Ölçüsüz kuvvete karşı hak aramak mümkün – Banu Güven

Gezi Parkı’nda Taksim projesine karşı başlayıp bir demokrasi talebine dönüşen hareket, hemen her gün gaz bombalarının hedefi oldu. Hükümet ne kadar ”marjinal” ayrımcılığı yaparsa yapsın, eylemcilerin hepsi polisin ölçüsüz güç kullanımına maruz kaldı. Gazdan etkilenenler, kalıcı yaralar alanlar, hayatını kaybedenler, komada olanlar… Hepsi hak ihlali yaşadı. Bu ihlaller ve hukuki sonuçlarına dair bir derleme hazırladım.

gezi-gaz

Fotoğraf: Nar Photos

Başbakan parti grup toplantısındaki konuşmasında kendisine ‘‘methiye’’ düzen gençleri ‘‘onlar benim gençlerim olamaz’’ diye bir kenara ayırıp, ‘‘Samimi duygularla eyleme katılan gençlerin gözlerinden öperim’’ dedi. Bu konuşmanın akşamında da polis, kullandığı gazla genç, yaşlı, kibar, küfürbaz demeden (ve herhangi bir samimiyet testi de yapmadan) herkesin gözlerinden öyle bir öptü kü, gözyaşları sel oldu aktı. Trajik olan bu durumla ilgili şaka bir yana, Gezi direnişi 11 Haziran’ı en zor günlerinden ve gecelerinden biri olarak hatırlayacak. 11 Haziran hükümetin insan hakları ihlalleri siciline işlenecek bir gün olacak. Ama bu konuda kadere boyun eğmek yerine, yapılabilecekler var. Önce kısa bir durum tespiti yapalım, sonra insan hakları kuruluşlarının önerilerine bakalım.

11 Haziran 2013, Taksim – ‘‘Gördüğüne yapıştır abicim!’’

- O gün boyunca şöyle durumlara tanıklık ettik. Talimhane… Saat 16.00 civarı. Bir grup kaçıyor, polis gaz bombalarıyla kovalıyor. Sonra sokakta bir karşılaşma öncesi polis arada bir plastik mermi de kullanarak müdahale ediyor. Karşıdan taşlar daha sonra gelmeye başlıyor. Polis normalde kendi tatbikatlarında kullandığı kalkanları burada kullanmıyor. Oysa bu kalkanlar onları taşlardan korumaya yetiyor. Tatbikatlarda çok gördük. Polisler önlerine ve üstlerine bu kalkanları alarak bir zırh oluşturup ilerleyebiliyorlar.

- Milliyet TV’deki bir video polisin bu tür bür savunma derdinde olmadığını anlatıyor. Bir telsiz konuşması. Polis konuştuğu meslektaşına ‘‘Gördüğüne yapıştır abicim. Gördüğüne yapıştır. Allah yardımcın olur, ne diyelim ya…’’ diyor. (Allah bu durumda kime yardımcı olmalı, tartışılır.)
http://www.milliyet.tv/video-izle/Polis-telsizinde–Gordugune-yapistir–emri-jyYL4rLe4Kg2.html

- Radikal muhabiri Serkan Ocak’ın 11 Haziran akşamı 20.15 saldırısında çektiği görüntüler. Burada da çevik kuvvetin, taş atıldığı gerekçesiyle (ya da bahanesiyle) kalabalığı nasıl gaza boğduğunu, insanların nasıl çaresizce kaçışmaya çalıştığını görüyorsunuz. Meydandaki insanlar gazdan kaçmaya çalışırlarken, birbirlerini ezmemek için de gayret gösteriyorlar. Otobüsün üzerinden meydanı izleyen genç kadının çaresiz hali ve bağırışı insanın içini acıtıyor.
http://webtv.radikal.com.tr/Turkiye/3850/bariscil-kalabaliga-orantisiz-gaz.aspx

- Gazeteci Serdar Akinan’ın aynı sırada meydanın başka bir noktasından çektiği şu video da, polisin uygulamasının nasıl ölçüsüz olduğunun kanıtı.
https://www.youtube.com/watch?v=FxfthoBlUVs&feature=player_embedded#!

- Ben ise o esnada meydandan yeni dönmüşüm, Müştereklerimiz’le konuşmak üzere parkta yürüyorum. Parkın tam orta yerine, çadırların arasına da gaz bombaları düşmeye başlıyor. İnsanlar sakin sakin oturmuş sohbet edip dinlenirken, resmen avlanıyor. Herkes bir taraftan gözlük ve maske takmaya çalışıyor, bir taraftan da kendini havadan yağan gaz bombalarından korumaya. İzdiham içinde göz gözü görmezken, herkes birbirine yardımcı oluyor yine. Öyle bir dayanışma var ki…

Ortalık daha toz duman gaz içindeyken yine aynı şey yaşanıyor. Parkta kurulan revirin yolu açık tutulsun diye herkes seferber oluyor, insanlar iki tarafta elele tutuşup bir koridor oluşturuyorlar ve yaralılar taşınmaya başlanıyor. Vücudundan, başından yaralanan da var, gazdan nefes alamayan ve kendinden geçen de.

- O sırada meydanın diğer bir ucundaki kafede de şunlar yaşanıyor: Çoğunluğu kadın olan bir grup, The Marmara Oteli’nin altındaki bu kafeye sığınıyor. Kapılar kapatılıyor. Bir süre burada mahsur kalıyorlar. Neden sonra içeriye polis giriyor. İsmini burada vermeyeceğim iki kadın anlatıyor. ‘‘Bizi dışarıya çıkarırken bazılarımızın yüzünde gazdan korunmak için maske vardı. Bir polis ‘Çıkarın maskelerinizi orospular!’ diye bağırdı. Bu polise bakınca da, ‘Ne bakıyorsun lan yüzüme? Kafanızı kaldırmadan, arkanıza bakmadan burayı terkediyorsunuz’ diye azarlandık’’.

Bunları da unutmayalım

Bunlar sadece 11 Haziran günü Taksim’deki tanıklıklar. Plastik mermilerle ya da gaz bombası kapsülleriyle gözünü kaybedenler de var, komada hayatta kalma mücadelesi veren de. Mesela…

http://www.radikal.com.tr/turkiye/lobna_12_gundur_gozlerini_acamadi-1137220

SDP binasının bulunduğu sokaktan çıkar çıkmaz gözüne plastik mermi isabet eden Selim Polat…
http://www.radikal.com.tr/turkiye gozunu_kaybeden_polat_on_metreden_plastik_mermi_siktilar-1137036

Gaz bombasının fişeği yüzüne isabet edince gözünü kaybeden Burak Ünveren…
http://www.radikal.com.tr/turkiye/hoca_ile_ogrenci_gozlerini_kaybetti-1136149

Ankara’da vurulma anı görüntülenen Ethem Sarısülük…
https://www.youtube.com/watch?v=UCCmkWltxjQ

Örneklerin hepsine bu yazıda yer veremiyorum. Çok olduğunu biliyorsunuz. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın açıklamasından iki paragraf durumu özetliyor:

‘’…bu saldırılar sırasında binlerce insan “kimyasal ajanlardan üretilmiş silah” olan gazların aşırı yoğun biçimde kullanılması, gaz bombasının hedef gözeterek ateşli silahmış gibi kullanılması sonucu kanister çarpması, basınçlı su kullanımı sonucunda sürüklenme, havalanıp çarpma nedenli künt travmalara maruz kalınması, plastik mermi kullanılması ve linç düzeyinde kaba dayak nedeniyle başta kafa travması olmak çeşitli yerlerinden yaralanmıştır.

İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Türk Tabipleri Birliği ve ilgili Barolara göre ise ülke çapında gözaltına alınan, yanı sıra işkence ve kötü muameleye maruz kalan kişi sayısı 1000’i geçmiştir. Yaralılara acil sağlık hizmeti sunmak üzere Türk Tabipleri Birliği, Tabip Odaları koordinasyonunda kurulan seyyar revirlere kimyasal gazlarla ve fiziksel saldırılarla sağlık hizmetlerinin zor koşullar altında ve zaman zaman kesintiye uğratılması da insan hakları ihlallerinin bir başka boyutu olmuştur’’.

Hukuka aykırı davranıyorlar

Bu tablonun hukuki bir değerlendirmesi için şu sorulara cevap vermek gerekiyor.

  1. Gaz bombasının toplumsal olaylarda kullanılmasının koşulları nelerdir?
  2. Plastik mermi kullanılmasının koşulları nelerdir?
  3. Taksim’de, Beşiktaş’ta, Ankara’da ve gösterilerin ya da eylemlerin yapıldığı birçok merkezde gaz ve plastik mermi (ve Ankara’da Ethem Sarısülük’in vurulmasında mermi kullanıldığı iddia ediliyor) kullanılırken bu koşullar oluşmuş mudur?

Bu soruların cevabını ararken önce Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 16. maddesine bakmak gerekiyor. Kanun polisin herhangi bir silah kullanma koşulunu ‘‘nefsini müdafaa etmek, başkasının canına yönelik engellenmesi mümkün olmayan saldırı gibi’’ hallere bağlıyor ve ‘‘başka çare bulunmamışsa’’ koşulunu da ekliyor. ‘‘Polisin vazifesini yapmasına karşı konulmuş ya da saldırıyla karşılık verilmişse’’ gibi bir madde de var burada, ama polisin Gezi Direnişi’nde durduk yerde saldırıya uğradığını söylemek mümkün değil. Polis burada daha ziyade saldıran konumunda. 11 Haziran günü polise ve su sıkan TOMA’lara taş atıldığı, bir iki molotoflu saldırı yapıldığı doğru, ama bunlar da polisin uyguladığı şiddeti haklı çıkarmıyor.

Neden böyle olduğunu Ankara Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak anlatıyor:

Ana ilke: Ölçülülük
‘‘İnsan Hakları Hukuku’nda ölçülülük ilkesi var. Dikkat edin, bu orantılılıkla aynı şey değil. Ölçülülük, orantılı olmayı da içeren bir üst ilke ve kavram. Üç unsuru var: Elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık.

Elverişlilik:
‘‘Elverişlilik ilkesi, polisin kullandığı araçla ulaşmak istediği amaç arasına bir illiyet bağının olmasını öngörür. Diyelim ki, bir kişinin vergi borcu ile ilgili bir işlem yapılacak. Elverişli olan bu kişi ya da kurumun ifade özgürlüğünü elinden almak değildir, mali bir yaptırım uygulamaktır.’’

Zorunluluk:
‘‘Polis kolluk faaliyeti yapar. Kolluk faaliyeti temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran bir faaliyet olduğu için, zorunluluk ilkesi gözetilerek icra edilmesi gerekir. Yani bir grubun kamu düzenini bozduğu iddia ediliyorsa, kamu düzenini tesis etmek için önce konuşulmalı, gaz ve su sıkmak yerine başka yollar denenmeli. Kamu düzenini yeniden tesis etmek için kullanılması zorunlu olmayan hiçbir bedensel ve fiziksel güç kullanılmamalı. ’’

Orantılılık:
‘‘Müdahalenin hedef alınan eylemle orantılı olması gerekir. Biri ortalığı silahla tarıyorsa, polis de bu duruma benzer şekilde müdahale edebilir. Ama sadece trafik kurallarını bozan birileri varsa, onların kafasına gaz sıkamaz, plastik mermi kullanamaz.’’

Polis son günlerdeki bütün müdahalelerini ‘‘Üzerimize taş atıldı’’ diyerek gerekçelendirmeye çalışıyor. Altıparmak bu gerekçenin uygulamayı neden haklı çıkarmadığını şöyle açıklıyor:

‘‘Eğer taş atılıyorsa ve bu polise zarar verecek hal almışsa, ancak taş atanları bertaraf edecek düzeyde bir güç kullanabilirsin. Gördüğümüz örneklerde toplu cezalandırma var.’’

Savaş değil, insan hakları hukuku olmalı!

Altıparmak, silahlı çatışma hukuku ile insan hakları hukuku arasındaki farka da dikkat çekiyor. Bu fark iki açıdan önemli. Birincisi, kolluk tedbirinin hedefi olan kişiler açısından. İkincisi ise kolluk tedbirinin hedefi olmayan diğer kişiler açısından.

‘‘Önce kolluk tedbirinin konusu olan kişileri, kamu makamlarının ifadesiyle ‘marjinalleri’ veya taş atanları ele alalım. Silahlı çatışma hukukunda orantılılık, askeri hedefle zarar görmesi olası sivil hedef arasında bir orantı kurulması anlamına gelir. İnsan hakları hukukunda ise orantılılık, ulaşılmak istenen meşru hedefle kullanılacak güç arasındaki orantıyı ifade eder. Bu şu anlama gelir; insan hakları hukukunda en ağır suçu işleme ihtimali olan kişiyi bile mümkünse zarar vermeden yakalamanız gerekir, bu nasıl olsa suçlu dilediğimizi yapalım denemez. Örneğin polis kalkanla, TOMA aracıyla taştan korunabiliyor ve saldıranları cop, gaz, plastik mermi olmadan yakalayabiliyorsa, ‘Nasıl olsa bunlar suçlu, dilediğimiz şiddeti kullanarak yakalayalım’ diyemez.
İkinci olarak, insan hakları hukuku silahlı çatışmadan farklı olarak, ‘Eğer hedef meşru ve önemliyse çevredekiler de orantılı olmak koşuluyla zarar görebilir’ düşüncesini kabul edemez. Bu şu anlama gelir; polis operasyonunu, hukuka aykırı olduğu iddia edilen eylemlerle ilgisi olmayan kişilere zarar vermeyecek şekilde yapmalıdır. Barışçıl gösteri yapan 5 bin kişi arasında 5 kişi taş atıyor diye, orada bulunan tüm göstericilerin polis şiddetine maruz bırakılmaları insan hakları hukukuna aykırıdır.

Altıparmak ‘‘Kamu düzenini bozana, kamu düzenini sağlayacak en hafif müdahalenin yapılması gerekir. Gerisi mahkemeleri ilgilendirir’’ diyor.

Altıparmak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görülen iki davanın bu açıdan kritik olduğunu hatırlatıyor. Birisi, IRA militanlarının ölümüyle sonuçlanan bir operasyona ilişkin McCann/Birleşik Krallık kararı, diğeri ise Türkiye aleyhine sonuçlanan Ergi/TR davası. Ergi davasında, askerle gerilla çatışırken bir mermi balkonda duran bir kadına geliyor ve bu kadın ölüyor. AİHM burada merminin kimin silahından çıktığının tespit edilememesi halinde dahi devletin sorumluluğunun sona ermeyeceğini tespit ediyor. Gerekçe olarak da, ‘‘Operasyon sivillerin zarar görme ihtimali hesap edilerek organize edilmelidir’’ diyor.

‘‘Marjinallere’’ ayrımcılık

Valinin ve hükümet yetkililerinin ağızlarından düşürmedikleri ‘‘marjinal gruplar’’ meselesine gelince… ‘‘Hukukta bir ‘‘marjinal’’ ve normal ayrımı yok. Birilerine marjinal oldukları gerekçesiyle kötü muamele edemezsin. Ayrımcılık yapamazsın, hak ihlalinde bulunamazsın. İnsan hakları hukuku buna izin vermez’’.

Vali ise, Ankara’dan aldığı direktifle olacak, sürekli bazı ‘‘marjinal’’ gruplardan söz ediyor ve ‘‘samimi çevrecilerin’’ parkı terketmelerini istiyor. ‘‘Can güvenliğiniz kalmadı’’ diyor. Yani vali, yukarıda sayılan bütün normları hiçe sayarak, hak ihlalinde bulunacağını ilan ediyor. Marjinal tabir edilen her kim ise, artık can güvenliği yoktur. Parkta kalırsan, sen de ‘‘marjinal’’ muamelesi görürsün.

Altıparmak, ‘‘Vali ‘Ben söylemiştim, sonuçlarına katlanırsın’ diyemez. ‘Marjinal’ olsun olmasın, kim olursa olsun, aynı ölçülülük ilkeleri onlar için de geçerlidir’’ diyor.

AİHM başvuruları yolda

Yukarıdaki bütün örnekler ve tanıklıkların sonucunda şunu söylemek mümkün. Polisin müdahalesi nedeniyle yaralanan ya da tıbbi yardım gerektirecek hale gelen herkes şikayetçi olabilir. İç hukukta zaten yeri olmayan gaz kullanımı konusunda insan hakları kuruluşları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne işaret ediyor, çünkü ortada etkili bir şekilde soruşturulması bir yana, polis tarafından sistematik olarak yapılan, idari bir pratik haline gelmiş bir saldırı var.

Polisin ölçüsüz şiddetine maruz kalan bir kişinin bu yola başvurmak için İnsan Hakları Derneği (İHD) ya da Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) başvurarak rapor talep etmesi öneriliyor. TİHV’ye 13 Haziran itibariyle 28’i İstanbul’dan olmak üzere Ankara, Adana ve İzmir’den toplam 69 kişi başvurmuş. Vakıf yetkilileri bu sayının artacağını düşünüyor. ‘‘Şu an iyileşen kendini yine parka atıyor. Bu yüzden başvurularda gecikme olduğunu düşünüyoruz’’ diyorlar. Yine vakıftan aldığım bilgiye göre, rapor alıp şikayette bulunmak isteyenlerin çoğu gaz bombası fişeğinin çarpmasıyla yaralanmış. Ancak vakıf yetkilleri, şikayette bulunmak için sadece gazın etkisine maruz kalmanın yeterli olacağını söylüyor.

Hükümetin gaz kullanımı konusunda 2004 NATO zirvesi protestolarındaki uygulama nedeniyle AİHM’de aldığı bir mahkumiyet de var. Mahkeme, 10 Nisan 2012 tarihli, 9829/07 sayılı Ali Güneş -Türkiye kararında, “Polis memurları, barışçıl bir gösteride başvurana (gözaltına alındıktan sonra doğrudan) gaz sıkarak 3. maddeye göre insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muamelede bulunmuştur” demiş ve hükümeti 10 bin Euro tazminat ödemeye mahkum etmişti. O zamanlar polisin elinde sprey vardı, bugün gaz bombası fişekleri var, ama hepsi göz yaşartıcı madde sınıfına girdiği için şeklin ya da terkibin değişmesi sonucu değiştirmiyor.

Sonuç olarak, hükümet ve kolluk güçleri, daha önce de işledikleri suçu günlerdir işlemeye devam ediyor. Başbakan son olarak Avrupa Parlamentosu’nun kararını tanımayacağını açıkladı. Aynı cümleyi AİHM’den çıkması olası kararlar için de söyleyebilir mi, göreceğiz. Söylerse, fena.

Banu Güven
13 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; banuguven.com