Evrensel: “28 Şubat’taki devlet hortladı, yazıklar olsun!” İhsan Eliaçık

Gezi Parkı’na ve Taksim Meydanı’na yönelik 11 Haziran saldırısında, kütüphaneyle birlikte yıkılan tek bir çadır vardı; mescit. Hırsla içeri giren polislerin, Kuran okunması sırasında, uyarılara rağmen yıktıkları mescit Antikapitalist Müslümanlar tarafından yeniden yapılacak ama 16’sında bütün park yerle bir olurken o da yıkılacaktı. Oysa Gezi Parkı eylemleri için Başbakan’ın dilindeki bir numaralı suçlama, orada din düşmanlığı yapıldığı, eli sopalıların parklara saldırırken attıkları naralar toplananların camiye karşı olduğu şeklinde. Kandil programı, cuma namazları, mescit, her rengin birbirini koruyup kolladığı Gezi Parkı’nın iktidar tarafından en görmezden gelinen unsuru oldu, herhalde en tehlikelisi görüldüğünden. En son “güya namaz kıldılar” sözleriyle uzaktan da olsa anılmış oldular.

Antikapitalist Müslümanlar

Antikapitalist Müslümanlar Gezi Parkı’nda Cuma namazı kılıyor.

İhsan Eliaçık’la bundan iki yıl önce Ramazan’da röportaj yapmamızın vesilesi, gösterişli pahalı iftarlara karşılık Gezi Parkı’nda düzenlenen iftar programıydı. İhsan Hoca ile bu kez, Gezi’den çıkan sonuçların yanında, iktidarın art arda söylediği yalanların aslını astarını konuştuk.

Gezi Parkı’nda sizin için yeni ve öğretici olan ne oldu?
Ben ilk defa kendimi yaşlı hissettim.

Biz de öyle hissettik, ne yalan söyleyelim…
Yıllardır eylemlere katılırım, 28 Şubat dahil olmak üzere hep sokaklardaydım. Ama bu defa benim bir şey yapmama gerek kalmadı. Bizim anti kapitalist gençler o kadar yaratıcı ki, onlara bir şey söylememize gerek kalmadı, ne söyledilerse yaptık. Gençler talimat verilmesinden ve tehditten hoşlanmıyor. Yapacak olsalar bile tepki gösteriyorlar. Bu 90 kuşağı biyolojik değil de kültürel bir kuşak sanki; 40-50 yaşındaki adam da kendini bu kuşaktan hissedebiliyor.

Apolitiğiz diyorlar ama, ülkenin en kitlesel eylemini yönettiler…
Politik bilinç, kamuyla ilgili bilinç demektir. Bu bilinç başka kanallardan ediniliyor artık. Klasik politik bilinç; Ankara’yı kim yönetiyor, o gitsin, ben yöneteyim der. Bu gençler ise, Ankara’yı kim yönetirse yönetsin, ama adam gibi idare etsin, bana kesinlikle karışmasın diyor. Sınıfsal olarak çok farklı insanların bu otoriter yönetme tarzına aynı tepkiyi göstermesi bundan. “Başbakanlık Ofisinde oturuyorum, gençler vapurdan elele iniyorlar, bunlar benim inancıma aykırı” dedi Tayyip Erdoğan, “Bir damla içen ayyaştır” dedi. Yaşamlarına yönelik bir tehdit hissetti gençler. Gezi Parkı’nda oluşan ruh “özgürlük ve saygı” kelimeleri ile ifade edilebilir bana göre. Hem kendi özgürlüğüne düşkün hem de başkasının özgürlüğüne saygı gösteriyor. Bu anlayış hiç bir araya gelmeyecek grupları birleştirdi. Bu da iktidarı çok kızdırdı. “Nasıl olur da Mustafa Kemal’in resmi ile Abdullah Öcalan’ın resmi bir araya gelir? Ulusalcılar bunu nasıl içinize sindirdiniz?” diyor. Senin Barış Süreci dediğin şey böyle bir şey değil mi zaten? Çok ilginç, iktidarın kendisi marjinalleşti, Gezi Parkı’nda toplanan insanlar Türkiye’yi temsil etmeye başladı. Mustafa Kemal ve Abdullah Öcalan fotoğrafları var, sol örgütler var, mescit var, LGBT var -en çok onlar destek verdi mescidin yapımına bu arada- taraftarlar var… Onlar küfürlü sloganlar atıyor, feministler onları protesto ediyor ve Çarşı Grubu ikna oluyor, küfür etmiyor. Müslümanlar var, ateistler var. Cuma namazında ateistler etrafımızda zincir oluşturuyor. “Neden yaptınız?” diye sordum. “Sıradan bir seyirci olmak istemedik” cevabı verdiler. Bu saydıklarım var; devlet yok, polis yok… Bu bir nevi iktidarsız ve devletsiz toplum. “Ütopik Park’ta 19 güzel gün” diye bir yazı yazıyorum. Gençlik hareketleri böyledir; gelirler, bir şey gösterir ve giderler. Birileri rüya görür, başka birileri o rüyanın peşine düşer ve dünya o rüyanın içerisinde yeniden kurulur. Devrimci o rüyayı görebilendir. Bu gençler o rüyayı gördü ve bize de gösterdiler.

BİZİMKİLER DE DİĞER GENÇLERLE AYNI TARZDA

Tayyip Erdoğan’ın alkol ile ilgili dayatmalarının sizin gençlerin yaşam alanına müdahale olduğunu sanmıyorum.
Hiçbiri kullanmıyor çünkü…

Sizinkiler neden farklı yaşayan kuşakdaşlarıyla birlikte hareket ettiler o zaman?
Herkeste bir öfke var, ama bunun kaynakları farklı. Bizim de dindarlıktan böyle bir şey çıkmasına karşı öfkemiz var. Kapitalizme abdest aldırıyorlar, muhafazakar harami bir saltanat düzeni kuruyorlar. Adam muktedirin önünde dört takla atıyor, dört bina sahibi oluyor. Gözümüzün önünde tanıdığımız insanlar başka başka hayatlar yaşamaya başladı. Biz de bunu seyrediyorduk yıllardır. Bizim gençlerdeki itiraz ağaçların katledilip Park’ın zenginlere bir kar merkezi olarak peşkeş çekilmesine oldu; bunun şimdi değil epeydir yapılıyor olmasına. Başörtüsü ve İsrail’in Filistin’e bomba atması dışında bizim cemaatler zinhar sokağa çıkmazlar. Ama bizimkiler bunu yıktı; grevlere gidiyor, NATO’yu protesto ediyor, Roboskî için gıyabi cenaze namazı kılıyorlar. Bir de bizim antikapitalist Müslüman gençler de aynı kuşak, diğer gençlerle tarzları uyuyor. Üç gençlik oluşumu var Gezi Parkı’nda, gözüme çarpan. Bunlar üzerine düşünülmesi lazım.

Hangileri?
Biri taraftar grupları… Tribünlerin sokağa inmesi görülmüş şey değil. Yıllarca bunlar futbolla uyuşan kitleler dedik (gülüyor); dumanını attırdılar, eylemlerin fiziki gücünü oluşturuyorlar. Kırk tane sol örgüt bu gücü oluşturamıyor. İkincisi, apolitik, çevreci gençler… Bunlar ilk defa sahaya iniyor ve çok kalabalıklar… Yüzde 60’ı hiçbir partiye yakın hissetmiyor kendini, bu da yenidir. Üçüncüsü de bizim anti kapitalist Müslüman gençler… Miraç Kandili, Cuma Namazı ilk defa politik bir alanda eda edildi ve bu tehdit olarak algılandı. Bira içme ilk defa politik bir eyleme dönüştü. Hiç bira içmediği halde, elinde birayla “Şerefine Tayyip” diye yürüyen insanlar var.

NE MUSA’YA NE İSA’YA YARANABİLİYORUZ

Sosyalistler açısından siyaset yapmanın en büyük zorluklarının başında dini önyargılar gelir. Bu yine anlaşılır da, siz Müslüman olduğunu söyleyen bir partinin iktidarı altında benzer bir siyaset yapma güçlüğü yaşıyorsunuz sanki. Yanılıyor muyuz?
Biz iki arada bir derede olduğumuz, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildiğimiz için bunu daha çok hissediyoruz. Mesela ben bir tweet attım, 5 bin kişi retweet etti, neden bu kadar ilgi gösterildi diye oturup düşünüyorsun.

Hangisi o?
“Genç evli çifti üç ay kira ödemedi diye sokağa attıran hacı ile cennette olmaktansa, kediye ağlayan ateistle cehennemde yanmaya razıyım” demişim. Ben o kadını gördüm, millet kaçıyor, biber gazından etkilenen kediyi tutmuş, ona ağlıyordu. Sonra görüştüm kendisiyle, “Ben ateistim ama sizi tanıyorum” dedi. Bunları yaşadıktan sonra buraya geliyorum, bizim dindarlar bize saldırıyor. Asanlar, kesenler, belden aşağı küfredenler… Aradan bir yıl geçmiş, “İhsan Eliaçık’ın evinde arama yapıldı, porno cd’ler bulundu” diye haber yapıyor Türkiye gazetesi. “Öyle mi” diye soruyor millet beni arayıp, hangi birine yanıt vereyim, ne yapayım! Başka insanlar için önemli olmayabilir ama dindar camia için büyük bir itibarsızlaştırma bu. Twitter’da etiket açtılar “Provokatör İhsan ülkeden defol” diye. Onun karşısında da “İhsan Eliaçık’a sahip çıkıyoruz” diye bir başlık açtılar, diğerini geçti. Sosyal medyada maaşlı muhafazakar çeteler var. Ben onlara “tosuncuklar” diyorum. Bunlar iktidara yakın ajanslardan yüksek para alıyor. İşleri güçleri, iktidara karşı çıkanları, itibarsızlaştıracak, fitne fesat çıkarıp yaymak. Yanlışını yakaladılar mı eyvah! Revirden bir fotoğraf çekmiştim, onun yerine yanlışlıkla 15 gün önce çektiğim fotoğrafı yollamışım. Hemen her yerde haber yaptılar, düzeltmeme rağmen hala da yayıyorlar. İnternet çekmiyordu, Çapul TV’nin bilgisayarından yolladım doğru fotoğrafı, ona da mobil cihazdan olmadığı anlaşıldığı için, “evinde oturup Gezi’den fotoğraf yolluyor” dediler. Oysa Gezi’deyim ama masaüstü bilgisayardan yolluyorum ya (gülüyor)… Çapul TV’de olduğumu belgeleyen bir fotoğraf yolladım ardından. Saldırı sonrasıydı, başımızda baret, yüzümüz bembeyaz falan. Tam bir savaş alanı oldu sosyal medya da (gülüyor).

CEBERRUT DEVLET AYNI, SOPASI AYNI, SADECE EL DEĞİŞTİ

Sizin de camiye ayakkabı ile girme hikayeniz varmış…
Evet, var… 28 Şubat sonrası da biz sokaklardayız. Hunat Camisinden çıktık, gösteri yapıyoruz, Kayseri’de. Polis su sıkıp, bizi sıkıştırınca, gerisin geri camiye girdik. Can havliyle ayakkabılarla girdik camiye, ne yapacaktık ki. Olay durulunca, bastığımız yerleri temizleyip çıktık. Laikçi gazetelerden birinde, “irticacı, radikal İslamcılar camilere ayakkabı ile girdiler, bunların İslamla alakası yok” diye haber çıktı. Şimdi de aynı hikaye. Ceberrut devlet aynı, sopa aynı, sadece el değiştirmiş, Kemalistlerden bunlara geçmiş. Hiçbir farkı yok. O yüzden, yazıklar olsun diyorum bunlara… 28 Şubat’ta 30 davadan yargılandım; kelepçeyle teşhir edildim, irticacı diye… Ne oldu? On yıl sonra aynı devlet oldun sen de. Çarşı’ya aynı şeyi yapıyorsun şimdi.

Sizin de bir hayal kırıklığı yaşadığınızı söyleyebilir miyiz o zaman?
Yaşadım tabii. Ben 2002 yılında AK Parti’ye oy verdim. Yeniliğin ve değişimin öncüsü olarak görüyordum. 2003 yılında 6 ay Zaman gazetesinde yazdım. İslami kesimden gelip AK Parti’ye yönelen ilk eleştiriler onlardı. “Türk Muhafazakarlığının Anlamı”, “Açlıkla Boğulan Ülkede Din Söylemleri” gibi yazılar yazdım. Sonra benim defterimi dürdüler, üstümü çizdiler. Bir yıl süre vermiştim bu hükümete insaf gereği.

Tayyip Erdoğan’ı bizden iyi tanıyorsunuz. On yıldır da karşısında yer alıyorsunuz. Sizi dahi şaşırttığı bir şey oldu mu bu yakın süreçte?
Mekke’de “faiz bir dünya gerçeğidir” demesini beklemezdim, Mekke’de yapmasını beklemezdim. Bir diğeri mescidimizin yıkılması. Salı günkü saldırıda polis meydandaki flamaları kaldırdı, bir de mescidi yıktı, Park’a dokunmadılar. Yıkan polisler de cemaatçi çocuklardır. Polis yetmedi, orduyu göreve çağırdılar, 28 Şubattaki gibi…

Neymiş efendim, garibanların iktidarını, dünya güçleri yıkmak istiyor. Neredeydi aklınız on yıldır? Obama’yla düşüp kalkarken iyiydi “yağmurlar altında”. İki yan yaptı ABD diye, “dış güçler bizim karşımızda”. Mekke’deki toplantıda “paranın dini imanı olmaz” demişti, “İstanbul’u finans merkezi yapacağız” demişti. Neyle finans merkezi yapacaksın, faizciyle, tefeciyle. Ama sıkıştığında tabanın etrafında kenetleneceği bir argüman lazım. “Küresel güçler ve faiz lobisi beni yıkmak istiyor” dediğin zaman, AK Parti’ye koşar gelir insanlar. Peki tutuklananlar arasında neden faiz lobisinden kimse yok? Hep gariban devrimci çocuklar. Bankalarını bassana madem faiz lobisinin! Bunların hepsi palavra.

ANNEM AKP’NİN TABANIDIR

AKP tabanı gibi sizin için de AKP gider de yerine ulusalcı, laikçi bir iktidar gelse halimiz daha fena olur tedirginliği yok mu?
Tabanda böyle bir tedirginlik olduğu doğru. Hakan Albayrak Star gazetesindeki yazısında, “Eğer Erdoğan sert davranmasaydı hepimiz ayvayı yemiştik” dedi. Keşke o kadar dese, “Başbakanın üslubu bize Allah’ın lütfudur” demiş aynı yazıda…

Bu işte, muktedirin etrafında gelecek kaygısına kapılan ve panikleyen yeni sınıfın tavrıdır. İktidar düşse, işini, aşını, geleceğini, kariyerini, nemasını kaybedecek en az 100 bin kişi var, devletin içine çöreklenmiş. Hiç beklemiyorlardı böyle bir şey. Alternatifleri olmadığını düşündüklerinden, asude gölgeliklerde mesut, bahtiyar yaşayacaklarını düşünüyorlardı. İlk defa paniğe kapıldılar. Bazısına çok acı çektirdikleri için bunun acısının kendilerinden fena çıkartılacağından korkuyorlar. İktidarı kaybedersek bizim de kolumuza kelepçe vurulacak ve Silivri gibi yerlerde ömrümüzün geri kalanını cezaevlerinde geçireceğiz diye korkuyorlar. Bu harekete katılan herkesi düşman görüyorlar.

Bal tutup parmağını yalayan 100 bin kişi tabii ki paniğe kapılacak. Peki taban?
Ben yiyicileri eleştiriyorum, tabanı değil. Ben tabana yiyicileri deşifre etmeye çalışıyorum. Taban dediğim annemdir. Müslüman, Sünni, İç Anadolulu, başı yemenili, evde oturan bir kadındır. Tipik AK Parti seçmenidir, 2002’de birlikte oy verdik, ben vazgeçtim, onu vazgeçiremiyorum. Telefon açıp bana “Taksim’de namaz kıldıracakmışsın, sakın gitme, orada din düşmanları varmış, sizi öldürürler” diyor. “Yerlerde süründürmüşler başörtülüleri, bebeği ile beraber” diyor, “üzerine de işemişler” diyor. Sadece Kanal 7 izleyen bir kadın. “Kim söylüyor” diyorum, “Başbakan söyledi, sakın gitme, hakkımı helal etmem”. Gittik namaz kıldık. Miraç Kandilinde yaptırdığım duayı da izlemiş, tabii her zaman izlediği kanallarda değil, benim söylediğim kanallarda. “Olmadı mı bir şey?” diye soruyor, “Yok” diyorum. “Başbakan yalan söylüyor” diyorum, “Söylemez” diyor. “Tayyip Erdoğan, senin 2002’de oy verdiğin Tayyip Erdoğan değil” diyorum. 20 günün sonunda annemin geldiği nokta şu, “Herhalde bu da bir fırıldak çeviriyor.” (gülüyor).

Bunu bir kırılma mı saymak lazım?
Tayyip Erdoğan’a inancını henüz kaybetmedi. Yine ona oy verebilir. Ama artık kafasında bir soru işareti var.

ARTIK BAŞÖRTÜLÜLER KENDİ ARALARINDA KAVGA EDECEK

“Namaz kılanlar, başörtülüler de kavga edebilir, o eskidendi” diyorsunuz bir tweetinizde… Bu gerçekleşebilir mi hakikaten?
Biz bunu yapmaya çalışıyoruz zaten. Başörtülüler bir tarafta, başını örtmeyenler diğer tarafta, bu dönem bitti. Ortada bir iktidar var, biz de buna karşı çıkıyoruz, adaletli değilsin diyoruz. Peygamberin kendisi mülkiyetsiz ölmüş, onu örnek almak istiyorsan sen de onun gibi yaşa. Böyle deyince aramızda gerilim oluşuyor. Bu gerilim giderek büyük bir tartışmaya dönüşecek ileride. Şimdi derin bir sessizlikle karşılıyor, haşlamak istiyor ama haşlayamıyor.

Sizin reklamınız olur diye mi?
Hayır, o zaman tartışmanın şekli değişir. Bunlar dinsiz derken tartışmak kolay. Bizi işin içine katarsa, mescidimizi yıktığı ortaya çıkacak. Buraya girdi mi 40 yıldır elinde tuttuğu silah gidecek. Bildiği halde hala camiye hakaret edildi diyor. Kazlıçeşme mitinginde üç defa söyledi. Bildiği halde diyorum, çünkü bildiğinde hainliktir onun adı.

“YEŞİLLİK NE İŞE YARAYACAK” DİYE DÜŞÜNÜYOR MUHAFAZAKAR

“Ben diktatör değilim” diyor, diktatör deyince bozuluyor da…
Diktatör olması için illa katliam yapması gerekmiyor. Yönetme üslubu otoriter ve totaliter. Her şeye karışıyor bir defa. Aslında Gezi Parkı için Büyükşehir Belediyesi önünde eylem yapmak gerekmez miydi? Ama adam Kadir Topbaş’ı da devreden çıkardı. Böyle şey olur mu? Demokrasi anlayışı klasik ve geri. Yozgat’tan, Kayseri’den aldığı oylarla Gezi Parkı hakkında kadar vermeye kalkıyor. Gezi Parkı’nın ne olacağını Taksim’i kullananlara soracaksın. Proje yarışması yap. Belediyenin projesi de olsun, Taksim Dayanışma’nın da… Üç ay proje fuarı yap parkta, sandıklar koy, meseleyi çöz. Benim kafamda bir proje var mesela.

Nedir?
Taksim meydanının bir özgürlük meydanı olması lazım, kapitalist şirketlerin o meydanda yer olmaması lazım. Gezi Parkı park olarak kaldığı gibi AKM’nin de yıkılıp park olması lazım. Arka tarafta kalan büyükçe kilisenin de önünü aç, karşısına da bir cami koy. Kocaman bir özgürlük meydanı. İnsanlar orada konuşmalar yapacak, Hyde Park gibi. Kilise, camii, yeşillik… Bunlar para etmeyen şeyler… Evet, paranın geçmediği bir halk meydanı olacak. “Orada yeşillik neden duruyor ki” diye düşünüyor muhafazakar. Adamın kafasında ağaç diye bir şey yok ki, varsa yoksa bina.

KUR’AN’DA İÇKİ İÇMENİN CEZASI YOK AMA KUL HAKKI YEMENİN CEZASI VAR

AKP’nin yenilikçi ve devrimci olduğu algısını da yerle bir etti Gezi Parkı eylemleri. Bir anda dinazorlaştılar her kesimin gözünde…
Kendilerini eskimiş hissediyorlar artık, kendilerinden ilerici bir gençlik olduğunu görünce paniklediler. “Eyvah bizim zamanımız geçiyor herhalde” dediler. Şunu söyleyemiyorlar; Alevilerin cem evleri ibadethane olarak kabul edilebilir. Eğer dersen ki cem evi ibadethane değil, o zaman adama sorarlar, camii ibadethane mi ki? Eğer ibadetin ne olduğunu tartışırsak kaybedersin. Cami nedir? Sembolik ritüellerin yapıldığı mekan. Dinlerde buna gerek var mıdır, vardır. Cem evindeki de ritüel, o da ibadet değil. Asıl ibadet camiden çıkınca başlar. Doğruluktur, dürüstlüktür, paylaşmadır, iyiliktir… O zaman buraya girme. Eğer ibadetin ne olduğunu insanlara bırakacaksak, insanlar kendi mekanlarını seçer, devlet de bunları tanımak zorunda. Devletin başı olduğun zaman ikisine de eşit mesafede olmalısın. Devlet Alevi’ye ibadethane tanımı yapmamalı.

“Mini etekli ile başörtülü aynı saygıyı görmelidir”. Bunu söyleyecek adam da yok. “Mini etek haram, ona nasıl saygı göstereyim” diyor. Adam sarhoşsa ama etrafına rahatsızlık vermiyorsa ona “neden içiyorsun” diyemezsin. İçki içmenin cezası yok Kur’an-ı Kerim’de. Evet, “içmeyin” denmiştir ama ne ceza verileceği söylenmiyor. Sana ne oluyor da ceza vermeye kalkıyorsun! Namaz kılmamanın, hacca gitmemenin, başını örtmemenin cezası yoktur. İslam’da ceza sadece kul hakkı yani insan hakları ile ilgilidir. Birini öldürme, hırsızlık, iftira ve zina… Dört ceza vardır, gerisi gönüllüdür. Devletin din bekçiliği yapma görevi yoktur. Kürt meselesinde anadilde eğitimi kabullenemiyorlar. LGBT meselesini kabul edemezler. Her bakımında geriler, din konusunda da öyle.

Din konusunda geri derken?
Kur’an’da “dinde zorlama yoktur” der. Burada “din”, ayin anlamında kullanılmıyor. Yani namazdan, oruçtan bahsedilmiyor, genelde böyle anlaşılır. Bunlar beşinci dereceden önemli şeyler, asıl önemlisi yaşam biçimi ve dünya görüşüdür. Yani dinin önerdiği yaşam biçimi, onun ritüellerini yapmaya zorlayamazsın. Dine girerken, dini yaşarken ve dinden çıkarken zorlama yoktur diyor; Bakara sûresi 256. ayet. Bundan şunu anlıyorlar, dine girerken zorlama yoktur ama bir kez girdi mi, gereklerini yapmada devlet zorlayabilir. “Adam Müslümanım diyor ama namaz kılmıyor, örtünmüyor. Olmaz!” diyor. Dinden çıkarsa öldürülür, diyor. Eski İslam imparatorlukları döneminde böyle anlayışlar var, ama bunlar Kuran’da yok. Peygamberimiz Medine’ye gelmiş, 18 kabileyi buluşturmuş, “Sizin dininiz size, bizimki bize. İşlerimiz adalete ve ortak iyiliğe göre yürütülecektir” demiş, Medine Sözleşmesini imzalamış. Herkesi eşit kabul edip adalet ortak paydasında buluşturmuş, Gezi Parkı’nda olduğu gibi. Devlet şart değildir, ama varsa bunu sağlamak için olmalıdır.

EVRENSEL’E ÖZEL TWEETLER

Twitter’da yazdıklarıyla takip edilen İhsan Eliaçık, bazı meseleleri okurlar için yine kısa cümlelerle ifade etti.

* Park’taki sembollerden biri eksik olsa o mesaj verilemeyecekti. Sol örgüt flamalarından mescide, Abdullah Öcalan’dan Mustafa Kemal’e, LGBT’den futbol takımlarının renklerine… Nasıl olduysa hepsi eksiksiz bir araya geldi. Buradan bir toplum projesi çıkar mı? Bence çıkar.

* Hükümet boyuna anti propaganda yapıyor. Camiye saygısızlık yaptılar, başörtülüleri dövdüler, din düşmanları var diyor. Bunların boşa çıkarılması gerekiyordu. İki Cuma namazı bir de Miraç Kandili yaptık. Hiç birini ben hesaplamadım, gençler bize görev verdi, biz yerine getirdik.

* Gençler geldiler, gösterdiler, gittiler. Türkiye’yi ve hatta dünyayı böyle yapın dediler. 19 gün kavga etmeden yaşamak, devletsiz yaşamak, bir ütopyadır. Barikatlar sınır yerine geçiyor, üzerinden basıp geçiyorsun, ne polis var ne gümrük. Bütün dünyanın sınırları böyle olmalıdır.

* Adalet, muhafazakarlarla değil de, dürüst sosyalistler, vicdan sahibi ateistler, Kürtler, Aleviler, devrimci dindarlarla beraber daha güzel oluşacak. Kibirliler ve hırsızlar bir tarafa, mütevaziler ve namusu ile geçinenler diğer tarafa. Yeni ayrım bu.

* Müthiş bir denge vardı Park’ta. Çarşı küfrediyor, feministler engelliyor. Birileri “Mustafa Kemal’in askeriyiz” diyor, diğeri “Mustafa Keser’in askeriyiz”. Devlete, kurala gerek yok, toplum kendi dengesini buluyor. Yani devlet yoktu, huzur vardı Gezi’de.

* “Sarhoşlarla anlaşırız, kalleşlerle anlaşamayız” demiştim, Kandil gecesi. Dünyanın en dürüst insanı sarhoş insandır. Maske takmaz, içi dışı birdir. Tasavvufta şarap ve bade, riyakar olmamanın sembolü olarak kullanılır.

* Tayyip Erdoğan’ın kurtarıcı 3D’si; Dış mihrak, din düşmanları, darbeciler. Üçü de palavra…

* Yanında olduğumuz kimseler geçmişte bize zulmetmiş de olsalar, gelecekte zulm edecek de olsalar, bunları bile bile orada olmaktır vicdani duruş.

* Annem arıyor, “Bütün arkadaşların zengin oldu, makam sahibi oldu, senin mürüvvetini ne zaman göreceğiz?” diye soruyor. Bize anarşist bir virüs girmiş, nerden girdiyse… Başımızda Hazreti Ebubekir olsa ona muhalif olurdum herhalde.

* Yöneticiler asalak bir sınıf, İbn-i Haldun da öyle der. Bir doktor, Avrupa’nın bir ülkesine sığınsa orada da hekimlik yapabilir, bir kaymakam sığınsa ne iş yapar?

* Eski Türkiye’nin egemenlik anlayışının en tipik göstergesi “AKM’nin üzerindeki paçavralar” meselesidir. Eski görüntüye bak, yenisine bak. Eski görüntüde renk cümbüşü vardı. Sen geliyorsun, o renk cümbüşünü yok ediyor ve içlerinden bir tanesini; Mustafa Kemal’i ve Türk bayrağını bırakıyorsun. Ne şimdi bu?

Devrim Acaroğlu – Çağdaş Günerbüyük
22 Haziran 2013
Kaynak; evrensel.net