Sendika.org: Gezi İsyanına Suriye ve Aleviler üzerinden bakmak- Cenk Ağcabay

Taksim Gezi İsyanı her yerde tartışılıyor; İsyan’ın temel dinamikleri, gelişimi ve politik sonuçları hakkında art arda değerlendirmeler yapılıyor. Şüphesiz ki, Gezi İsyanı üstüne pek çok analiz, değerlendirme okuyacak ve İsyan üstüne tartışmaya devam edeceğiz.

Gezi İsyanı’nın politik sonuçlarından birisi çok kısa bir süre içinde ortaya çıktı. Radikal gazetesinin haberine göre, “Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla yeniden başlatılan Alevi açılımı ile ilgili ilk ipuçları gelmeye başladı. Bazı üniversitelerin adının ‘Pir Sultan Abdal’ ve ‘Hacı Bektaş-ı Veli’ olarak değiştirilmesi planlanıyor. Ancak Alevilerin tepkisini çeken 3. köprünün ismi için geri adım atılmayacağı öğrenildi.”

Başbakan “Alevi açılımının” yeniden başlatılması için talimatı vermiş. Sahi Alevi açılımının başlangıç dönemini ve açılımın daha sonra gelmiş olduğu noktayı anımsayan var mı?

AKP’nin politik sıkışmalar yaşadığı ya da yeni hamleler için hazırlıklar yaptığı dönemlerde, politik hegemonyasını muhalif toplumsal, politik odaklara yaymak amacıyla başlattığı açılımlarda yeni bir dalganın Gezi Direnişi’nin ardından gelebileceği, sözü edilen haberle bir olasılık olarak karşımızda duruyor.

Gezi Direnişi’nin doğurduğu politik sonuçlara ilişkin AKP’nin bir karşı hamlesi olarak ele almamız gereken bu “açılım” politikalarının ilk dalgasını ve ulaşmış olduğu sonuçları ortaya koymak, olası yeni dalganın niteliğini kavramamıza olanak sağlayabilir.

Gezi İsyanı’nı ateşleyen çoklu toplumsal, politik çatışma alanlarından, isyana güç katan önemli dinamiklerden birisi, AKP hükümeti ve Erdoğan’ın emperyalist Atlantik İttifakı güdümünde oluşturduğu, Ortadoğu’daki militarist ve yayılmacı politikalarına duyulan öfke idi.

Gezi İsyanı’ndan bir süre önce Reyhanlı’da patlayan bombalar, özellikle Türkiye’nin güneyinde yaşayan Arap-Nusayri halkında son bir kaç yılda birikmiş olan tepki ve öfkenin, değişik dinsel ve etnik gruplardan halklar arasında da hızla yayılmasına yol açmıştı.

Gezi İsyanı bir parkı kapitalist talandan korumak için İstanbul’un merkezinde başladı ancak kısa bir süre içinde ülkenin çeşitli kentlerine dalga dalga yayıldı. İsyan dalgasının yayılma hız ve derinliğine daha yakından bakıldığında, Alevi halkının yoğunluklu olarak yaşadığı yerleşim birimlerinin dikkat çekici bir biçimde isyana renklerini kattıklarını görmek mümkündür.

İsyan sürecinde çok şiddetli çatışmaların günler boyu devam ettiği Antakya, Dersim ve güney kentleri, isyan boyunca İstanbul’un sürekli hareket halinde olan emekçi semtleri, Ankara’da eylemlere kitlesellik kazandıran toplu semt katılımlarını ele aldığımızda, sözünü ettiğimiz olgu daha da görünür olmaktadır.

Tüm bu alanların ortak özelliklerinden birisi, nüfus yapısının ağırlıklı olarak Alevi halkından oluşması; Alevi gençliğinin İsyan boyunca bitimsiz enerjisiyle alanları doldurması, buna bağlı olarak da devlet terörünün bu alanlarda yoğunlaşmasıdır.

Peki, Alevi halkında bu düzeyde bir tepki ve öfke birikimine neden olan hangi gelişmelerdi?

Alevi halkında tepki ve öfke birikimine neden olan AKP politikaları, esas olarak, AKP’nin ideolojik temellerinde belirleyici öğe olan Sünni İslam’a dayalı yaşam normlarının geçtiğimiz on yılda, tüm toplumsal alanlarda artan ölçüde yer kaplaması idi.

Tüm toplumsal alanlara derece derece egemen kılınmaya çalışılan bu Sünni İslam normları, farklı kültür ve inanç gruplarından bireylerin kendilerini artan ölçüde baskı altında hissetmesine yol açmıştı. Bireylerin yaşam üsluplarını, davranış kalıplarını, zevk ve beğenilerini belirlemeye ve tek tipleştirmeye yönelik bu baskıcı politikalar, AKP iktidarı boyunca, Alevi halkının kaygılarını ve güvensizliğini sürekli olarak arttırmıştı.

Alevi halkına egemen olan bu kaygılı ve huzursuz ruh halini, AKP hükümetinin geliştirdiği Ortadoğu ve Suriye politikaları daha da güçlendirmişti. “Komşularla sıfır sorun” olarak adlandırılan Ortadoğu politikasından, Ortadoğu’da Sünni İslam dünyasının liderliği çerçevesinde “Küresel Güç – Bölgesel Lider” sloganıyla formüle edilen Neo-Osmanlıcı politikaya geçiş, sunulan argümanları, hedefleri ve sonuçları itibariyle Alevi halkının haklı kaygılarını doruk noktasına çıkarmıştı.

Alevi açılımı, AKP’nin Ortadoğu’daki militarist, yayılmacı politikalarını devreye sokmaya hazırlandığı bir süreçte, devletçi Alevi elitini kullanarak Alevi halkını tepkisizleştirmeyi hedefliyordu. AKP’nin, ne Alevi halkının uğradığı tarihsel ve güncel haksızlıkların giderilmesi yönünde bir niyeti vardı, ne de ülkede düşünce ve inanç özgürlüğünün somut ve nesnel bir eşitlik zeminine oturtulmasına dönük bir girişimi.

Tersine, emperyalist Atlantik İttifakının Ortadoğu’yu yeniden düzenleme sürecinde hedef aldığı Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah’ına karşı AKP’nin dozu giderek artan söylem ve eylemleri, AKP’yi gerici bir bölgesel savaşın temel aktörlerinden birisi haline getirmekte idi.

Emperyalist Atlantik İttifakının bölgesel düzenleme sürecinde adeta bir koç başı gibi kullanmak istediği AKP, yüklenmiş olduğu rolü yukarıda sözünü ettiğimiz Neo-Osmanlıcı bölgesel liderlik argümanıyla meşrulaştırmaya çalışıyordu.

Basında ilk kez Hasan Cemal’in gündeme getirdiği, daha sonra Cengiz Çandar tarafından ortaya konulan, Türk sermayesinin Kürt petrolüne ulaşmaya dönük hesap ve arzuları AKP’nin yayılmacı ve militarist bölge politikalarının bir diğer önemli kaynağını ortaya koyuyordu.

ABD’nin Irak’ı işgalinden beri Ortadoğu’da belirleyici bir önem kazanan dinsel mezhep temelli politik çatışmalarda Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte Sünni ittifakın önemli bir bileşeni konumuna gelen AKP, Türkiye’nin güneyindeki Suriye sınırını uluslararası bir çatışmanın ana cephesi haline getirmişti.

Suriye’de emperyalist bir müdahaleye zemin hazırlayacak her türlü askeri ve politik faaliyetin merkez üssü konumuna gelen bölgenin halkı, gerek akrabalık ve tarihsel bağlara sahip olduğu insanların Suriye’de yaşadığı dehşet, gerekse kendi yaşam alanlarında faaliyet gösteren emperyalizm güdümlü çetelerin davranışları nedeniyle derin bir hoşnutsuzluk duymaya başlamıştı.

AKP’nin emperyalizm güdümlü Ortadoğu politikaları geçtiğimiz yaz aylarında tüm yönleriyle teşhir olmuş, sonbaharda Türkiye’nin güney kentlerinde yükselen savaş karşıtı ve anti-emperyalist halk muhalefeti, sıkıyönetim uygulamaları ve devlet şiddetiyle bastırılmaya çalışılmıştı.

Türkiye’nin güney sınırında Akçakale’de yaşananlar ve ardından Reyhanlı’da patlayan bombalar, Türkiye’nin güneyinin AKP eliyle bölgesel bir çatışmanın önemli alanlarından birisine dönüştürüldüğünün çıplak bir biçimde gözlenmesine yol açmıştı.

Türkiye’nin bölgede yüklenmiş olduğu rol gözler önüne serilirken, AKP’nin Sünni İslam temelli politikaları da Tayyip Erdoğan’ın söylemleri ile belirginlik kazanmaya başlamıştı. AKP’nin yayılmacı militarist politikası, Tayyip Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarında bir takım ideolojik simgelerle vurgulanmakta idi.

Neo-Osmanlıcı bölge tasavvurunun simgesel bir unsuru olarak, Tayyip Erdoğan bir gün “Şam’da Emeviyye Camisi’nde kılınacak namazı” müjdelemekte, bir başka gün İstanbul’da yapılacak 3. Köprü’nün adının Yavuz Sultan Selim olacağını ifade etmekte idi.

Tarihsel nitelikli toplumsal-politik çatışmalar kendilerini belirli ideolojik simgelerle ifade ederler. Tarihsel nitelikle bu ideolojik simgeler, çatışmanın taraflarının kolektif belleklerinde belirleyici önemde bir yere sahiptir.

Tayyip Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarında kullandığı ideolojik simgeler de geçen zaman içinde böylesi bir işleve sahip oldular. Emeviyye Camisi’nde kılınacak öğle namazı müjdesi, yayılmacı ve emperyal bir Osmanlı Sultanının fetih seferinden önce, tebaasını fethe motive etmek ve fethi meşrulaştırmak için kullandığı argümanlarla bire bir örtüşmekteydi.

Tayyip Erdoğan’ın üçüncü köprünün ismi konusundaki tercihi de bir başka tarihsel nitelikli ideolojik simgeye gönderme yapıyordu. Osmanlı tarihinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki eski Şii Safevi devletinin, Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin ve Hicaz’da Memlük İmparatorluğu’nun tüm topraklarını fetheden, bunların yanı sıra kutsal Mekke, Medine ve Kudüs şehirlerini de ele geçiren Yavuz Sultan Selim’in isminin üçüncü köprüye verilecek olması, Aleviler için, simgeler aracılığı ile gönderilen mesajlar bağlamında ayrıcalıklı bir yere sahip oldu.

Yavuz’un sözü edilen fetihleri, Alevi halkı açısından, “Safevi Şii sapkınlığına karşı Osmanlı Sünniliği’nin zaferi” olarak kodlanan büyük Alevi katliamları anlamını taşıyordu. Dinsel mezhep farklılığı temelinde geliştirilen bölgesel bir çatışmanın merkezi bölgelerinden birisi olma durumu, sadece bir olasılık değil somut bir gerçekliğe dönüşmüştü.

Bir propaganda dalgası eşliğinde başlamış olan AKP’nin “Alevi açılımı”, Alevi katliamları ile sembolize olan bir Osmanlı padişahının kutsanması noktasına gelip dayanmıştı.

Alevi halkı, AKP’nin “Alevi açılımı” ve gelmiş olduğu nokta arasındaki süreçte birikmiş olan tepki ve öfkesini akıtacak kanalı Gezi İsyanı’nda buldu ve Gezi İsyanı’nın en aktif unsurlarından birisi olarak İsyan’ın anti-emperyalist, savaş karşıtı, demokratik yönünün belirginleştirilmesine vurduğu kalın fırça darbeleriyle katkı sağladı. Türkiye’nin özgürlükçü ve demokratik geleceğinin en önemli bileşenlerinden birisi olduğunu Gezi İsyanı sürecinde tartışılmaz bir biçimde ortaya koydu.

Bu yalın ve açık durum nedeniyle AKP’nin “Alevi açılımı”nı yeniden canlandırma hamlesinin geleceği yok. Gezi İsyanı doğurduğu politik sonuçlar itibariyle bu tip hamlelerin sonuç alma şansını çok zayıflattı.

AKP’nin Ortadoğu’daki yayılmacı, militarist politikaları da, Gezi İsyanı’ndan önemli darbeler yedi. İsyanın demokratik, özgürlükçü ve savaş karşıtı nitelikleri AKP’nin bu politikaları sürdürme şansının olmadığını net bir biçimde ortaya koyuyor. İsyanla birlikte, demokratik, özgürlükçü ve savaş karşıtı potansiyeller kuvveden fiile çıktı. Bunu geri döndürmek mümkün değildir.

AKP’nin bu politikalarda direnmesi, sadece politik ömrünü daha da kısaltmak sonucunu verecektir.

Cenk Ağcabay
28 Haziran 2013

Kaynak; sendika.org