Jiyan: Ferit’ten Gezi’ye ‘İyiyi Yaşatabilmek’

Ölümü güzellemek, ölümü yüceltmek, sevdiklerini, birlikte yola çıkılanları birer birer toprağa verdikten sonra belki de sarılabileceğin tek dayanabilme biçimi. Belki, acının da örgütlüsü daha kolay çekiliyor. Bunlara diyecek yok. Onca mücadele verilen bir tarihten gelenlerin, yoldaşlarına sahip çıkışlarına ancak saygı duyabilirim.

Bir yandan kafamdan bunu da çıkartamıyorum; Hasan Ferit Gedik, ölümlüdür. Öldü de. Geri de gelmeyecek. Sorularımı, onun yolunda, yan yana yürüyen ve ona sahip çıkanlara değil, sahip çıkmak isteyip de bunu yapmayanlara soruyorum daha çok. Biz Ferit’i, Ferit gibi, inandığı şey her neyse onu anlatırken, onun için mücadeleye çağırırken gözleri ışıl ışıl olan insanları yaşatabilmek için ne yapıyoruz? Ne yapacağız?

Çok basit birkaç cevabı var aslında. 4+4+4 gibi, memleketi çocuk işçi cennetine çevirecek bir sistemi protesto etmeye giden kesklileri yalnız bırakırsak, Eminelerin ölmesini engellemek için hiçbir şey yapmamış olacağız. Hepimizin gözleri önünde öldürülmüş Ethem’in ilk duruşmasına Ankara’da 200 kişi gidiyorsak, Ethem’leri yaşatmak için hiçbir şey yapmamış olacağız. Forumlarda ‘Bize desteğe gelin’ diyen Ferit’in yanında olmazsak, sesini duyurmasına omuz vermezsek, o yürüşte vurulmasını engelleyemeyeceğiz. Ali İsmail’in ölüsü üzerinden yalan söyleyen bir adamı hala Vali koltuğunda görüyorsak, Ali ismail’i yaşatamayacağız. Reyhanlı’da, Gezi’de iktidar korkusundan ekran karartan medyayı yaptığından utandırmazsak, bir sonraki can gidişinde, halkı aptal yerine koymalarını engelleyemeyeceğiz. Hrant Dink’i ‘uyarmak’ için ayağına çağıran Valilerden hesap soramadıkça, İsmaillere sahip çıkamıyor olacağız. Soru burada biraz biçim değiştiriyor. ” Nasıl?”

Tüm memlekette, hemen her gün cinnete kestiren onlarca rezalet sürüyorken, hangi mücadelenin neresinden tutacağında karar verememiş bir kitleden ibaret değil olan biten aslında. Bunu düşünürken, geziye katılımdan ve sonrasından konuşabilir olmak gerekiyor. Ferit’in cenazesi üç gün yerde bekletilirken, ‘Biz niye gitmiyoruz?’ diye kendine ve kendi çevresine soran çok sayıda ‘gezici’ dolu sanal alem. Bu tabirle kastettiğim insanlar, ilk sokağa çıkışları gezi olan, aslında o güne kadar devlete, sisteme doğrudan bir inancı olmamasına rağmen, bu ilgisizliği hiçbir zaman bir çatışmaya dönmemiş, artık her şeyin alenileştiği ve arsızlaştığı bir noktada canına tak etmiş olan, örgütsüz, bağsız, sadece öfkesiyle sokağa çıkan ve bu sokağa çıkışta korkmamayı birlikte öğrenen, yanındakine düştüğünde el veren, öğrenirken de bir diğerine muhteşem biçimde öğreten insanlar. Bu insanlar Gülsuyu, Gazi, onların mahallesi değil diye mi evdelerdi? Bu insanlar polisten, çeteden, devletten korktuğu için mi evdelerdi? Sanmıyorum. Konuştuğumda, anlamaya çalıştığımda anladığım şey bu değil.

12 eylül’le memlekete dair fikir ve eylem üretebilme, onun bir parçası olarak üzerine söz söyleyebilme, ‘politik’ olabilme hak ve kabiliyetinin bizden ustalıkla alınışının ve flamalılarla flamasızlar arasına çekilen kapkalın çizgilerin sonucunda, tarihsiz, bilinçsiz bir bıçağın kemiğe dayanma patlamasıydı, gezi. Bu anlamda, çapını oldukça aşarak harikulade becerdiği bir şeyler var. Birçoğumuzun memleket adına umutları artık bitmişken; insanları uyandırmak ve yıllardır birbirini anlayamayan bir ‘Bu solcular ne ayak?’ ve ‘Bu dejenereler napıyor?’ temel çatışmasının arasında, aktif olarak işgal edilen günlerle sınırlanmış da olsa, çok yaşamsal bir etkileşim. Al sana misler gibi bir yetmez ama evet. Neden yetmediğini ve onca sessiz sedasız yıldan sonra bir anda yetemeyeceğini, o etkileşimin ortasında yapılan flamalı/flamasız tartışmasında görebiliyoruz mesela. Tam da bu sebepten, ülke tarihinde bu ayrışmanın egemenler tarafından değil, ilk kez, o zamana kadar birbirine uzaylı gibi bakan flamalı ve flamasızlar tarafından bizzat yan yana, iç içe yapıldığı bir tartışmayı barındıran bir pratik olarak geziyi küçümsemek kimsenin aklından ucundan geçmesin.

Hayatında ilk defa geziye katılan, politik bir geçmişten gelmeyen, ülkenin tarihini bilmeyen çok ama çok sayıda insan, o günlerden sonra ülke gündemini, devlet oyunlarını okumaya başladı. Bunu, şiddet ve karartmayla ilk kez gezide tanıştığı için öğrendi. Buradan gelerek, ‘Ben neleri atlamışım?’ , ‘Ben neyi umursamamışım?’, ‘Ben nasıl kandırılmışım?’ diyen insan sayısı, gerçekten, hiç de az değil. Bu insanların şimdi evde olmasının sebebi korku değil. O bağlamsızlık içinde, geziyi devrim zannetmenin ardından gelen ‘Onca insan hiçbir şey uğruna öldü, çünkü biz neticede hiçbir şey yapamadık.’ hissi. Geçmişten gelmeyen, dolayısıyla ‘şimdi’yle kurduğu bağ, reaksiyonellik dışında çok zayıf olan, bu sebeple ‘doğrudan kazanım’ı kendi istediği biçimde göremediği için kazanılmış onlarca şeyi görememeye ve çok yoğun bir kara propaganda altında bir örümcek ağı gibi kaplayan, yaşananları bir yere oturtamamaya ve pratikte edindiği deneyimin yerini de kaybetmeye çıkan yol.

Flamalılar, flamalılarla konuşurken bunu çok hissetmiyorlar. Pratikte neredeyse üç ayda bir dallanıp budaklanan bir solumuz olmasına rağmen, bu ülkenin hemen her sol grubu yetkin bir teorik bilgiye, tarihsel okumaya sahiptir. Onlar mücadelenin sabır olduğunu, kayıpların olduğunu, buna rağmen adım adım örüldüğünü yaşayıp öğrendikleri ve kuşaklarca aktardıkları geleneklerden gelmeler. Onlar doğru ya da yanlış, acılarla da başetmenin yöntemlerini buluyorlar, yeniden üretmenin de. Burada salt örgütlü olmaya bir güzelleme yapmıyorum. Bir çok örgütün teorik takılmışlığının ve ‘halk’la iletişim üslubunun, onları zamanı ve bugünü anlamada ve dahi anlatmada kısıtladığını da düşünüyorum. Bu apayrı bir tartışmanın konusu. Burada bahsetmeye çalıştığım şey, onca haksızlığı yeni görmeye başlayan bir kitlenin, ömürlerinde ilk kez karşılaştıkları adalet ihtiyacıyla ve yaşamlarının içinde herhangi biçimde karşılayabilme ihtimallerinin olmadığı acı hissiyle ne yapacağını bilmediği ve gittikçe yılgınlığa düştüğü.

Hiçbir sokak direnişi, yıllarca, içinde aktif olan tüm gruplarla beraber sürmüş değildir. 1 ay gibi bir sürede, tüm ülke bilincinde dönüşüm yaşanması ise tarihin de herhalde hiçbir yerinde yok. Türkiye gibi, ‘eylem’ deyince tir tir titreyenlerin ülkesinde, gezide, sokağın bir arada duruşu oldukça geniş bir tabana yayılmasına ve oldukça da uzun bir zaman sürmesine rağmen, bir biçimde, o örgütsüzlüğün içinde doğaçlama organizelere de dönüştü ve bir çok şey başardı bana göre. Elbette tartışılacak, eleştirilecek onlarca yanı var gezi pratiğinin. Sonrasından başına doğru gidersek bile, bu tartışmaların yıllar sürmemesi imkansız olacak. Yaşadığımız şey, o kadar büyüktü zira. Mesele, o öfke patlaması enerjisini boşalttıktan ve insanlar doğal olarak ‘eve’ döndükten sonra neler yaşadığımız ve neler yaşayacağımız. Bir çok farkındalığı yarattığı ve eskiden gündem bile olmayacak bir sürü şeyin ardı ardına lokal bir çok eyleme evrildiği ortada. Bu, belki de kısa vadeli en somut kazanım oldu. Fakat, geziden sonra okuduğum haberlerden en güzeli, forumlardan birinde ‘Fatsa Gerçeği’ nin okunuyor, bir başkasında ‘Gazi Katliamı’nın izleniyor olmasıydı.

Bu tarihsizliğin devamında gezi’nin işlevi, devirmek olamazdı elbet, ancak, bu öfke patlamasını, geleceğin gezicilerine politik bir zemin olarak aktarabilmek, becerilebilirse, belki de gerçekleştireceği en büyük devrim olacak. Belkilerin içinde kesin olan, şimdi gündemlerde boğulurken farkedemeyeceğimiz biçimde, gezinin neleri yarattığını birkaç on yıl sonra çok daha somut gözlerle görebileceğimiz. Burada da açık olan tek şey var; sokağa dökülecek sonraki nesillerin, gezideki korkusuzlukla birlikte, tarihiyle bağ kurabilmiş olması, Ethem’lerin, Ferit’lerin, Emine’lerin katillerinden sorulacak hesapta, sadece iktidara duyulan bir öfkeye, sistemin ağzından yıllardır damlayan kanları işaret edebilmede yatıyor. Yoksa, yılgınlıkla birlikte, tüm acıyı unutmaya hazır çok fazla insan, henüz 4 ay önce yaşanan Batı’nın en büyük ayaklanmasının nostaljik güzellemelerini yapmaya hazırlanıyor: Bitti, gitti ve ne kadar güzeldi.

Yıllarca sokakta kendi örgütüyle dayak yiyen, haksızca davalarla içerilerde yılları geçen yapıların, kendilerini, mücadelelerini anlatabilmek, aktarabilmek için yeni bir dil oluşturabilmesi gerekliliği çok açık. Öyle ya da böyle, kendisine Marksist Leninist diyen bir RedHack grubunun saatler süren ilk canlı yayınını milyona yakın insan izliyor ve ‘Hakkaten yahu, adamlar doğru söylüyor’ diyorsa, burada eski ile yeninin arasında nasıl bağlar kurulması gerektiği üzerine düşünmek bir çok şeyden daha öncelikli gibi gözüküyor. Bilirkişi değilim. Başta sorduğum sorulara sonda kendim cevap vermeye çalışıyorum. Bu çabanın her türlüsünde çıktığım yer aynı. Biz, flamalılar ve flamasızlar, bitmeyen, gitmeyen ve hala güzel olan ne varsa, birbirimize anlatabilmeye başlamak zorundayız. Birbirimizle, hızla geri döndüğümüz tüm ötekileştirmeleri bırakıp, gezide çıkan ortaklıkların kıyısından da olsa konuşabilmeyi becerebilmek zorundayız. Bu süreçte iyi olacaklara, sürece ışık tutacaklara sahip çıkmak, sokakta olanına, geliştirenlerine, üretenlerine el uzatmak, bu yolda canını veren insanlara en büyük borcumuz. Bu saatten sonra, o sürece ucundan kıyısından katılmış kimse, bu borçla, hiçbir şey olmamış gibi yaşayamaz. Ya kendileri gibi birilerini bulacak, ortak bir şeyler yapacak, ya baskılarla başedebilmek uğruna uçlaşacak, ya da, evinde oturuyorsa, gördüğü, izlediği hiçbir şeye dayanamaz hale gelerek çevirecek başını, öte yana. Unutacak. Unutmamak için, iyi olan ne varsa bir yerinden sahiplenmek ve anlatmaya, görünür kılmaya, aktarmaya devam etmek gerekiyor. Bunun için yapılacak şey, birinin ölümünü beklemek değil. Bunun için, katlanılacak acı, çocukların, insanların öldürülmesi, hiç değil.

Hasan Ferit, benim yoldaşım değil. Kendi yolunda, kendi inandıklarıyla yürüyen, ölümü, artık acı hissine sabredebilmemin sınırlarını aştığımı yüzüme vuran bir güzel can. Fakat ona sahip çıkan yoldaşları, anısını adalet savaşında yaşatacaklarına yemin ettiklerinde titreyen yürek, benim. Onlar, sokaklarda inandıkları için düşerken, bizim elimizden bunları yazmak, bunları dinlemek geliyor şimdi, yeniden. Yoldaşları, bunu, Ferit için, bizden kabul etsinler. (Bkz. yukarıdaki video)

Onu gömebilmenin bir direnişe döndüğü günlerde yanlarında olamasak da, hikayelerini geleceğe aktaracakların artık sadece kendileri olmadıklarını bilsinler.

Niyan
5 Ekim 2013
Kaynak; jiyan.org