Rober Koptaş, AK Parti Genel Merkezi tarafından Gezi Parkı olayları etrafındaki gelişmeleri tartışmak üzere davet edildiği çalıştaya neden katılmadığını yazdı.
22 Haziran günü, AK Parti Şanlıurfa milletvekili Zeynep Karahan Uslu arayıp, Gezi olaylarıyla ilgili bir çalıştay düzenlemeyi planladıklarını ve beni de aralarında görmek istediklerini söyledi. Çalıştayın neyi amaçladığını sorduğumda, uzman ve gazeteciler arasındaki eleştirel sesleri duymak istediklerini ve hazırlayacakları raporu parti üst yönetimine ileteceklerini anlattı. Bir an düşündükten sonra, “Gelirim” dedim. Ancak Başbakan’ın Salı günü Meclis grubunda yaptığı konuşmayı dinledikten sonra, toplantıya katılmaktan vazgeçtim. Bu tavır değişikliğinin nedenini de, önce Zeynep Karahan Uslu’ya, ardından da, kararımı gözden geçirmemi rica etmek için arayan Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’ya, gerekçeleriyle açıkladım.
Türkiye bunca badire atlatırken benim bir çalıştaya katılıp katılmamamın hiçbir önemi yok. Ancak, Başbakan’ın Gezi olayları sırasında takındığı, ülkedeki kutuplaştırmayı derinleştirici tutumu çok hatalı buluyorum ve bu tavrın toplumsal iklimde yarattığı tahribata dikkat çekmek adına, toplantıya neden katılmadığımı bir de buradan anlatmak istedim.
AK Parti’ye de, onun halk tabanına da asla kategorik bir retle yaklaşmadım. Aksine, 10 yıldır ülkeyi yöneten partinin politikalarını değerlendirirken, aklım ve vicdanımca doğru ve yanlış bulduklarımı söylemeyi ahlaki sorumluluğun gereği kabul ettim. Diğer toplumsal kesimleri olduğu gibi, Müslümanları da daima anlamaya çalıştım; onlar tarafından anlaşılabilmeyi arzu ettim, bunun için çaba sarf ettim ve gazetecilik yaparken de iletişim kanallarının daima açık kalmasına özen gösterdim.
Gezi olayları nedeniyle farklı zemin ve vesilelerle sert bir şekilde eleştirdiğim partiden böyle bir davet gelmesini ise, bir diyalog çabasının sonucu olarak gördüm. Son bir aydaki iktidar uygulamalarıyla ilgili ne düşündüğümü bildikleri halde beni dinlemek istiyorlarsa, bir çıkış yolu arıyor olmalılar ve ben de bir yurttaş olarak buna karınca kararınca katkıda bulunabilirim diye umdum.
Ancak Salı günü, Başbakan Erdoğan, konuşmasında yine insanları aşağılayan, yine camide içki içildiği suçlamasına yaslanan, yine olayları komplolara bağlayan bir hava tutturdu.
Olayların üzerinden günler geçmişken, yani çok daha soğukkanlı bir üslup tutturulabilecekken yapılmış bu konuşmayı, ben, Gezi Parkı çevresinde gelişen olaylar konusunda hükümet politikasının değişmeyeceğinin işareti olarak gördüm. Ortada yiten canlar varken, kör olanlar, ölüm kalım mücadelesi verenler varken, Başbakan’ın bunlarla ilgili üzüntü beyan etmeksizin, hâlâ polisin kahramanlıklardan, bugüne dek parti olarak verdikleri hizmetlerden bahsetmesi ve göstericileri ısrarla aşağılaması, bana hiç de muhataplarını dinlemek isteyen bir liderin duruşu gibi gelmedi. Evet, partinin zirvesi ile kurulları arasında farklı duruşlar, farklı arayışlar olabilir elbette. Ancak, her şey Başbakan’ın iki dudağı arasından çıkacak sözlere bu kadar kilitlenmişken, alttaki çabalarla üstteki söylemin arasındaki makas ne kadar açık olabilir? Sonuçta Türkiye, Başbakan’ın makul bir çizgiye gelmesini beklerken daha neler kaybetme lüksüne sahip?
Eğer eleştirel fikirlerin AK Parti nezdinde bir değeri varsa, öncelikle, karşıt görüşteki insanları düşman gibi gösteren bu tavrın son bulması gerekiyor. Tekrarlıyorum: AK Parti’ye karşı hiçbir kategorik reddin parçası değilim; darbecilikle de, ulusalcılıkla da ilişkimin ne olabileceği aşikar. Misal, eğer merak ediliyorsa, her vesileyle söylerim: Başörtüsüne kamu hizmetlerinde dahil olmak üzere serbesti tanınmasından yanayım. Laikçi hassasiyetlerim yoktur; ancak özgürlükler, hepimizin özgürlükleri, katılım ve şeffaflık ilkeleri benim için çok önemli. Hal böyleyken, Başbakan’ın milim değiştirmediği üslubu, bana dahi başta önemli bulduğum toplantının hiçbir işe yaramayacağını düşündürmeyi başardı. Bu işin içinde samimiyet değil, bir halkla ilişkiler çabası gördüm. İnsanlar ölmüşken, hepimizin canı yanmışken, böyle bir çabanın parçası olmak istemem, istemedim.
Ve daha önemlisi, olayların başlangıcı üzerinden bir ay geçmişken, başbakan bizzat kendisi eylemcilerin temsilcileriyle görüşmüşken, hatta parkın çiş koktuğunu dahi bilecek kadar ayrıntılara vakıfken, günlerce sokaklarda taleplerini bin bir şekilde dile getirmeye çabalayan insanların verdiği mesajı almak için çalıştay düzenlemekten çok daha öncelikli şeyler olmalı. Artık mesele, Başbakan Erdoğan’ın, sokağa çıkan insanları gerçekten, ötekileştirmeden, komplo teorilerinin ardına saklanmadan dinlemesinden; olayların bu hale gelmesinde kendi sorumluluğu üzerine düşünmesinden ve sorunun hakiki çözümü için gerekli adımları atmasından geçiyor. Gerisi lafı güzaf.
Rober Koptaş
27 Haziran 2013
Kaynak; agos.com.tr