Yurtsuz: Bu bir direniş değil, halk isyanıdır – Sungur Savran

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi tarafından yapılan “15-16 Haziran Direnişi Işığında ‘Tahrir’den Taksim’e Sınıf Mücadelesi” panelinde Sungur Savran’ın yaptığı konuşma:

sungursavran

“Bir sosyal olay, bir sosyal mücadele önce nitelenmelidir. Mücadelenin hangi aşamasında olduğumuzu anlayabilmeliyiz ki ona göre bir strateji ve taktik belirleyelim. Nasıl ilerleyeceğimiz konusunda. Ben iddia ediyorum ki bu bir halk isyanıdır.

Yaşadığımız günlere ‘isyan günleri’ denilmesinden yanayım. 15-16 Haziran üzerine odaklaşmaktan çok yaşadığımız günlerle karşılaştırmalar, o döneme referanslar yapmak gerekir. O kadar önemli olayların içerisinden geçiyoruz ki bu günleri ayrıntısıyla tartışmak, nasıl dinamikler içerdiğini, hangi temellere oturduğunu, nasıl potansiyeller yaratabileceğini ne gibi sınırları olduğunu, karşımızda ne gibi engeller olduğunu ve önümüzdeki dönemin olasılıklarını konuşmak çok daha doğru. Önce bu hareketin ne olduğunu iyi anlarsak ondan sonra 15 -16 Haziran’ı nitelemek daha kolay” dedi.

“Aramızda buradan ileriye nasıl yürürüz diye farlılıklar olsa bile gerek sokaklarda gerekse evlerden hepimizin ortak güzel bir mücadelesidir. Bir şey çıkacaksa hepimizin ortak ürünü olarak ortaya çıkacak.

Henüz devrim haline gelmemiş ruşeym olarak var olan bir büyük halk hareketidir

Önce bu olay hakkında bir niteleme yapmak istiyorum. Bu olalar dizisi 1908 burjuva devrimleri silsilesi da dahil 100 yıllık tarihte toplumsal olaylar açısından yaşanmış ender olaylarından birisidir. Bu bir isyandır. Halkın çok önemli bir bölümünün desteklediği, pratik olarak, faal olarak içine girdiği ve muazzam bir cesaret ve özgüvenle sosyal mücadelelere katıldığı bir olayla karşı karşıyayız. Yaygınlığı, uzunluğu ve etkisi bakımından eşi ve benzeri yoktur.

Çok yaygın bir şey var, hep karşı taraf saldırıyor, Biz mağdur oluyoruz, eziliyoruz, kötü durumda kalıyoruz hepsi doğru ama sadece bu değil aynı zamanda mücadele ediyoruz esas potansiyel oradan geliyor. Şikayet değil mücadelemizin büyüklüğünü de fark etmemiz gerekiyor. Kendi özgüvenimizi kazanalım bu sefer kitle bunu gösterdi. Direniş kavramı bu olaya uygun değildir. Direnmek adı üstünde bir savunmadır. Ne 15-16 Haziran’a ne de bugünkü olaylara direnme kavramı uygun değildir. Bu olay direniş değildir bu olay halkın çok önemli bir kısmının çoğunluk olduğu bence kesin. Halkın çok önemli bir kesimi var olan düzene var olan düzenin sivri ucu olan AKP’nin kurmuş olduğu rejime ve doğrudan doğruya bu rejimin tepesine oturan ve tek adam rejimi gibi rejimi yöneten Tayyip Erdoğan’a karşı bir başkaldırıdır. Bu bir başkaldırıdır, henüz devrim haline gelmemiş ruşeym olarak var olan bir büyük halk hareketidir. Var olan yasallıkları sorgulayan kendi taleplerini o yasallıkların dışında ifade etmeye yönelen, düzen güçleriyle zaman zaman karşı karşıya gelen zaman zaman geri çekilen bir halk hareketidir. Bu tür isyanlar son dönemde başka ülkelerde de görülüyor.

Bu isyan hareketini de Marksist kategoriler açısından ayaklanmalardan da ayırmalıyız. İsyan, başkaldırı ve ayaklanma birbirine benzeyen olaylardır. Marksist devrim teorisinde ayaklanma, devrimi gerçekleştirmek için yapılan kalkışmadır. Ekim devrimi bir silahlı ayaklanma ile zafere ulaşmıştır. Devrimin gerisinde kalan toplumsal mücadeleler için kullanmamak daha doğru olur. Ayaklanma isyandan daha ileri bir aşamadır. Burada bizim yaşadığımız olay bir isyandır. Çünkü esas olarak ufku hükümetin düşmesiyle sınırlıdır. Kitlenin imgelemi, tahayyülü “istifa” en baş talep budur. Halkın büyük talebi, “Hükümet İstifa, Tayyip İstifa”dır. Bu anlamda hükümeti karşısına alıyor ama bütün düzeni karşısına aldığını katiyen söyleyemeyiz. Var olan koşullara bir isyan kelimesi uygundur ancak bir iktidar perspektifi yoktur. Bu bir devrime dönüşebilir. O kadar heterojendir ki bir iktidar perspektifi yok. Devrim deyince bir iktidar düşünmeyin, devrimci dalga, devrimci kriz olarak bile bir emare yoktur. Ortada bir halk isyanı var. Halkın farklı katmanları, tek bir sınıftan bahsetmiyoruz, halkın bir bütün olarak isyanıdır.

Türkiye’deki hareket Akdeniz devrimci havzasının bir parçasıdır

Bu isyanın temelleri nedir? Nereden kaynaklanır? Bizim memleketimizin enternasyonalizm eksikliği son olayda iyice çarpıcı hale gelmiştir bizden hemen sonra Brezilya’da da bir isyan patlak verdi. İki milyon insan sokaklara döküldü. Hükümet (kökeni ilerici bir partiden geldiği için daha değişik taktikler uyguluyor. Ancak neoliberal politikalar konusunda Erdoğan’a çok benziyorlar) telaş içinde yatıştırmaya çalışıyor. Brezilya’da sokağa çıkanlar, hükümetlerinin Türkiye ile benzer neoliberal politikalar uyguladığı bu anlamda dayanışma içinde olduklarına atıfla “Aşk Bitti Burası Türkiye Oluyor” dediler. Türkiye Brezilya arası 11 bin kilometre onlar bizimle ilgilenirken, biz 1200 kilometre yanımızdaki Kahire ile ilgilenmedik. Mısır devrimi sırasında örgütlenmiş (devletin kontrolünde olmayan) 1,5 milyon işçiyi iki sene içinde örgütlemiş olan Mısır Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu, taksim olayları başlar başlamaz Türkiye halkına selam gönderdi.

Bizde olay şöyle tartışılıyor, Tayyip’ mi tepki, şuna mı tepki, buna mı yoksa gezi Parkı’nın ağaçları mı tepki şeklinde tartışılıyor. Oysa 2008 yılında başlayan ve bizim kullandığımız tabirle kapitalizm tarihindeki 3. büyük depresyon (depresyon 30’lu yıllara verilen addır)başladı ve hala da devam ediyor. Bu büyük kriz içinde çok çeşitli faktörler aracılığıyla sadece ilerici ve devrimci hareketler büyümüyor, mesela faşizm, Avrupa’da başını ciddi olarak kaldırmışken bir yandan da halk krizin sonuçlarına karşı çeşitli ülkelerde çok çeşitli mücadeleler veriyor. Bunlardan bazıları mesela Yunanistan ve İspanya ciddi isyan belirtilerine dönüştüğü bir aşamadadır. Yunanistan son iki yıl içinde 15 tane genel grev yaşadı. İspanya’da halk bizim yaptığımız gibi günlerce ülkenin kentlerinin meydanlarını işgal etti. 2011’de Akdeniz’in kuzeyinde bu ülkelerde bunlar yaşanırken aynı dönemde Akdeniz’in güneyinde de Tunus ve Mısır’da halk isyanıyla 30 yıllık diktatörlükler yıkıldı. İstenilen sonuçlara ulaşılmamış olsa da halkın gücü ortada bütün bunlar olurken bizim enternasyonalizm eksikliğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu olanlara Amerikan oyunu diyen solumuz, şimdi burada bu isyanın içinde. Bumerang geri dönüyor, şimdi de Tayyip Erdoğan Türkiye’deki isyana Amerikan oyunu diyor. Ne diyeceğiz. 2 yıl Türkiye solu bunu tartıştı. Oysa bu tartışma bitti çünkü Mısır halkı seçilmiş İslamcı iktidara karşı da ayaklandı rejimi devirmek için, Mısır devrimi devam ediyor. Kısacası Akdeniz devrimci bir havzadır. Daha küçük boyutlu olayları sıralamak mümkün, Wall street, Tahrir’e referans yapan İsrail’in başkenti tel Aviv’e kadar gitti. Arap kitlelerle İsrailli kitlelerinin birbirine karşı pozisyonunu göz önüne alarak Tahrir referansının önemini dikkate alın. Akdeniz bir devrimci havzadır. Türkiye’de ki hareket onun çeşitli biçimlerdeki bir parçasıdır. Eğer insanların tahayyülünde Tahrir olmasaydı bu hareket olmayabilirdi. Ondan cesaret kazandı halk. Enternasyonalizm böyle bir şeydir. İşçi sınıfı ve kitleler birbirine öğretir ama maalesef sol öğrenemiyor. Arkadaki dinamiklerin birincisi budur.

Halk isyanının esas nedenleri

31 Mayıs günü Türkiye’de başka bir kimyasal reaksiyon oldu. İsyan o günündür. Gezi parkı olayı daha öncedir. İsyan, gezi parkı kampçılarının, 4 gün boyunca orada kalanların çadırlarının şiddete dayalı bir biçimde boşaltılması, çadırların yakılması, dediğim dedik diyen bir hükümete karşı halkın toplu halde ayağa kalkmasıdır. Gezi parkı sadece tetikleyicidir. Gezi parkı, bu olayın nedeni değildir. Sosyal olaylarda tetikleyici faktör, esas nedenlerden ayrıdır.

Halk İsyanın esas nedenleri olarak;

Birinci olarak, dehşet verici bir polis baskısı, mahkeme baskısı ve başka baskılar. 31 Mayıs’ta Taksim polisin kontrolü altındayken büyük ölçüde gençlerin Beyoğlu’nu tam anlamıyla işgal etmesi, gece 3,5’dan sonra sabah isyanı oldu. İstanbul’da ve diğer şehirlerde her yerin, sokakların yavaş yavaş kitlelerce işgal edilmeye başlamasıdır isyan. Gezi burada bir tetikleyici oldu. İsyan en çok AKP’nin kurduğu baskı sistemine karşıdır. Halk AKP’ye karşı ayağa kalkmıştır artık safları seçmenin zamanıdır.

İkinci bir başka temel neden özellikle son dönemde AKP hükümeti ve onun sivri ucu Tayyip Erdoğan’ın fena halde cahil birisi iken kendisini allame-i cihan zannederek her konuşmasında her şeye burnuna sokması ve hepimizin hayatına karışmasıdır. Kaç çocuk yapılacağına, yatak odalarına, kadınların bedenine karışarak kürtajı yasaklamaya kadar, gençleri itaatkar bir nesil haline getirmek için her türlü lafı etti. Şimdi o gençler “bizim gibi üç tane çocuk ister misin?” diye soruyor kendisine. Bu söz, politik mizahın şahikasıdır.

Üçüncüsü bu henüz ifadesini bulmadı ama 10 yıllık neoliberalizmin, kaza diye bilinen işçi cinayetlerinden taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmadan güvencesizleştirmeye, kamudan sendikaları tasviye etmeye kadar Türkiye işçi sınıfını atomize etme yöntemlerinin yarattığı huzursuzluk. Arkadan etki faktör de budur. Ama ortaya çıkan bir hale gelmemiştir henüz.
Gezi parkı ekoloji ve benzeri sözlerle işi daraltırız ve yanlış yaparız. Bu olaydan büyük polis baskısının sorumlularını hesap vermeye ve cezalandırmaya sürüklemeden büyük isyana rağmen çıkarsak onlar kazanmış olurlar. Çünkü bir daha yapacaklar. Bedelini ödemek zorundalar. O da Muammer Güler’dir en azı. Eğer hükümet istifa ettirilemezse. Şu aşamada maalesef isyan gerilemiştir ve oraya ulaşıp ulaşamayacağımızı bilmiyoruz.
Sınıf karakteri bakımından bu isyan karışıktır, bileşiktir, değişik katmanlar içeriyor ve değişik yönelişler içeriyor.

İşçi sınıfı isyanın neresinde?

Türkiye’de sanayi, ulaştırma, tarım ve büyük hizmetlerde (oteller vb de dahil) çalışan kol emekçileri burada ağırlığı oluşturmuyor. Henüz işçi sınıfının esas çekirdeğini oluşturan bu insanlar –sadece sanayi değil, ulaştırma, tarım, hizmetler- ağırlığını koymamıştır. Daha ziyade meydanlarda olanlar, beyaz yakalılar ve onların üst katmanları, proleteryanın eğitimli (öğretmenler, sağlıkçılar gibi) katmanlarıdır. İkinci olanlar, Türkiye’de modern küçük burjuvazinin temsilcileri ve kitlesi (ücretli çalışanlar hariç olmak üzere doktorlar, avukatlar, mühendisler, eczacılar gibi bürosu olanlar) bunun büyük ölçüde hem içindedir hem destekliyor. Katılmayanlarda dışarıdan destekliyor. Üçüncü olarak Gençlik çok büyük rol alırken dördüncü kesim de ise aydınlar katmanının Batılılaşmış olanları burada büyük rol oynamaktadır. Bu katmanlarla beraber ortaya siyasi eğilimler çıkıyor.

Proleteryanın kendisi yoksa da işçi mahallelerinin bir bölümünde eylemlilikler var. Ankara, Antalya, Adana ve İstanbul’un bazı mahalleleri daha çok belli ediyor bu tabloyu. 5 Haziran’da KESK’in daha önceden almış olduğu grev bu hareketle birleştirilerek sunulunca işçi sınıfının bir kısmı giriyor gibi oldu. “Biz Gezi’ye yapılan baskıyı protesto ediyoruz onun için grevimiz bir gün erkene çekiyoruz” dedi KESK; DİSK, ikinci güne 5 Haziran’a küçük bir yürüyüşle destek verdi. DİSK’in Taksime yaptığı ikinci yürüyüş vb bütün bunlar sınıfla belirli bir ilişki kurmasına yol açtı hareketin merkezi katmanlarıyla fakat ok sınırlı kaldı.

Sonuç olarak işçi sınıfının kol emekçilerinden oluşan merkezi kesimi ve işçi sınıfının sendikalarının en büyükleri işin içinde henüz yok. KESK’in DİSK’in hatta Türk İş içindeki Sendikal Güç Birliği platformunun sendikalarının politikasına bakalım. Sınıf açısından bir sendikanın yöneticisi -iyice daraltırsak kol emekçilerinin sendikasının yöneticisi- meseleye şöyle bakabilir; “Orada ki küçük burjuvazinin hatta yer yer büyük burjuvazinin çocukları en çok görünüyor. Onların kültürel sorunları farklı, ayrıca meydanda ulusalcı bir eğilimle AKP’nin mücadelesi var. Benim işçilerimden buna ne” diyebilir. Bu kabul edilebilir bira argüman değil. Çünkü Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılar 33 yıldır “elim kolum bağlı hiçbir şey yapamıyorum bu yasalarla bu hükümetler canıma okuyor” diye devamlı ILO’ya gidip şikayetçi oluyorlar. Öyle bir yere geliyorsunuz ki hükümet fena halde zayıflamış –bakmayın kendi kemikleşmiş kitlesiyle meydanlara çıkmasına. Gerek emperyalist ortaklarıyla gerek TÜSİAD ile çelişkiler içine düşmüş gerek AKP’nin kendi hükümeti içinde çatlaklar doğmuş – bir anında. Üstelik halk, hangi katmanları olursa olsun çok ilerici bir söylemle isyan etmiş; üstelik işçi sınıfının bu işin içerisine girmesi son derece avantajlı bir anda güç dengelerini muazzam değiştirir, işçi sınıfının kendi taleplerinin çok ciddi kazanımlara ulaşmasına yol açar. Bunu yapmayan bir şey yapmak istemiyor, hükümeti savunuyordur aslında. Ya da en azından kendi konumunu kaybetmekten korkuyordur “aman bu işin içine girmeyim, benim konumum önemlidir” diyerek bürokrasidir yani. Mesele budur. Türk İş tamamen böyledir. Türk İş başkanı Mustafa Kumlu Erdoğan’ın desteğiyle seçilmiştir. İşçi sınıfına 1 Mayıslarda, SSGSS’de ihanet etmiştir. Hepsinde hiçbir talep karşılanmadan ihanet etmiştir. En son Türk İş’i tamamen bu hareketin uzağında tutarak, bu kadar şiddetli bir baskıya karşı en ufak bir tepki vermeyerek gene işçi sınıfının davasına kesinlikle ihanet etmiştir. Hak İş ve Memur Sen zaten ve maalesef AKP’nin işçi ve memur bürosu gibi çalışmaktadır. Dolayısıyla esas olan burada Türk İş’tir. Kamu Sen ise düzenin sarsılmasından korktukları için onlarda yerlerinden kıpırdamıyorlar.

Bu isyanın bir başka özelliği kendiliğinden bir hareket olmasıdır. Leninistler ve Lenin kendiliğinden hareketlerden korkmaz. İşlerin kendiliğinden harekete bırakılmasına önderliksiz bırakılmasına karşıdır. Bütün devrimler toplumsal olaylar oldukları için halkın enerjisini ortaya çıkardıkları için esas olarak kendiliğinden hareketlerdir. Eğer devrimler toplumun dinamiklerinden doğmayacaksa zaten Marksizmin bir manası olmazdı. Marksizm, toplumun dönem dönem büyük devrimler yaşayacak çelişkiler taşıdığını; dolayısıyla partilerin bu devrimlerin zafere ulaştırılması için örgütlenmesi gerektiğini söyleyen bir harekettir. Komplocu değildir, büyük kitlelerle beraber devirmeye çalışır kapitalizmi. Kitlenin kendiliğinden hareketlerden korkulmaz. Kitlenin yaratıcılığı ortaya çıkar, enerjisi ortaya çıkar, özgüveni artar, cesareti artar. Kendiliğinden hareketler her şeyi yapabilirler ama stratejiyi oluşturamazlar, mücadeleyi zafere götüremezler. Örgütlülük gerekir. Bir anlamda kendiliğinden mücadele enerji gibidir örgütte piston gibidir. Eğer piston olmazsa enerji buharlaşır gider, enerji olmazsa da bir şey üretemezsiniz, piston bir işe yaramaz. Bunlar birbirlerini tamamlayacak şeylerdir.

Taksim dayanışmasının rolü

Her devrimde ve isyanda aynı şey olur. Bir önceki dönemin bilinci ve örgütlülüğü ile başlar işe. 31 Mayıs isyanını karşılayacak yeterli bir önderlik sağlayacak bir durumda değildi hiçbir hareket. Sendikaların çok önemli bir bölümü son derece engelleyici bir rol oynadı, Taksim Dayanışması ise resmen gerici bir rol oynadı. Bunu açıkça söylemek lazım. Taksim Dayanışması’nda bir takım odaların, bir takım sendikaların, siyasetlerin temsilcileri var, tek tek bireylerden bahsetmiyorum. Tablo ortadadır. Bir hafta önce Başbakan’ın vekiline 7 tane talep veriyorsunuz ve bütün toplumun önüne çıkıp bunu(içlerinden bir tanesi de vahim İçişleri Bakanı’nın değil İstanbul valisinin istifası isteniyor. Hatay’daki arkadaşımız Abdullah Cömert’i İstanbul valisi mi öldürttü. İçişleri Bakanı öldürttü) açıklıyorsunuz hiçbiri karşılanmıyor. Bir hafta sonra Başbakanla görüşüyorsun, dışarı çıkıyorsun bir takım meşhur adamların etrafını çevirdiği ortamda “Başbakan pozitif konuştu” diyorsun. İçeride Arzu Çerkezoğlu’nun üzerine yürümüş Başbakan, kızı Sümeyye onu zor tutmuş, dışarıda “Başbakan pozitif konuştu” diyorsun. Başbakan ne konuştu. Hiçbir talebiniz kabul edilmedi, talepleriniz arasında referandum yoktu ki. “Hareket geriliyordu, çok zor durumdaydı dolaysıyla geri adım atmak zorundaydık” diyebilirler, bazen önderlikler “çok büyük bir yenilgi olmasın” diye böyle durumlarda fedakarlıklar yapmak zorunda kalabilir. 15 Haziran Cuma gecesinden itibaren on binlerce insanın katılımıyla toplantı yapıldı. Yapılan forumlarda bütün kitle, bütün genleri ve yaşlılarıyla “katiyen geri adım atmamamız gerekir” deniliyor. Halkta hiçbir gerileme yok. Kitle aynı mücadelecilikte, taleplerinizin hiç birisi kabul edilmemiş, niye bitirdiniz. Referandum denildi diye niye sona erdirildi. Olay Gezi ile ilgili değildi ki artık. Olay Gezi değil olay Türkiye. Ankara’da İzmir’de Gezi için mi isyan edildi sadece yoksa başka şeylerle de mi mücadele ediyorduk. Tabi ki çok açık. Ağaçlar çok önemliydi ama geldiği durum da ağaçlar çok önemliydi. Ancak daha başka şeylerde önemli hale gelmişti. Son derece yanlış bir şey yapıldı. Sonra bakıldı kitle buna razı olmayacak, bir ara formül bulundu bir çadır yapalım hepimiz onun altına gelelim, bütün siyasi, sendikal ve meslek örgütleri tek çadıra toplanalım. Sonradan bazı konuşmalarda buranın dağıtılmasının istendiğine dair itiraflar biliniyor. Bu özgüveni geriletmiştir. Taksim Dayanışması son derece yanlış bir karar almıştır. Bu arada KESK’in çok olumlu bir açıklaması oldu. Dedi ki, “Eğer orayı basarsan İstanbul’da 40 bin üyeyle sokağa çıkarım, genel grev yaparım anlamında” maalesef müdahaleden sonraki işgünü olan 17 Haziran’da yapılan eylem kattiyen bir genel grev değildi. Herkesi işe gönderdiler saat 16:00’da Taksim’e gelindi. Bir iş bırakma eylemi salt bir yürüyüşüne çevrildi. Demek ki geçmişin örgütleriyle yürümek yanlış. Bugün bir numaralı görevimiz temsil heyetleri seçmektir. Hareket bitmemiştir, gerilemiştir. Muharebe kaybettik, Taksim Meydanı’nı, Gündoğdu Meydanı’nı kaybettik ama moralimiz bozulmasın, hareket yaratıcılık fışkırıyor. Parklar işgal ediliyor. Türkiye’ye yayılıyor. Buralardan temsil heyetleri ciddi taleplerle yeni yaratıcı forumlarda bir takım eylemler yaparlarsa kendilerini halkın temsilcisi olan ilan ederlerse ve doğru talepler ileri sürülürse bitirilemeyen bu hareket şimdilik polisle şiddet içinde karşı karşıya gelemeyeceğini -Dün Taksim’de görüldü, kitlenin ruh durumu sarsılmış- dolayısıyla başka yöntemler bularak ve emekçilere giderek hareketi yeniden ayağa kaldırabiliriz.

Bu isyanın en büyük eksikliği, işçi sınıfı ve emekçileri kendi saflarına çekmek için en küçük çaba göstermemiş olmasıdır. Bazı örnekler verilebilir ancak geneli için söylüyorum. Burada siyasi kadro ve partilerin daha büyük rolü olacaktır. Parklar hareketini işçi sınıfına yönlendirmek gerekir. Dolayısıyla işçi mahallelerine, fabrikalara gidilebilir.

15 – 16 Haziran ile 31 Mayıs hareketleri neyi ifade ediyor

Bu hareketi 15 -16 Haziran 1970 ile kısa bir karşılaştırma yaparsak; 15-16 Haziran tam anlamıyla arı bir sınıf hareketidir. Tamamen kol işçilerinin düzene karşı ayaklanması vardı. Orada düzenin kalelerine hücum etmek üzere sınıf yola düşmüştü. Kavel’den başlayarak muazzam sınıf mücadelesi birikimi vardı. DİSK’in kapatılma çabalarına karşı isyanın ayaklanma biçimini almasıydı. Orduyla, polisle karşı karşıya geldi 3 işçi öldürüldü.

O ayaklanmayla bu isyanın farkı şu bugünkü çok yaygın. Çok değişik katmanları kapsıyor. Ve eğer işçi sınıfına sıçrarsa burjuvazi titreyecek.

İkinci fark 2013 Haziran, bütün toplumu (AKP’nin kemik kitlesi hariç) bir şekilde kendi etrafına topladı, onları kavradı. Buna karşılık 15-16 Haziran toplumda muazzam bir deprem etkisi bırakmakla beraber işçi sınıfının yanına çekemedi toplumu. Burada sosyalist hareketin kadrolarının devasa bir sorumluluğu vardı. İşçi sınıfı sosyal mücadelenin ekseni haline gelemedi.

15-16 Haziran burjuvaziyi çok fena ürküttü. İstanbul’un o dönemdeki, burjuvazinin, orta sınıflarının halini tahayyül dahi edemezsiniz. “devrim geldi” gibi yaşadılar. Bu seferki hareketin “isyankar niteliği ya bir şeye dönüşürse” diye burjuvazinin tamamını çok korkutuyor. Aynı zamanda burjuvazinin bir kesimi,10 yıldır devam eden kan davasının canlanması yoluyla acaba Tayyip Erdoğan’ı sarsıp orta vadede “devirebilir miyiz” diye ümitlendi ve bir ölçüde destekledi. Ceo’ların arasında anket yapıldı %49’u desteklediğini söyledi. Meydana da çok kapitalist geliyordu. ‘Batıcı laik’ diyebileceğimiz burjuva kanadın bir bölümü, burada ‘bize bir ekmek çıkar mı’ diye aradı. Katiyen halk hareketinin isyankarlığını bununla karıştırmak çok yanlış olur. Tayyip Erdoğan, tam da bunu yapmaya çalışıyor. Bu işi, faiz lobisinin, koçların, Sabancıların kışkırttığını kendisinin mazlum durumda olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu tamamen yanlıştır. Bir isyan veya devrim hareketinin başlangıcını, kitlelerin mücadelesini, enerjisini burjuvazinin değişik katmanlarının o devrim hareketine tavırlarıyla karıştırmak o devrim hareketinin anlamamak demektir. Mısır’da da bu yapıldı, başka yerlerde de yapılmaya çalışıldı. Burjuvazinin dinamikleriyle o ortaya çıktıktan sonra aldıkları tavırlarda dağlar kadar bir fark vardır. Eğer 15-16 Haziran hareketi uygun siyasi önderini bulabilseydi Türkiye’ye çok önemli şeyler bırakabilirdi. Türkiye devrimci bir yola bile girebilirdi.

Buna karşılık bu hareket, toplumun bir dizi katmanını içine çekmiş, özgüven vermiş, cesaret kazandırmıştır, bunu sınıfa taşımak devrimci bir potansiyeli doğurur. Gerilemiş durumdayız ancak parklar hareketinden yeniden sıçrama yapılabilecek bir potansiyel olduğu seziliyor. Bunun üzerine bir sıçrama yapmak aynı zamanda emekçilere gitmek gerekiyor. Gitmezse, zamanla bir protesto hareketi olarak kalır. Hatta sürekli tartışmalarla yürütülmeye çalışılırsa bir gevezeler kulübüne dönüşme riski taşıyor. Atılımın, isyanın, devrimin enerjisiyle bilinç ve örgüt biçimleri devrimlerin ve mücadelenin içinde çelişir. Ama uygun bir yolunu bulursa ve işçi sınıfına giderse bambaşka bir hareket haline gelebilir. Akdeniz devriminin yeni, önemli bir odağı haline gelebilir Türkiye.”

24 Haziran 2013
Kaynak; yurtsuz.net