkları durumda, olay anında ya da sonrasında kalp krizine ya da solunumum yetmezliğine girmesi beklenebilir ve bu ölümle sonuçlanır. Kaldı ki, bunun örneklerini yaşadık. Bu nedenle, biber gazı yasaklanmalıdır. Bunun sonuçları ilk anda çıkmıyor olabilir ama önümüzdeki dönemlerde kanser vakalarının artması ya da ciddi sağlık problemlerinin yaşanması yönünde ciddi endişemiz var.

Taksim Dayanışması olarak sizin de katıldığınız, Bülent Arınç’la yaptığınız görüşmede sorunları çözmeye yönelik bir tutumla mı, yoksa iktidarın meşruiyetini korumaya yönelik bir tutumla mı karşılaştınız?
Arınç’a insanların taleplerini ilettik. Taleplerimiz çok netti. Hâlâ anlamsız bir biçimde konu spekülatif ya da demagojik söylemlerle karıştırılıyor. Gezi Parkı, park olarak kalmalı ve en yetkili ağızlardan bu dillendirilmelidir. Polis şiddetinin sorumluları soruşturmaya uğramalı ve soruşturmanın selameti açısından da öncelikle görevden alınmalı. Biber gazı yasaklanmalı. Gözaltında olan ve tutuklananlar serbest bırakılmalı. Bu talepler hukukidir, meşrudur. Konu, ne camide içki, ne faiz lobisi. Bu somut talepleri konuşmadan, ülke sürekli gerilim halinde kutuplaştırılıyor. Görüşmede de gördük ki ne yazık ki bu ülke tek adam yönetimine doğru gidiyor. En yetkili ikinci kişi bile sorunun çözümünün kendisinde olmadığını, o an yurtdışında olan başbakanın ancak adım atabileceğini söyledi. En ufak adımların bile bir taviz olarak görüldüğünü, en ufak insani talepler için en yetkili yerlerden bile adım atılamadığını görüyorsak, orada demokrasiden bahsedemeyiz. O görüşmenin özeti budur. Sadece bizi dinlemişlerdir. Ama bu konuda, tek yetkili, en son “Emirleri ben verdim” diye bunu tescil eden başbakandır.

Erdem Şimşek
1 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; yurtgazetesi.com.tr