Radikal: ‘Gezi bir kutuplaşma değil barışma hareketidir’

“Üç kuşak barışıyor. Ulusalcılar, cumhuriyetçileşiyor. Solcular, çoğulculaşıyor. Kürtler, acılarında yalnız olmadıklarını fark ediyor. Müslümanlar siyasal İslamdan seküler Müslümanlığa adım atıyor.”

taksim-dayanismasi-bilesenleri

Can Atalay, Derya Karadağ, Begüm Ö. Fırat, İbrahim Eke ve Hakan Güneş (soldan sağa).

Taksim Dayanışması’nda yer almış bir psikolog, bir mimar, bir avukat, bir sosyolog ve bir öğretim görevlisiyle ‘Gezi’yi konuştuk. Uzman psikolog İbrahim Eke, Mimarlar Odası üyesi Derya Karadağ, İÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yar. Doç. Dr. Hakan Güneş, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Begüm Özden Fırat ve Mimarlar Odası avukatı Can Atalay, 79 ilde yaşanan Gezi Direnişi’ni kendi mesleklerine göre yorumladı. Begüm Özden Fırat direnişin kendi içinde geçirdiği dönüşümlerden söz ederken İbrahim Eke soruyor: “ Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarı LGBT’lerden (eylemlerde, sloganlarda) seksist bir dil olmasın diye ders alacak, bunun daha ötesi var mı?”

Derya Karadağ: İktidardakiler yıllarca güzel bir taktikle, Tarlabaşı’nda, Sulukule’de ve şimdi de afet bahanesiyle dönüştürmek istedikleri mahallelerde, insanları sosyal çöküntü gibi bazı söylemlerle yalnızlaştırarak, bu alanlarda rant odaklı, korumayla ilgisi olmayan projeler uyguladı. Her mahallede, her bölgede ayrı ayrı mücadele eden gruplar vardı. Ama Taksim Meydanı ve Gezi, sadece İstanbulluların bile değil, Türkiye’nin meydanı, herkesin meydanı. Burada mülkiyetten bahsedilemez. Bütün baskılanan hak talepleri burada dillendirilebilir, kutlamalar burada yapılır. Meydan halkın elinden alındığında, bu taleplerin bir daha dillendirilememesi gerçeğiyle karşılaşıldı.

Can Atalay (‘Gezi Parkı bir kenar mahallede olsaydı ne olurdu?’ sorusuna cevaben): Bu kadar büyük olay olmazdı. İnönü Stadı yanında, bayırdaki parkta, 30’u aşkın çam ağacı kesildi. Ayaspaşa Derneği dışında hiç ses çıkmadı. İBB ve oradaki taşeron firmanın beklentisi de bu zaten: “Biz buradaki ağaçları yeriz ve hiçbir şey olmaz.” Sulukule mesela herkesin bildiği bir örnek. Tarlabaşı’ndaki iş deseniz, tehcirdir. 1915’te olanın anlamını azaltmak için söylemiyorum bunu, ancak böylesi bir zorunlu sürgünle karşılaştırılabilir olması nedeniyle tehcir kavramını kullanıyorum. Ama şunu görmemiz lazım: Bu olan bitenin önemli bir bölümü, özellikle İstanbul’da insanların kentsel dönüşümle karşı karşıya kaldıkları ve kalacakları haksızlıklara karşı da bir itirazdır: Devletleştirerek piyasalaştırıyor, piyasalaştırarak devletleştiriyor. Bir başbakan “Rezidans yapacağım” ya da “Çevresini çevireyim ortadaki ağaçlar kalsın” diyebilir mi?

İbrahİm Eke: Otoriteryen siyaset mümkün olduğu kadar her durumu, postmodernist bir biçimde bölmeye çalışır. Bu kavramsal olarak bir ihtiyaçtır. Fordist üretim tanımında açıklanır, işçi ürettiği düğmeyi bilir ama gömleğin bütününü bilmez. İşte Taksim tam da burada algı bütünlüğü yaratmış durumda. Yani gömleğin hepsini gördü insanlar. Kısacası mesele hiçbir zaman ‘sadece’ ağaç değildi… Yönetenler bilinçli olarak ‘iyi çocuklar’ tanımı yapabilmek için ‘sadece ağaç’ derdi olanlar ve ‘ötekileri’ ayırmayı denedi. Memet Ali Alabora’nın hedef gösterilmesi gibi… Adam sendika başkanı, Başbakan’ın siyasal tespit ve yorum yapma hakkı neyse, temsilcisi olduğu örgütlenme adına müdahale etme hakkı o kadar… Peki, olan ne? Yeni bir Ogün Samast yönlendirmesi!

‘Başbakan’ınki delilik değil, politik bir tercih’

İbrahim Eke: Başbakan hakkında ‘psikoloji’ kullanılarak birçok yorum yapılıyor. Bu yorumların birçoğu kendisinin ‘narsizm’i üzerine… Öncelikle, kendi talebiyle ‘görmediğiniz’ biri üzerine teknik yorum yapamazsınız, bu mesleki ilkelere aykırıdır. Karşımızda gerçekten çok zeki, sürecin farkındalığını yöneten biri var. Bu düzeyde siyaset yapan ve ilkgençliğinde halı sahada kendisine tekme atanı bile unutmayan bir akıldan bahsediyorsunuz. O akla patolojik yakıştırması yapmak saf deliliktir. Bu politik bir tercihtir. Ama şu anda Sayın Başbakan’ın yapmış olduğu bu politika yapma tercihini içine sindiremeyen, AKP ’nin büyük bir çoğunluğu var. Bunu da görmemiz lazım.

Hakan Güneş: Kutuplaşma ve çatışma değil tam tersine barışma sürecindeyiz. (Bir kesim barışırken bir kesim AKP’liler ve olmayanlar diye kutuplaşmıyor mu sorusuna cevaben) Hayır, bu bir barışma hareketidir çünkü üç kuşak barışıyor: Gençler, orta yaşlılar ve yaşlılar. Onun dışında ulusalcılar şovenist bagajlarını biraz geriye bırakarak cumhuriyetçileşiyor. Solcular monologizmi aşarak çoğulculaşıyor. Kürtler, acılarında yalnız olmadıklarını fark ederek Türklerle, devletle değil ama halkla barışmak gerektiği konusunda bir noktaya geliyor. Müslümanlar da siyasal İslamcılıktan, seküler Müslümanlığa doğru adım atıyor. Ayrıca farklı cinsel kimlik tercihlerinin birbirlerini daha iyi anladığı bir sürece girdik. Bunlar tamamlanmış değil tabii ama bu ancak böyle devrimci bir havada gerçekleşebilir. Diğer bir konu; Başbakan kendi partisine bile doğru düzgün tercüman olmuyor şu an, sadece yüzde 15’i temsil ediyor. Bu kadar Maraş ve Çorum katliamı döneminde kullanılan türden sözler kullanılmış olmasına rağmen AKP mitinglerinin zayıflığını, toplamda AKP’ye oy vermiş insanların az olması olarak değil Başbakan’ın bu konudaki tercihlerine katılmamak olarak yorumlamak gerekir. Dolayısıyla Türkiye, AKP seçmeni dahil olmak üzere bir sağduyu tercihi yapmıştır. Mahallelerin belirli fay hatlarının çatışabileceği ve gerçekten katliamın önünü açabilecek cümleler sarf etti bazı insanlar bu süreçte ama bu, hem AKP seçmeni hem Gezi Parkı sürecindeki bütün bileşenler tarafından reddedildi. Bu ortak bir rettir. Temsili demokrasi yerine daha katılımcı bir demokrasi talep etmeye başladık. ‘Hükümet istifa’, bir isyan çığlığı, bir talep değil. Çünkü hükümetin değiştirilmesiyle sınırlı olmayan bir iktidar algısı, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi anlayışı ortaya çıktı. Ve bu aslında hükümetin de içinde olduğu bir ülke olarak hep beraber dönüşmeyi talep ediyoruz.

Can Atalay: Şunun fark edilmesi lazım: Bu hareket artık yenilemez. Evet, ezebilir, toprakların tarihinde vardır bu, Osmanlı geleneği kendisine karşı itirazların bir vadede ezilmesidir ama şunu söyleyeyim: Bir dönem sonra, başka bir şekilde başka bir yerden daha büyük, çok daha büyük olarak patlar bu olaylar. Her kim, temsili demokrasinin bu haline itiraz edilmiyormuş gibi davranırsa o da onun altında kalır.

Begüm Özden Fırat: Direnişin kendisi de dönüşüm geçirdi. Mesela Gezi’ye yerleştikten sonraki ilk üç gün kimse ne yapacağını bilmiyordu. Taksim Dayanışma ne altyapıyı ne birliği sağlayabilmişti; daha henüz masasını açamamıştı, insanlar sürekli Müşterekler masasına gelip “Şu yok, imza kampanyası açın, bilmem ne yapın” diyordu. Biz de gidip “Kendiniz yapın, bunu yapacak bir merci yok” filan diyorduk. Sonra talep ettiklerini kendileri yapmaya başladılar. Kütüphane ortaya çıktı, bostan, kreş vs. Kendi başlarına, 3-5 arkadaş bir araya gelip Sivil İnisiyatif diye bir şey kurdular ve park bütün o dayanışmanın organize edildiği ve dağıtıldığı bir alan haline geldi. Gezi’yi terk ettikten sonra da bütün direniş farklı alanlara ve bütün zamanlara yayıldı: Forumlarda insanlar konuşmak, karar vermek istiyor. Parktayken şunu gördük mesela, biri megafon “Alıp arkadaşlar daire şeklinde oturalım” da birbirimizi daha iyi görelim dediğinde, “Sana o megafonu kim verdi” diye sinirlenenler oldu.

‘Gaz kokusu duymak normal bir tepki’

İbrahim Eke: Gezi direnişiyle ilgili bir şey okurken burnunuza gelen gaz kokusunu soruyorsunuz, başkalarından da duyduğunuzu söylüyorsunuz. Bu anlattığınız akut strestir. Anormal bir duruma verdiğimiz normal tepkiler bunlar… İstanbul komünü diyoruz, Nişantaşı’nda barikat diyoruz, aklınız alıyor mu? Bir süre için bu tepkileri veriyor olmanız normal. Eğer vermezseniz, zihin kapatmış ve proses etmiyor demektir. O daha tehlikeli. ‘Her şey durulduktan’ 3 ay sonra bu tepkileriniz hâlâ devam ediyorsa, travmatize oldum diye o zaman düşünebilirsiniz.

Begüm Özden Fırat: Sadece gaz kokusu değil, bir sürü insan slogan sesi duyuyor. Slogan duyduğunu sandığında “Bir yerde bir şey var, binler bir araya gelmiş, slogan atıyor” diye düşünenler de var. Bu bence iyi bir şey.

İpek İzci
28 Haziran 2013

Haberin kaynağı için tıklayınız; radikal.com.tr