Radikal: Gezi sonrası müziğe odaklanmak zor oldu

Be The Band yarışmasında birinci olarak adını duyuran ve henüz albümleri yokken bile belli bir takipçi kitlesi edinen rock grubu Sapan, ilk albümleri ‘Anlık İzler’i ‘indie’ tavırlarına uygun şekilde dijital ortamda yayımladı. Sapan’la buluşup onları tanımak istedik.

sapan

Sapan’ı bilenler zaten biliyor. Ortada daha albüm yokken bile Be The Band gibi müzik yarışmalarındaki dereceleriyle, Nublu, Hayal Kahvesi, Peyote gibi mekânlarda verdikleri konserlerle, EP’leriyle dikkatle takip edilen rock gruplarının arasına girmişlerdi. Şimdi ‘indie’ tavırlarının hakkını verircesine hiçbir plak şirketinin tahakkümüne girmeden Deezer, Spotify, iTunes gibi dijital mecralardan ilk albümleri ‘Anlık İzler’i dinleyicilerine sundular. Kısıtlayanlarının olmamasından dolayı kendi deyişleriyle ‘kafası rahat’ ekiple, Baykal Ada, Hikmet Akyıldız, Cihan Deniz ve Tahsin Güngör Aktürk’ten kurulu Sapan’la buluştuk, bundan sonra olacakları konuştuk.

Sapan, müzik yarışmalarıyla, performanslarıyla çoktandır ismini duyurmuştu. Albüm için niye bu kadar beklendi? Çalışmalar mı uzun sürdü?

Baykal Ada: Uzun sürdü diyemeyiz. Albüm için seçilen şarkıların oluşması belli bir vakit aldı ama bazı hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra albüm çıkarmak istedik. Sonuçta hiç bilinmiyorken albüm çıkarmanın hiçbir anlamı yok. O yüzden biraz bekledik açıkçası ve o bekleyiş sürecinde daha çok ürettik, konserler verdik, yarışmalara katıldık. Herhalde en doğru zaman bizim içindi. Türkiye’nin gündemine bakıldığında tabii ki pek doğru bir zaman gibi durmuyor. Ama grup için en doğru zaman buydu.
Hikmet Altınyıldız: Sonuçta biz başladığımızda da böyle bir plan yapmıştık. İlk başta EP’ler yayımlandı. Gayri ihtiyari oluşmuş bir konsept çıktı bu EP’lerde şarkılar birbirine uyunca. Önce Türkçe EP çıktı, sonra İngilizce. Biraz da hazır hissetmekle alakalı.
Cihan Deniz: İlk başta albüm için erken görünebilirdi. Konuştuğumuz süreçler de şarkı olarak olgunlaştı. Denemeler daha yerine oturdu.

Albüm kapağında kendi fotoğrafınız yok? Türkiye’de ilk albüm için alışılmadık bir tercih…

Hikmet A.: Bizim o hikâyeler çok garip. Biz de bilmiyoruz nasıl geliştiğini aslında. Ama iki EP’ye, şimdiki albümün kapaklarına bakıyorum ve üçünü de çok seviyorum. Niyeyse biz yokuz. Klipte de böyle bir durum var. Herhalde şarkılarda da doğrudan olmama durumu var. Daha zarif, tatlı olacağını düşündüğümüz için dolaylı anlatmayı tercih ediyoruz belki de. Ama bilmiyorum, şimdi zarif zarif deyip bir sonraki albümde kabak gibi fotoğrafımızla çıkma olasılığı da var. (Gülüyor)
Baykal A.: Olabildiğince minimal bir şey istiyorduk. Fotoğrafla da sade bir şey elde ederdik belki ama boşlukların bir şey ifade ettiği duru bir görsel tercih ettik açıkçası.

Albüm enstrümantal bir parçayla başlıyor. Bunun hikâyesi nedir?

H.A.: Albümün ilk şarkısı ‘Yağmur’u tam Reyhanlı ve Gezi olayları arasında yapmıştık. ‘Yağmur’a bir intro yapmak istedik. Burada sözü Tahsin’e bırakıyorum.
Tahsin Güngör Aktürk: Şarkı böyle bir olayı anlattığı için bir intro gerektiriyordu. O konuda hemfikirdik.
B.A.: Şarkı, çok doğrudan anlatmıyor bu olayı. Hatta sözlere bakanlar bir aşk şarkısı bile zannedebilir. O yüzden biraz o gergin hissiyatı ve patlamayı bir şekilde anlatsak, girişi böyle yapsak derken bunu da aktaran bir intro yapmak makul geldi.

Gezi olaylarının hemen öncesinde siz de kayıtlara başlama aşamasındaymışsınız. Kayıt sürecini nasıl değiştirdi bu durum?
H.A.:
Gezi zamanı içimizde birikenlerin atabildiğimiz kadarını ‘Occupy’ adlı canlı stüdyo kaydında attık. Ama bu albüm için şarkıların çoğu belliydi. Yazılmış şarkılar vardı, oturmakta olan şarkılar vardı bir de. Odaklanmamız, müziğe tekrar kendimizi geri vermek zor oldu. Şarkı yazımından sonra olduğu için şarkılara etkisi olmadı ama illaki hissiyat yansımıştır.
B.A.: O zaman sürekli Twitter’dan, başka yerlerden insanları takip ettiğin için müziği çok da fazla düşünemiyorsun. O dönem öyle geçti. Ama sonrasında toparladık bir şekilde. Zaten şarkılar da hazırdı. Demosunu yaptık.

Albümün tamamını dinleyince sakin bir his de var ama içte saklı bir öfke de söz konusu gibi…

H.A.: Pasif agresiflik genel itibarıiyle var. Anlayana sivrisinek saz misali… Öyle bir durum söz konusu…
C.D.: Bu albümün sade olması sebep değil bir sonuç bence. Belki bir sonraki albüm daha sert olacak, belki de daha da yumuşayacak.
T.G.A.: ‘Occupy’ daha sert mesela. O dönemle de alakalı bir şey. Senteze kavuşturmak gerekiyor. Belki her grup için böyle değil de tabii ama bizim için öyle. O beslendiğimiz şeyler kendi içinde bir senteze ulaşıyor ve beraber ifade ettiğimiz bir şeye dönüşüyor. ‘Occupy’ gibi daha sert şeyler de yapacağız. Burada da intro daha deneysel, örneğin.
B.A.: İkinci albümde sound değişikliğini düşünmeye bile başladık. Çok gitar sound’una bağlı şu anda yaptığımız şey. Ama gitar sound’unu da daha farklı kullanmaya çalışıyoruz. Türkiye’de klasikleşmiş rock sound’u var. Onu biraz kırmak hoş olabilir. Eleştiri olarak söylemiyorum tabii ama sadece o olmasın, gitar sound’uyla başka şeyler de yapılabilir diyorum.

Klasikleşmiş rock sound’undan bahsetmişken rock piyasası sanki arabesk bir hissin hâkimiyetinde. Sizinkinin aksine… Siz hiç sektörden böyle bir baskı hissettiniz mi?

H.A.: Sadece plak şirketlerine gittiğimizde bu baskıyı hissettik. Bu da büyük plak firmalarının bazılarının müzikal sahneye nasıl uzak olduklarını gösterdi bize.
B.A.: Çeşitliliğe gitmektense garanti formüle sırtını dayayan bir eğilim hissettik. Ama bu bizde bir baskıya yol açmadı. O yüzden şu anda kafamız rahat, kimseye hesap vermek durumunda değiliz.

Albümde üç de Fransızca şarkı var. İngilizce alışıldık bir durum ama Fransızca nasıl girdi işin içine?
B.A.:
Önceden de İngilizce, Fransızca şarkı yazıyorduk zaten. Bunun sebebi benim yarı Fransız yarı Türk olmam. Annem Fransız, yani anadilim Fransızca. ‘Perdu’yü de birkaç sene önce yazmıştım. Bu Fransızca meselesini hep söylediğimiz için albümdeki sayısını daha da arttıralım dedik. Bir şarkı daha yaptık.
Albümün adı ‘Anlık İzler’ içerikle nasıl alakalı?
B.A.: Bütün şarkılar birbirinden farklı dönemlerde yazıldı. Hikmet’in de Cihan’ın da sözlerine katkıda bulunduğu şarkılar, belirli ruh hallerini yansıtıyor. Bu gündemle alakalı olabilir, kendi ruh halimizle de ilgili olabilir. Dört beş yıllık süreyi kapsıyor. Zaten 20 – 30 yaş arası insanın kendini var etmeye başladığını hissettiği bir dönem. Küçüklükten kalan alışkanlıkları terk ediyor, büyüyor. Büyürken de o küçük anlık izleri koparıyor kendisinden. Bir noktada o izler de kalıyor. Yeni deneyimlerde de algıyı etkiliyor. Şarkıların da anlattığı biraz bu varoluşsal durumlar zaten.
H.A.: Biz şarkılarda gündelik olanı değil de bir kavram, an üzerinden gidiyoruz. Onla da paralel bir albüm başlığıydı. Zaten ‘Rüya’ şarkısının da bir dizesi o… Biz de başlığa taşıdık.

Erman Ata Uncu

29 Nisan 2014

Haberin kaynağı için tıklayın; radikal.com.tr