Sendika: Post-Gezi travması mı geliyor? – Burcu Şentürk

1 Mayıs’larda, geçmiş toplumsal gösterilerde polisin eylemcilere saldırısının gerek esnaf gerek işinde-gücündekiler tarafından alkışlanmasına, desteklenmesine alışıktık biz. Polis de buna alışıktı. Hatta birkaç sene evvel Ankara Yüksel Caddesi’ndeki dergi satan sosyalist gençlere ağzından tükürükler saçarak saldıran, bir yandan da havaya silah atan sivil grubun peşi sıra yürüyen polislerin çevre esnaftan nasıl destek gördüğüne kanım donarak tanık olmuşluğum bile var. Yaratıcı sloganlarıyla, barışçıl eylemleriyle en önemlisi haklılıklarına olan derin inançlarıyla göstericiler direnişlere katılan, katılmayan, destekleyen, desteklemeyen hepimizi, ezberlerimizi, alışkanlıklarımızı, düşünme kalıplarımızı değişime zorladı. Sadece biz sivillerin değil, polisin de alışkanlıklarını değiştiriyor/değiştirecek bu direniş.

Neredeyse 20 gündür süren bu her haliyle meşru hareket daha uzun yıllara yayılacak pek çok kazanım getirdi. En basitinden bunca yıldır “hep uzağımızdaki” Kürtlere, sosyalistlere, muhaliflere uygulanan devlet şiddetini geniş halk kitleleri sokağındaki çocukların-gençlerin yaralanmasıyla, gözlerini kaybeden insanlarla, dayak yiyen başörtülü kadınlarla, sokağında, iş yerinin önünde tanık oldu. Bu tanıklıkla bir zamanlar sadece “vatan hainlerine” uygulanan saldırının da, her muhalif sese yapıştırılan “marjinal” damgasının da gün geldiğinde herkesi ama herkesi kapsayabileceğini gördü insanlar, belki bir daha unutmamacasına.  Bir zamanlar yürüyüşlere müdahalelerinde alkışlarla karşılanan polis bugün pencerelerden, dükkanına girdiği esnaf tarafından yuhlanıyor, sokağını terörize ettiği vatandaşın “gidin, siz sokağımızda istemiyoruz” çığlıklarıyla karşılaşıyor. Nasıl ki tarihteki her toplumsal olayın yankıları günümüze kadar ulaşıyor, direnişin halkın polis algısında yarattığı değişim de Gezi Parkı direnişleriyle sınırlı kalmayacak.

İktidarın da dilinden düşürmediği gibi “Polisler günlerdir uyumuyor” gibi basit bir hümanizme düşecek değilim neyse ki. Kaldı ki polisin orantısız şiddet uyguladığı ilk olay da bu değil. Kimi kesimler devletin Kürtlere uyguladığı şiddete sessiz kalan İstanbulluların, Ankaralıların ilk defa böyle bir şiddetle karşılaştığını öne sürse de sosyalistler, işçiler, feministler, LGBT örgütleri 1 Mayıslardan, 8 Martlardan, TEKEL direnişlerinden ve her türlü protesto eylemlerinden alışkındılar gaz yemeye, coplanmaya.  Ancak şöyle bir farklılığı da ortaya koymak gerekiyor ki polis ilk defa “devlet düşmanlığı” ile bir türlü özdeşleştiremediği, Egemen Bağış’ın tüm çığırtkanlığına rağmen halkın gözünde bir türlü “terörist” olarak adlandırılamayan ve hatta belki de hiçbir kategoriye sığamayacak denli geniş, heterojen bir kalabalığa karşı günlerdir akıl almaz ölçülerde bir şiddet uyguluyor. Kürtlere de, Türk Bayrağı taşıyana da, elinde içkisiyle dolaşana da, Gezi Parkı’nda namaza duranlara da saldırması isteniyor ondan. Karşısındakinin silahsız, şiddetsiz olduğunu, komşusundan, çocuğundan farklı olmadığını belki en yakından onlar görüyor. Revirlere gaz bombası atan, plastik mermiyi illa ki denk getirmeye çalışan polislerin gördükleri şimdilik belki sadece bir grup “çapulcu-terörist”. Ancak bir zamanlar “terörist kellesi getirmeye gidiyorum” diyerek askerlik yapan gencecik insanların insanlık dışı bir şiddet ortamında geçirdikleri askerlikleri sonrasında derin travmalar geçirdiklerini biliyoruz. Şimdiki iktidarın polis şiddetini örtbas ettiğini pek ala görüyoruz, Güneydoğu’da askerliğini yapan gençlerin öykülerini cesurca yazan Nadire Mater’in “Mehmet’in Kitabı” isimli çalışmasının zamanın iktidarı tarafından toplatıldığını da biliyoruz. Gezi Parkı eylemlerinde görev alan bir çevik kuvvet polisinin ismini gizleyerek basına yaptığı konuşmasında eylemcilerin %95’inin masum olduğunu sonradan anladıklarını itiraf etmesi ve verilen emirleri uygulamadıkları takdirde başlarına gelecekleri anlatırken şu sözleri ifade etmesi, en azından niteliksel olarak Güneydoğu’da silahlı çatışmaya girmiş pek çok askerin yaşadığı türden bir sorunun polisler için de kısmen geçerli olabileceğini gösteriyor:

“Sizi intihar bile ettirirler. ‘Ben yapmayacağım’ demeyi çoğu kişi göze alamıyor. Kendi kendimize isyan ediyoruz. Zaten söyleseniz de bir şey değişmiyor.”

Sosyal medyada sıklıkla paylaşılan bir videoda bir polis memurunun çekim yapan bir kişiye “Çekmeyin polisi… Polis günah keçisi mi? Polis osursun mu? Gaz atmayıp ne yapacağım?”  derken içine girdiği hallerden bile bunu okumak sanırım mümkün. Belki çocuğunun öğretmenini, belki kendisini tedavi etmiş bir doktoru gaz bombasıyla, plastik mermiyle dağıtması istenen polisin şimdilik en azından kendisine kesilen bu ağır ama haklı faturanın altında ezildiğini anlatıyor “Polis osursun mu?” sözü.

Geçmişteki olayları hesaba kattığımızda Gezi Parkı eylemlerinde orantısız şiddet kullanan ve hatta ölümlere yol açan, eylemciler gözlerin bile oyan bütün polislerin bir şekilde iktidar tarafından aklanacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Failler tek tek hesap vermeyecek olsa bile, artık sadece Kürtlerin, sosyalistlerin, feministlerin, eşcinsellerin gözünde değil, polis geniş halk kitlelerinin gözünde de masum halkına şiddet uygulayan bir saldırgan artık. Tahmin ediyorum ki ileriki zamanlarda polis toplumsal eylemlere müdahale ettiği zaman çevrenin, esnafın desteğine güvenemeyecek. Uzun yıllardır zaten “vatan hainliğinden” “teröristliğe” kadar pek çok damga yiyen kesimlere saldırısı artık o kadar meşru görülemeyecek. Belki bir tanesi yaralı protestocuları iyileştirirken saldırdığı bir doktora muayene olacak, belki bir zaman yaka paça gözaltına aldığı avukatlardan kendi hakkını korumasını isteyecek. Belki bir gün Gezi Parkı eylemlerindeki polisler de tıpkı Güneydoğu’ya “önce vatan” diyerek gidip derin bunalımlarla dönen askerler gibi yaşadıklarını, post-Gezi travmalarını anlatacak. Her ne olursa olsun, algımızda, alışkanlıklarımızda, düşünme-eyleme biçimlerimizde taşlar yerinde oynadı, artık ne bizler ne iktidar ne de polisler için hiçbir şey alıştığımız gibi olmayacak!

Burcu Şentürk
18 Haziran 2013
Kaynak; sendika.org