Sendika.org: Ekonomi, Gezi Parkı ve direniş – F. Serhat Öngel

Türkiye ekonomisinin 2013 1. Çeyrek büyüme oranları açıklandı. Söz konusu dönem için ekonomik büyüme yüzde 3 olarak gerçekleşti. Yeni Akit haberi “Batıyı bu tablo kudurttu” şeklinde vererek, Gezi Parkı direnişini yönlendirdiğini düşündükleri sözde “dış mihrak”ların  neden böyle bir eyleme yöneldiğini kendilerince ortaya koymaya çalıştı. Anlaşılan o ki, Türkiye’nin ekonomik büyümesini hazmedemeyen Batı, Türkiye’yi alt etmek için 3-5 ağacı bahane edip, kurduğu twitter örgütü ile kitleleri sokağa dökmeyi becermişti.  Böylelikle kriz sürecinde Avrupa Birliği’ni ekonomik büyüme verileri ile “sollayan” Türkiye’ye ders verilmek istendi.

Başbakan Erdoğan, partisinin Genişletilmiş İl Başkanlar Kurulu toplantısında: “Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde yüzde 3’lük bir büyüme kaydetti, geriye dönük 4 dönemlik milli gelirimiz de 805 milyar dolara ulaştı. Yüzde 3 büyüme oranıyla şu anda Avrupa’da en yüksek büyüme oranına sahip ülke Türkiye. Avrupa Birliği Parlamentosu’nda olan boşuna değil, bunların üzerinde iyi düşünmemiz lazım, hazımsızlık var, hazmetmelerinin yolunu açmak lazım” diyerek bunu ima ediyordu.

Aynı konuşmada Mayıs ayı içinde belli ki ekonomik büyümenin dinamiği olacağını düşündüğü “sevindirici” gelişmelerden de bahsetti Başbakan. 46 milyar dolarlık bir hava limanı yatırımının ihalesi yapılmış, 22 milyar dolarlık nükleer santral yatırımının adımları, 2,5 milyar dolarlık üçüncü köprü yatırımının temelleri atılmıştı.

Bu yatırımların bedelinin nasıl bir ekolojik yıkıma ve tahribata neden olacağı konusu sıklıkla dile getirildi. Bu yatırımların kısa vadede ekonomik büyüme rakamlarında bir takım hareketlenmeler yaratsa da, geri dönüşü mümkün olmayacak ve gelecek nesiller açısından son derece olumsuz sonuçlar doğuracağı sıkça tartışıldı. Tabi bu tip tartışmalara hükümet kanadı hiç kulak asmadı.

İstanbul’un idam fermanı anlamına gelen ve kuzey ormanlarını büyük ölçüde tehdit eden 3. Köprü, Kanal İstanbul ve 3. Havalimanı projelerinin kabulü, tüm dünyada terk edilmeye başlanan ve en son Japonya’da yaşanan facia ile birlikte anılan nükleer santrallerin inşası sürecine gelinmesi elbette bir başarı değildir. Günü kurtarmak adına, kanserli bir büyümeyi göze almak anlamına gelmektedir.

Kamu arazilerinin, ormanların, derelerin, parkların, meydanların, gecekondu mahallelerin yağmalanması ve yıkımı, her şeyin paraya tahvil edilebilir hale getirilmesi, işçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesi üzerinden inşa edilmeye çalışılan vahşi bir sermaye birikimi modeli elbette ciddi baskı politikalarını gerektirmektedir. Ekonomik büyüme verileri konuşulurken, bölüşüm ilişkilerinin neredeyse görmezden gelinmesi bu modelin toplum yararına değil, bir avuç rant, çıkar ve sermaye çevresinin beklentilerince şekillendiğinin somut ifadesidir.

Kuralsızlığın, denetimsizliğin girdabında kamu yararının, toplumsal ihtiyaçların göz ardı edildiği bir sermaye birikim modelinin büyüme dinamikleri, elbette sosyal ve çevresel hakların üstüne basarak yükselecek daha fazla basamak bulacaktır.

O yüzden demokrasinin sandığa değil katılımcılığa dayandığı, toplumsal kaynakların yağmalanmasına karşı ciddi engellerin ve yasal yaptırımların bulunduğu, işçi haklarının gelişkin olduğu ülkelerde, ekonomik büyüme rakamları kadar bu büyümenin topluma ve gelecek kuşaklara ne ölçüde döndüğü de tartışma konusudur.

Başbakan Erdoğan bu süreçte “bizim dönemimizde 5 kat büyüdüler” diye bir sermaye grubunu nankörlükle suçladı. AKP döneminde Türkiye ekonomisinin büyüme hızı toplam yüzde 63 düzeyindedir. Aynı dönem için reel ücretlerin neredeyse yerinde saydığını hatırlatmak gerekir. Bu açıklama sermaye gruplarına “biz size toplumun tüm kaynaklarını açtık bize sadık kalmalısınız” mesajıdır. Gerçekten de toplumsal kaynakların sermaye kesimleri için sonuna kadar kullandırıldığı bir yağma dönemidir yaşadığımız.

Gelelim Türkiye’nin ekonomik büyüme rakamlarına. AKP hükümeti ve onun Anadolu Ajansı gibi haber yayma kaynakları işsizlik, ekonomik büyüme rakamları gibi alanlarda Türkiye’yi Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri ile karşılaştırma eğilimindedir. Oysa Türkiye Avrupa ekonomisinin temel dinamiğini oluşturan ve ekonomik gelişmesi doygunluğa ulaşmış bulunan ülkelerden ciddi yapısal farklılıklar göstermektedir. Gelişmesi doygunluğa ulaşmış kapitalist ülkelerle, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerinin verilerini karşılaştırmak, elma ile armutu karşılaştırmak anlamına gelmektedir.

Nitekim Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik lig IMF tarafından “Yükselen Piyasalar ve Gelişmekte Olan Ülkeler” kategorisidir.

Evet, IMF Ekonomik Görünüm Veritabanı Nisan 2013 verileri üzerinden yaptığımız hesaplamaya göre Türkiye AKP hükümetleri döneminde yüzde 5,07’lik yıllık ortalama büyümesi ile Dünya Ortalamasının (yüzde 3,85) üzerinde bir büyüme gerçekleştirmiştir. Ancak aynı dönemde Türkiye’nin ısrarla mukayese edildiği Avrupa Birliği ülkelerinde ekonomik büyüme yüzde 1,34 düzeyinde kalırken, Türkiye’nin içinde bulunduğu ligde ekonomik büyüme oranları AB’nin yaklaşık 5 katı ile yılık ortalama yüzde 6,62 düzeyinde gerçekleşmiştir. Gelişmekte Olan Asya için bu oran yüzde 8,8’dir. Buna göre Türkiye bu dönemde kendi liginde yer alan ülkelerin ortalamasının altında bir büyüme gösterirken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika (yüzde 5,68), Bağımsız Devletler Topluluğu (yüzde 5,24) ülkelerinin gerisinde kalmıştır. Türkiye AKP döneminde (2003-2012 yılları itibari ile) ekonomik büyüme sırlamasında 188 ülke içerisinde 59. sıradadır.

Kaldı ki bu büyümenin dinamikleri de son derece sorgulanması gereken bir özelliğe sahiptir. BBC, Erdoğan’ın Faiz Lobisi sözlerine “Erdoğan Türkiye’yi Besleyen Eli Isırıyor” diyerek bir gerçekliğe işaret etmiştir. Kendi liginde cari açık veren bu riski taşıyan, spekülatif sermaye üzerinden kendisini ayakta tutmaya çalışan, ekonomisinin büyümesini büyük yağma projelerine ve yabancı sermaye yatırımlarına bağlayan bir ekonomiden başarı öyküsü yaratmak kendi başına bir başarıdır.

Gezi Parkı direnişi, toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomi talebinin, sermayenin kentsel yağma projelerinin önüne dikilişidir. Tabi kendi içinde kurduğu ve kapitalist ilişki biçimlerini reddeden dayanışmacı ve paylaşımcı yapısı ile de Kapitalizm için bir tehdittir.

F.Serhat Öngel
17 Haziran 2013
Kaynak; sendika.org