Evrensel: Duvarlar yapay ve yıkıcıdır – Noam Chomsky

Beyrut Amerikan Üniversitesi 2013 mezuniyet töreninin açılış konuşmasını yapan ABD’li Dilbilimci Noam Chomsky, emperyal güçler tarafından çizilen sınırların halklara bir dayatma olduğunu belirtti. Türkiye’de devam eden direnişe de değinen Chomsky, “Taksim’de başlayan olaylar tüm bölgeyi etkileyecek” dedi.

noamchomsky

Chomsky, açılışta yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Bir şeylerin üstesinden gelme ve sorunların çözümü konusunda adım atma konusunda kayda değer kararlılıklarla bezenmiş büyük umutların ve umutsuzlukların da olduğu zamanlardı; Lübnan’ı bir kaç kez ziyaret ettim. İlk ziyaretim tam 60 yıl önce bugündü. Karım ve ben bir akşam üstü İsrail’in Kuzey Celile bölgesinde gezintiye çıkmıştık. Yakınımızda bir yolda seyreden cipin birinden bize seslenildi: Geri dönün. Yanlış bir ülkeye girmiştik. Farkına varmadan, o zamanlar işaretlenmemiş olan sınırı geçmişiz. Tahminime göre şimdi ağır silahlarla korunuyor olan sınırı.

SINIRLAR ŞİDDET YOLUYLA DAYATILIR
Bu, zaten bildiğim ama yeterince açık olmayan önemsiz ama ders verici bir durumdu. Sınırların meşruiyeti,-devletler bazında- nihayetinde şarta bağlı ve geçicidir.Doğasından gelen bir meşruiyet durumu da söz konusu değildir. Hemen hemen tüm sınırlar şiddet yoluyla dayatılır, varlıkları devam ettirilir ve tamamen keyfi olarak var edilirler. Lübnan-İsrail sınırı, İngiliz ve Fransız emperyal güçlerinin çıkarları doğrultusunda oluşturulmuştur; orada yaşayan insanların gereksinimleri doğrultusunda ya da hatta arazi kaygısıyla bile değil…Farkına varmadan kolaylıkla geçebilirdiniz. Bu anlamda bir mantık bulmanız olanaksız.

Dünyada gelişkin teknolojik yöntemlerle sıkı bir şekilde korunan ve böylece ulusal amaçlarla kullanılan, dostane diplomatik ilişkiler içindeki iki ülkeyi, Meksika’yı ABD’den ayıran sınır gibi bir kaç sınırın varlığından söz edilebilir. Meksika ile ABD arasındaki bu sınır, içinde genç bir subay olarak yer alan o zamanlar General, daha sonra devlet başkanı olan Ulysses S.Grant’ın deyimiyle her zamanki gibi, tarihin en aşağılık savaşı ile, ağır saldırılar yoluyla oluşturulmuştur. Sınır, Başkan Clinton’un Gatekeeper Operasyonunu başlattığı yıl olan 1994 yılına kadar açıktı. Daha önce insanlar akraba ve arkadaşlarını görmek için düzenli olarak bu sınırdan geçiş yapıyorlardı.

DAYATMA HALKLARIN ALEYHİNEDİR
Gatekeeper Operasyonunun, bu yılda bir başka olaydan, sözde “Serbest Ticaret Anlaşması”nın NAFTA’nın dayatmasından güdülenmiş olması muhtemeldir. Burada kullanılan “dayatma” sözcüğü katılımcı ülkelerin halklarının aleyhine olduğu için yerinde bir sözcüktür. Yönetim kuşkusuz, ne kadar verimli olurlarsa olsunlar Meksikalı çiftçilerin, son derece sübvanse edilen ABD tarım ticareti ile rekabet edemeyeceğini, Meksika iş dünyasının, Meksika’da NAFTA kuralları çerçevesinde “ulusal muamele” görmek zorunda olan ABD’li çok uluslu şirketlerle yarışamayacağını biliyordu. Bu, sınırda engellenmesi hemen hemen olanaksız bir mülteci akınına yol açtı. Bu mültecilere bir de Reagan’ın 1980’lerde Orta Amerika’da başlattığı kanlı savaşlardan kaçanlar katıldı.

SAVAŞ TEKNOLOJİSİ SAVAŞ YILLARINDA GELİŞTİ
Sınırların ve sınırların sembolize edip kışkırttığı düşmanlık ve çatışmaların aşınmış olmasının belirtileri söz konusudur. Buna en çarpıcı örnek Avrupa’dır. Avrupa, asırlardır, korkunç ve yıkıcı savaşlarla parçalanmış olan dünyanın en barbar bölgesi konumundaydı. 17.yy.’da yalnızca Otuz Yıl Savaşlarında Alman nüfusunun belki de üçte biri yok oldu. Avrupa, ona dünyayı fethetme olanağı sağlayan savaş kültürü ve savaş teknolojisini bu dehşet dolu yıllarda geliştirdi.
Betimlemesi olanaksız vahşetin son seansından sonra iki taraflı yıkım 1945’de son buldu. Bazı insanlar demokratik barış teziyle yıkımın son bulduğunu belirtmektedir. Ancak Avrupalılar, yok etme yetisini öylesine geliştirmişlerdi ki bu sevdikleri birbirlerini boğazlama oyununu bir daha oynadıklarında bunun sonuncu oyunları olacağının daha o zamandan farkındaydılar; bu kuşkusuz önemli faktörlerden biridir. Avrupa ülkeleri arasında bütünleşme güçlükle de olsa şu anda oluşmaktadır. Bu konuda önceki zamanlara göre oldukça ilerleme sağlanmıştır.

SURİYE İNTİHARA SÜRÜKLENİYOR
Benzer bir durum, yakın zamana kadar esas olarak sınırsız kalan bu bölge için de geçerlidir. Ve hatta şu anda korkunç yöntemlerle gerçekleşmektedir. Suriye’yi intiharın içine atma kararı ülkeyi parçalamaktadır. Bu anlamda, deneyimli Ortadoğu Muhabiri Patrick Cockburn’un bu yangının ve bölgeye etkisinin Britanya ve Fransa tarafından bir asır önce dayatılan Sykes-Picot sisteminin sonlanmasına yol açabileceği şeklindeki öngörüsünü ciddiye almak gerekir.

SÜNNİ-Şİİ ÇATIŞMASI ALEVLENDİRİLDİ
Suriye iç savaşı, on yıl önce ABD ve Birleşik Krallık’ın Irak’ı işgal etmesinin en korkunç sonuçlarından biri olan Sünni-Şii çatışmasını yeniden alevlendirdi. Uluslararası çağdaş hukukun temel bir parçası olan Nuremberg mahkemesi, bu işgali, içinde her türlü kötülüğün vuku bulduğu diğer savaş suçlarından ayırt etti ve “en büyük uluslararası” saldırganlık suçu olarak tanımladı. Irak ve şu anda Suriye Kürt bölgeleri özerkliğe ve belli bağlantılara doğru yol almaktadırlar.
Şu anda birçok araştırmacı bir Filistin devletinden önce bir Kürt devletinin kurulabileceğini ön görmektedir. Eğer Filistinliler, ezici bir uluslararası fikir birliğine varılması sonucunda bağımsızlık kazanırlarsa, normal ticari ve kültürel değiş tokuş süreçleri ile İsrail ile olan sınırları aşınabilir (Bu geçmişte göreceli olarak sakin geçen dönemlerde gerçekleşmeye başlamıştı). İngiliz mandası altındaki Filistin dönemine tanık olanlar duvarların ne kadar yapay ve yıkıcı olduğunu çok iyi bilir.

Bu gelişme bölgesel bütünleşme için bir adım olabilir ve belki de İsrail ile Lübnan arasında bulunan Galilee’yi kesen yapay sınır yavaş yavaş ortadan kalkabilir. Böylelikle gezintiye çıkanlar bizim 60 yıl önce yaptığımızı yapıp rahatlıkla diğer tarafa geçebilirler. Ayrıntılara takılmazsak bu durum, Irak işgali ve Suriye’nin cehenneme atılmasından bu yana şu anda bölgeyi sarsan mülteci felaketlerinden yalnızca biri olan Filistinli mültecilerin çektiği eziyetin kısmi çözümü için yalnızca gerçekçi bir umut anlamındadır.

SÖZ KONUSU, TAKSİM MEYDANI’INDAN FAZLADIR
Ortak alanları savunma mücadelesi birçok biçimde yürütülebilir. Örneğin şu anda Taksim Meydanı’nda hayat bulan mücadele. Burada cesur adam ve kadınlar, ticarileşmenin yıkım topuna, ıslah çalışmalarına ve bu tarihi hazineyi harap eden zorba yönetime karşı İstanbul’un son ortak alan kalıntılarını savunmaktadırlar. Ana akım medya bunun, “Seslerinin duyulmasını isteyenlerin, nasıl yönetildikleri konusunda bir şeyler söylemek isteyenlerin çığlığı” olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ortak alan kalıntıları odaklı bu çatışma “özgürlük karşısında kontrol şeklinde konumlanmıştır… Söz konusu olan bir meydandan (Taksim) daha fazlasıdır. Bir ulusun ruhudur.”

TÜRKİYE’DEKİ HAREKET TÜM BÖLGEYİ ETKİLEYECEKTİR
Türkiye’nin önemi göz önüne alındığında bu mücadelenin sonucu, tüm bölgeyi önemli derecede etkileyecektir. Hatta bundan fazlası da olacaktır. Bugün Taksim Meydanı’nı savunanlar, dünyada, küresel ortak alanları aynı yıkım topunun saldırısına karşı savunma mücadelesinin ön saflarındadır. Sınırların olmadığı bir dünyada saygın insanca yaşam için bir umut vaat ediyorsa ve eğer savunulan ya da harap edilen bizim ortak mülkiyetimizse, bu mücadeleye hepimiz öz veri ile katılmalı ve çözüme ulaştırmalıyız.

EMPERYAL GÜÇLERE UYGUN SINIRLAR
Araştırmalar, dünyadaki korkunç çatışmaların hemen tümünün emperyal suç kalıntıları ve emperyal güçlerin sınırları kendi çıkarları doğrultusunda oluşturmalarından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Bu konuda bir yığın örnekten yalnızca birini ele alalım: Peştunlar ve Afganlar, Britanya tarafından çizilen, Pakistan’ı Hindistan’dan ayıran Durand hattının meşruiyetini asla tanımadılar. Bu sınır, Başkan Obama’nın terörist kampanyası altında ülkelerine insansız uçaklar ve özel kuvvetler ölümcül saldırılar yapabilsin diye buradan geçiş yapan Peştunları “terörist” olarak etiketlendiren günümüz emperyal güçlerinin çıkarlarına uygun oluşturulmuştur. Aynısı tüm dünyada geçerli bir gerçekliktir.

DOĞANIN SAVUNULMASINI KİM ÜSTLENECEK?
Sınırların belirsizleştirilmesi ve devletlerin meşruiyetine meydan okunması yeryüzünün sahibinin kimin olacağı konusunda ciddi sorunların öne çıkmasına neden olur. Bir ay önce bilgisini aldığımız, “Korkunç potansiyel sonuçları olan, yeryüzünde milyonlarca yıldır görülmemiş bir yoğunluğa ulaşarak şu anda uzun zamandır korkulan aşamayı geçmiş olan” ısı kapanı gazınca kirletiliyor olan küresel atmosferin sahibi kim olacak? Ya da dünyada sıkça kullanılan Kızılderili ifadesiyle toprağı kim savunacak? Doğanın haklarının savunulmasını kim üstlenecek? Ortak alanlarımızın ya da ortak varlıklarımızın vekilharçlık rolünü kim alacak? Mantık sahibi ve okumuş insanlar şu anda çevre felaketinin derhal önüne geçilmesinin gerektiğinin farkındadırlar. Krize verilen farklı tepkiler mevcut tarihin en dikkat çeken özelliğidir. Doğa savunmasında ön saflarda olanlar “ilkel” olarak isimlendirilenlerdir. Kanada’daki ilk uluslar, yerliler, Avustralya’daki Aborjinler ve genelde emperyal saldırıdan kurtulanlardan geriye kalanlar. Doğaya saldırıda ön saflarda bulunanlar ise kendilerini en ileri, en uygar, en zengin ve en güçlü uluslar olarak isimlendirenlerdir.

Çeviren: Hilal Ünlü
26 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net