BirGün: Direniş sonrasında ne olacak? – Aydemir Güler

gezi-direnis

Bu sorunun direnişçilerden bağımsız bir yanıtı yok. Direnişten öncesi ve sonrası birbirinden çok farklı.

Kesin olanlardan başlarsak; bir kere, Türkiye halkı vicdanıyla hareket etmenin, egemen ideolojinin mekanizmalarını sorgulamanın, hakkını aramanın, kendine güvenin tadını aldı. Bu devam edecek. Halkımız 1980′den beri üstüne serpili duran ölü toprağını ilk kez şu veya bu kesim özelinde, şu veya bu başlıkta değil, “topluca” attı.

İkincisi; bu kadarı bile, hak aramanın, vicdanın biricik adresi olan sol siyasetin önünün açılması anlamına gelir. Türkiye solu da en azından 80′den bugüne gelen marjinalizm alışkanlıklarından kurtulma şansını yakaladı. Bugün solun, sosyalizmin ciddi bir toplumsal siyasal alternatif olarak kendini ortaya koyması, geniş kitleler tarafından teyit edilmesi gayet mümkündür.

Kuşkusuz her şey toz pembe değil. Direnişin bütün halk sınıflarını kapsadığı, ideolojik olarak çok renkli olduğunu, örgütlenme ve önderlik açısından da çok zaaflar barındırdığını biliyoruz. Dolayısıyla ülkenin geleceğinin nasıl şekilleneceği hakkında rol üstlenecek olan halk sınıfları ve onların parçası olarak sol, yürürken ve müdahale ederken bir yandan da tartışacak. Bu bir ihtiyaç. İleri ve ilerletici bir ihtiyaç. Kimse endişe duymasın. Belki de sol, on yıllardır yapamadığı bir şeyi yapacak, ideolojileri, programları ve bugünün acil görevlerini, bize hayatın armağan ettiği somut bir çerçevede tartışacak.

Kendi payıma bu tartışmada iki kutup saptayabiliyorum. Yol aldıkça ara renkler de çeşitlenecektir. Şimdilik kaydıyla hareketin içinde bir uçta tatmin duygusu, siyasete ve örgüte ihtiyaç duymama hali, sivil inisiyatiflere hayranlık, Direnişi bir sivil toplum şahlanışı olarak algılama var. Diğer tarafta ise geleneksel marksist-leninist siyaset anlayışını da içeren bir politizasyon ve örgütlenme vurgusu göze çarpıyor. Üyesi olduğum Türkiye Komünist Partisi’ni bu ikinci tarafa yerleştiriyorum…  Ara renkler dedim; solun kimi kesimleri çeşitli nedenlerle yaşanan büyük tarihsel sıçramayı algılamıyor. Küçük örgüt refleksleriyle, pragmatik yaklaşımlarla hareket ediyorlar. Oysa Türkiye’de yaşanan geniş ölçekli değişim, solun da kendini değiştirmesi için bir fırsattır.

Sol küçük oyunculuğu bırakmalıdır. Sol sosyalizmi demokrasinin, sosyal-demokrasi destekçiliğinin, Kürt sorununa bulunacağı sanılan çözümün sonrasına ertelemeyi bırakmalıdır. Sol sağdan medet ummayı bırakmalıdır.

DİRENİŞİN SEMBOLLERİYLE BARIŞIK OLMAK
Direnişin sembolleriyle barışık olmayan sol böyle bir değişime giremez. Ne bu semboller?
Kitlelere tamamen kendiliğinden malolan iki unsur var: Birincisi ay-yıldızlı bayrak. Sol, bayrağı  işkencehanelerde, işgal Kıbrıs’ında, Kürtlere karşı kirli operasyonlarda resmetme kolaycılığını ve çıkışsızlığını bırakmalıdır. Bu bayrak en son barikatlarda görüldü! İkinci unsur “hükümet istifa” sloganı. Bu slogan Direnişin en ileri politik mevzisidir ve on milyonlar tarafından benimsenmiştir.
Bu değişime cesaret etmeyen bir sol hareket, Direnişin darmaduman ettiği siyasal zeminde burjuva siyasetinin reformdan geçirilmesine seyirci kalır.

Direnişçilerin özne olarak müdahalesi örgütlenemez ise, direnişin nesnelliği üstünde burjuva siyaseti yeniden yapılandırılmak istenecek ve bu anlamda söz konusu nesnellik burjuva tasarımlara “meze” edilecektir.

Bize sorarsanız, bugünkü AKP ile düzenin bir normalleşme yaşaması mümkün olmayacak. Büyük olasılıkla uygun bir momentte ya AKP yeniden yapılandırılacak, ya da bu partinin doldurduğu alan yeniden parsellenecektir.

AKP REJİMİNİ YIKMAK
AKP rejimi yıkıp yenisini kurarken, bütün güçleri tek bir noktada yoğunlaştırdı. İnşa faaliyetini çok güçlendiren bu harekat tarzı, inşaat duralayınca egemen güçleri donanımsız duruma düşürdü. Dolayısıyla işin içinden afra tafrayla, tehditle, terörle, başbakanın alışıldık hamleleriyle çıkılması mümkün değil. Hatta diğer aktörlerin biçimlendirilmesine el atmaksızın bir arpa boyu yol alınamaz.
Bildiğimiz aktörlerden söz ediyorum: Gülen tarikatı, CHP, Kürt hareketi.

Somut olasılıklara dair spekülasyonlara girmeyeceğim. Ancak öncelikle denenecek olan, yani yandaşı ve gelenekseliyle büyük sermayenin ve emperyalizmin tercih edeceği model, kesinlikle 2002-2013 döneminin “kazanımlarını” feda etmemek olacaktır. Yani bizim tarafdan bakıldığında on iki yıllık ağır tahribatın korunmasını hedefleyecekler. Temel aktörleri de bu “ilkeli duruşa” angaje etmek isteyecekler.

Nedir bunlar? Emperyalizmin bölgesel senaryolarına uyumlu -hatta AKP’den daha da uyuml!-  bir Türkiye; neo-liberal reformlarda, emeğe saldırıda ısrar; aydınlanmacı geleneklerin serpilmesine asla izin vermeden gericiliği “sivil haklar”la dengeleyen, bu anlamda sivil toplumculuğu onore etmeyi gözeten bir ideolojik biçimlendirme…

ORTADOĞU’DA YAŞANANLAR
Tabii bir de Ortadoğu var. Mısır’da ordunun devreye sokulmasından da anlaşılan o ki, ABD “uyumlu İslam” dışında seçenekler üstünde düşünmeye çoktan başlamış bulunuyor.

Bu, solda kimilerinin hoşuna gidebilir. Çünkü bu kadarı bile egemen güçler açısından bazı geri adımlar anlamına gelir. Taksim örneğinde olduğu gibi, Erdoğan’ın sermaye sınıfına açtığı devasa rant kapılarının bazılarını sürdürmek mümkün olmayacaktır. Ama o kadar “taviz” bu halk hareketinden sonra kabul edilebilir bir maliyet…

Peki böyle bir yeni denge, düzen tarafından tutturulabilir mi?
Bu sorunun yanıtını ancak başa dönüp verebiliriz. Halk hareketi ve sosyalizm seçeneğinin buluştuğu yerde egemen güçlerin denemeleri yeni direniş duvarlarına çarpmaya mahkumdur.
Anayasa tartışmaları sırasında “Türkiye AKP Anayasasına sığmaz” diyorduk. Önümüzdeki süreçte, bu ülkeni egemenlerin yeni formüllerine de sığacağını zannetmiyorum.

Eğer halk hareketi örgütlü bir güce dönüşürse; eğer bu örgütlülük toplumun sola dönüşünü hakiki bir alternatif olarak gündemde tutmayı başarırsa; eğer “hükümet istifa” sloganı bir temenni olmanın ötesinde politik bir hedef olarak büyütülebilirse… Geleceğe güvenle bakabiliriz.
* TKP Merkez Komite Üyesi

Aydemir Güler
24 Temmuz 2013
Kaynak; birgun.net