Radikal: Hiçbir biber gazı kölelikten daha yakıcı değil – İsmail Güzelsoy

Bu direniş derin bir uykudan uyanışın şafağıdır. Yeni bir uykuya yatmayacağız. Ağzımızda hep aynı kanlı yaranın tadı ve aynı şarkıların nakaratları olacak.

toma-gezi

Gezi Parkı olaylarının geçmişini tarih kitaplarının ilk sayfalarına kadar geri götürebileceğimize inanıyorum. İnsanlık tarihi boyunca toplumsal üretim formasyonu ne olursa olsun, değişmeyen tek şey var; yönetenlerin en büyük güç dinamosunun, yarattıkları korku ve cehalet oluşu. Bu iki durum, insanların özgürce hayatlarının tadını çıkarmalarının önündeki en büyük engeldir. İnsan yavrusu, ölümlülüğünü bildiği için onun gerçekte tek bir hazinesi vardır; yaşayacağı hayat. Çapulcular direnişi korkuya ve cehalete mahkûm edilen halkın diriliş hikâyesidir.

Neo-liberal ahlaksızlık, insanları iğdiş ederek oy makinesine ve müzmin birer tüketiciye dönüştürmüştür.

Bu ülkede bir arada duran her şey, her şeye düşman kılınmıştır. Düşmanlık korku, korku ise enerjinin içe akarak toksik etki üretmesine yol açmıştır. Kürtler, Türkler, Çingeneler, Lazlar, Çerkezler, eşcinseller, ateistler, kadınlar, Aleviler, Müslümanlar, çocuklar, hayvan hakları savunucuları, ekopolitik eylemciler birbirine rakip kılınmış, birbirinden kuşku duymaya, düşmanlığa zorlanmıştır. Bir kez bu toplumsal adacıklar kucaklaştı mı devletin iğdiş-etme makinesi bozulur. Gezi eylemleri, iktidar açısından büyük bir risk yarattı. Çünkü orası birkaç gün içinde bir demokrasi laboratuvarına dönüştü. İlk kez yüz yüze gelen farklı görüş, inanç, tercih, taraftarlık ve siyasal duruş sergileyen insanlar, diğerlerinin kuyruğu olmadığını anladı. Kuyruğu olan tek şey devlet ve medyaymış… Evet, bilerek “tek şey” dedim. Sayı saymayı biliyorum ve bunların tek şey olduğunda ısrarlıyım.

Basın yayın eğitimi gördüğüm yıllardan beri basına güvenmemeyi öğrendim. Hayatım boyunca ana akım medyaya kuşkuyla yaklaştım. Bugün insanlar birinci derecede tanık oldukları pek çok şeyin, bu çirkin medyanın çarklarında nasıl bir hokus pokus marifetiyle çarpıtıldığını görerek şaşırıyor ve isyan ediyor. Durup geriye bakmak gerek. Ta, Vietnam Savaşı’ndan beri aldığımız bütün haberleri tekrar sorgulamak zorunda kalabiliriz. Ya da ana akım medyanın verdiği her haberi twitter’da teyit etmeden inanmamak…

Müthiş bir güven zedelenmesi yaşandı. Bunu yararlı buluyorum. Koşulsuzca güvenilen devlet-medya kurumlarının boşalttığı yerleri çok daha insani değerler alacaktır zamanla.
Firmalar, kurumlar, bilgilenme kanalları, bireyler tek tek büyük bir sınavdan geçiyor şimdi. Ve daha önemlisi, bu çapulcular direnişi başladığı gibi sürerse iki büyük sonuç ortaya çıkacak:
1. Ülkemizdeki iktidarın sergilediği sefillik tüm dünyadaki neo-liberal yağmacılığın da çirkin maskesini düşürecek.
2. Dünya tarihinde yeni bir direniş modeli ortaya çıkacak.

Yüz sene sonra bu direnişin tarih kitaplarında yer alacağını düşünüyorum. Çapulcular, siyasal ve sosyolojik bir kavram olarak literatüre geçecek, çünkü bu yalnız siyasal bir hareket değil insani bir doğruluş çabasıdır. Sistematik iğdişleştirme mekanizmasına karşı kendi enerjisiyle kendisini dinamize etme, doğrulma, dirilme kavgası veriyor Türkiye halkları. Bunun sonucunda büyük felaketler de olabilir, daha da zehirlenebiliriz ama ben umutlu olmak istiyorum. Hiçbir biber gazı kölelikten daha yakıcı değil. Şu yazıyı yazarken her yanım cayır cayır yanıyor. Yetmiş küsur saattir gaz yiyorum ve büyük bir keyifle yarın sabah çıkıp yeni mahsullerin de tadına bakacağım. Çünkü biz bu ülkede iğdiş edilmemek üzere doğrulma kavgası veren son kuşak olacağız.

Bundan sonra hiçbir başbakan halkına küfredemeyecek, azarlayamayacak, aşağılayamayacak, tehdit edemeyecek ve bizim çocuklarımızı büyütme hakkını kendisinde göremeyecek. Bizim ne yiyeceğimize, ne içeceğimize, nasıl giyinmemiz gerektiğine karar veremeyecek. Bundan sonraki bütün iktidarlar bu günleri hep hatırlayacak. Daha da önemlisi halk bunu hiçbir zaman unutmayacak. Şu anda sokaklarda direnen onurlu çapulcuların çocukları da çocuklarına anlatacak direniş hikâyelerini. Hayır, romantik bir hareket olmayacak. Büyük ihtimalle trajik sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalacağız. Herkesi fişlediklerine, takibe aldıklarına eminim. Bu sürecin sonunda geniş çaplı bir cadı avı başlatacaklarını da düşünüyorum. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum: Bu artık oldu. Kimse bu filmi geri saramaz. Bu insanlar bir başbakanın ne yapmaması gerektiğini öğrendi. Kendi kendilerine, kendi incinmişlikleriyle öğrendiler. İnsanın başkalarından öğreneceği şeylerin bir son kullanma tarihi vardır; unutur. Ama insan kendi yarasını yaladığı zaman kan diline de bulaşır. Bizim ağzımızda hep aynı kanlı yaranın tadı ve aynı şarkıların nakaratları olacak.

Bu direniş derin bir uykudan uyanışın şafağıdır. Yeni bir uykuya yatmayacağız. Sokaklarda verdiğimiz mücadelelerde yanımızda olmayanlar artık boşuna yorulmasınlar, işitme sınırımızın çok dışına düştüler bile. Kulağımızın dibinde o kadar çok bomba patladı ki, kimseyi duyamayacak hale geldik.

Çözüm önerileri
Çözüm çok basit, bu halk “ağır ellerini toprağa dayayıp doğruldu” bile. Bir konuda hükümete katılıyorum; mesele üç-beş ağaç değil. Bir iktidar-olmayanların hak bildirgesi hazırlanmalı. İktidarın her şey olmadığını net bir şekilde ortaya koyan bir doküman meclisin girişinde anıt olarak asılsın. Dünyada pek çok diktatörün seçimle başa geldiği hatırlatılsın meclistekilere. Ve orada çalışanların bizim memurumuz olduğu; dokunulmaz olamayacakları, bütün bunlar olurken aramızda olmayan hiçbir milletvekilinin vekalet yetkisinin kalmayacağı, bu hareketin incinmiş ruhlarımızın çırpınışları olduğu hatırlatılsın efendilere. Bu sadece iktidara yönelik bir hareket değildir. Çapulcular direnişi, sistemin halkla girdiği gayrı ahlaki ilişkinin reddiyesidir; bu hatırlatılsın. İnsanları yüzyıllardır şeriat ile postal arasında sıkıştıranların da bugünkü dirilişle çok fena sıkışacakları hatırlatılsın.

Kimse bu hareketi temsil edemez. Derhal direnişin bileşen bütün unsurlarıyla efendiler arasındaki görüşmeleri yürütecek uluslararası, tarafsız ve güvenilir bir kurul devreye girsin. Bunun hukuki formunu bilmiyorum ama derhal bu zulüm durdurulsun ve bizlerin taleplerini tek tek yerine getirsinler. Bu ülkeyi yöneten ve muhalefetçilik oynayanlar ülkedeki herkesi tek tek tanımak zorunda kalacaklar. Bunun başka yolu yok, olmamalı. Tek başıma kalsam da her sabah maskemi takıp Taksim’e gideceğim.

Kimseyi itidalli olmaya filan da çağırmıyorum. Onun yerine Taksim Gezi Parkı’na gideceğiz. Yine gideceğiz, yine gideceğiz. Gerekirse oraya gömüleceğiz. Herkes haddini bilene kadar.

Efendi, isterseniz benim haricimde, bu ülkede yaşayan herkesin oyunu alın, yine de bana saygı göstereceksiniz.

Derhal bağımsız, tarafsız bir ombudsman devreye girsin. Gezi Parkı yeterli değil; bu halka edilmiş küfürler, hakaretler, azarlamalar için özür dilensin. Sonrasını konuşuruz.

Son olarak; yarın, derhal dokunulmazlıklar kaldırılsın, milletvekili maaşları asgari ücret düzeyine çekilsin ve bütün milletvekilleri Gezi Parkı’na gelsinler. Gelmeyenlerin milletvekilliği düşsün. Bunun hukuki formunun ne olduğunu bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Ama bir iyi niyet göstergesi olarak iyi bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum.

Not: Gerçekten merak ediyorum, ağzı süt kokan bu çocukların üzerine o zehir gibi gazı sıkarken, sıktırırken ve ona seyirci kalırken ne hissediyorsunuz? Bu nasıl bir gaddarlıktır, hiç mi insafınız yok sizin? İlk günden beri meydanlardayım, binlerce halini gördüm bu çocukların ve hepsi öyle temiz ki, kolundan tutup fişeklerin altından çekerken bile içim sızlıyor, siz nasıl böyle hoyrat olabiliyorsunuz. Günah, ayıp, yazık, insaf!

İsmail Güzelsoy
12 Haziran 2013
Kaynak; kitap.radikal.com.tr