Bianet: Duran insanlar ve sessiz mevcudiyet – Gülru Göker

“Durmak”, umarım demokratik diyaloglarda konuşmak kadar dinlemenin, söylediklerine dikkat etmenin ve kimi zaman susmanın ve yeri geldiğinde özür dilemenin önemini hatırlatır.

duraninsan

Birkaç sene önce doktora tezinde sessizliği bir siyasi kavram, duruş ve araç olarak inceleyen bir tez yazmış çömez bir siyaset bilimcinin sokakla imtihanını Gezi Parkı sayesinde yaşadım. Gezi Parkı’nda ağaçların söküldüğünü öğrenip de parklara dokunulmasın dedik, şehrimiz hakkında alacağımız kararlar demokratik şekillerde alınsın istedik, hiçbir şiddet gösterisi yapmadan, sadece parkta oturup kitap okuyan insanlara şiddet gösterilmesini kabullenemediğimiz için kendimizi sokağa attık. Hayatımda ilk defa TOMA’yı gördüğümde, biz hiçbir şey yapmazken üzerimize doğru geliyordu. Yaşadığım panik ve korkuyla güvenli evime adeta kaçmak istediğim, camdan içeri gaz girince evin de güvenli olmadığını hissettiğim, parkta, sokakta, ekran karşısında yaşanan umutlu, sinirli, korku dolu ve şiddetle yüz yüze gelinen birçok anda okuduklarımı, inandıklarımı, düşündüklerimi sınadım.

Siyasette kendini ifade etmenin ve siyasete, toplumsal olaylara katılımın çoğunlukla ses çıkarmak ve konuşmak esasına dayandırılmasının eleştirisinden yola çıkarak, aktif siyaset anlayışlarında sessizliğin göz ardı edilmemesi gerektiği üzerine düşünüyor ve yazıyorum birkaç yıldır. Kamusal mekânlara, haklarına, özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına sahip çıkmak, kararların demokratik şekilde alınması için çabalamak ve kendilerini ifade etmek için sokağa çıkan sivil gruplara uygulanan şiddeti görüp, “söylecek söz bulamıyorum” noktasında sessiz kalışım, bu güne kadar masa başında düşündüğüm, yazdığım her şeyin hâlâ çok da gerçekten yaşanmış gibi gelmeyen bir yansımasına dönüştü. Demokratik hak ve özgürlüklerime sahip çıkacak, biz buradayız ve yapılanların farkındayız diyecek farklı yollar aranması gerektiğini düşünürken, önce biri daha sonra daha birçokları Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sokakta, meydanda yalnız ya da birlikte durmaya başladı. Bu sessiz duruşlar bir süredir siyaset kuramında sessizlik kavramı ve sessiz protestolar üzerine yaptığım çalışmalarda sorduğum şu soruyu tekrar düşünmeme ve biraz çekinerek de olsa bu yazıyı kaleme almama yol açtı: Katılımcı, iletişimi merkeze alan, aktif bir siyaset anlayışında sessizliğe yer olabilir mi? Çekinerek diyorum çünkü ne kimse adına konuşmak ne de sessizliği seçmiş bir kişinin ağzına kelimeler doldurmak istiyorum. Niyetim duran insanların Türkiye çapında bir sessiz direnişe dönüşüp dönüşmeyeceği ya da bunun dönüştürücü etkileri ile ilgili çok boyutlu bir analiz yapmak değil, sessizlik kavramını şu yaşadığımız günlerde bir düşünce alıştırması ve bir kavramsal araç olarak görmemizin değerli olduğunu dile getirmek.

Arendt’ten Habermas’a, Batı siyaset kuramında, birkaç istisna dışında, aktif ve katılımcı siyaseti benimseyen siyaset kuramları eylemlilik ve iletişimi çoğunlukla konuşma eylemi etrafında düşünmektedir.[i] Kamusal alanı oluşturan ve belirleyen başlıca eylem biçimi konuşmaktır. Katılımcı pratikler ve iletişimi siyaset ve demokrasinin merkezine koyan kuramlarda sessizlik çoğunlukla göz ardı edilmiştir. Bu tarz siyaset için sessizlik geleneksel olarak kabullenme, mutabakat, kaderine razı olma, itiraz etmeme ya da ilgisizlik, siyasetten kopukluk ve apati olarak algılanmıştır. Siyasi öznenin ifade biçimi sadece konuşma, ses çıkarma ve sesini duyurma olarak düşünüldüğünde, bir iletişim biçimi olarak sessizlik göz ardı edilmiş olur; sessizlik ve konuşma arasında dinamik bir ilişki yerine dışlayıcı bir zıtlık kurulur. Oysa bugün eş zamanlı olarak duran insanları ve parklarda buluşup konuşanları görüyoruz.

Sessiz protestolar sadece siyasi söylemdeki sıkıntılı ikilikleri değil toplumsal ve siyasi hareketleri kavramsallaştırırken ister istemez oluşturduğumuz ikilikleri de bozmamıza yardım ettiği için değerlidir. Aslında tüm toplumsal hareketler direniş ve uzlaşma, itiraz ve kabullenme arasında gidip gelirken, sessizlik bu ikilikleri barındırdığı için eleştiriye izin verir. Sessiz protestolar, ikilikçi ve zıtlaştırmacı düşünce tarzını ve söylemleri sorgulattığı ve Martin Luther King’in pasif direnişi açıklarken bahsettiği eleştirel gerginliği oluşturduğu sürece değerlidir. “Her konuşmanın birtakım sessizlikleri içermesi” gibi konuşma ve sessizlik arasında varolan dinamik ilişkiyi kabullenmek günümüzde siyasi hareketlilik biçimlerini yeniden düşünmek açısından önemlidir. Zira konuşmaya kapalı olmayan ve hatta daha iyi, daha yapıcı bir düzlemde konuşma ve müzakerenin yolunu açan eleştirel gerginlik, medyanın sessiz kalmaması gerekirken sessiz kalması ya da hesap verme mecburiyeti olan konumdakilerin suskunluğundan farklıdır. Bu nedenle sessiz bir duruş ya da protestoyu ancak bağlamı, aktörleri ve algılanış biçimleri açısından değerlendirirsek siyasette dönüştürücü bir rol oynayıp oynamayacağına kanaat getirebiliriz.

Sessizlik aynı zamanda hem var olan demokratik ifade kanallarının kural ve işleyişini yetersiz ya da sorunlu bulmaktan doğan bir reddediş hem de gönüllü ve stratejik bir eylem biçimi olabilir. Feminist retorik uzmanı Glenn, sessizliğin belki de en azımsanan ve az anlaşılan ama geleneksel olarak kadınlığa mahsus bir retorik olduğunu söyler.[ii] Hakkında konuşmanın güç olduğu deneyimler ve şiddet karşısında, kişiyi “kelimesiz bırakan” durumlarda, var olan iletişim kanallarının yetersiz kaldığı ya da daha fazla tartışmanın anlamını yitirdiği noktada devreye giren sessizlik anlamlı olur. Örneğin hakkında pazarlığın söz konusu olmadığı, karşılıklı konuşmanın başlayacağı düzlemin oluşmadığı bir durumda. Kadınların sessizliği ancak onları sessiz kılan dil, söylem ve ifade biçimlerini sorgulattığı ölçüde eleştirel bir duruş kazanabilir. Sessiz protestolar iktidarın siyasi dilinin çatışmacı ve kutuplaştırıcı tarzını ve dayattığı kategorileri reddettiği ve onları adeta etrafından dolaşarak aştığı için değerlidir.

Bir toplumsal hareket biçimi olarak sessiz protestolar ya da nöbetlere tarihte birçok örnek verilebilir. Türkiye’de ise sessiz nöbetlerin en uzun soluklu örneği 1995′te kayıp yakınları ve gözaltında kayıplara tepki göstermek isteyen vatandaşların her Cumartesi Galatasaray meydanında sessizce buluşması ile başlayan Cumartesi Anneleri/İnsanları oturma eylemleridir. Cumartesi Anneleri/İnsanlarının sessiz nöbetleri kısa sürede gözaltında kayıplar konusunda ulusal ve uluslararası düzeyde farkındalık yaratmış ve Türkiye’nin en uzun süren sivil itaatsizlik eylemi haline gelmiştir. Sivil itaatsizlik literatüründe çoğu zaman sessiz protestonun sessizliği eylemin barışçıllığına atfedilmektedir. Oysa sessiz protestolardaki sessizliği içinde bulunduğu söylem ve bağlam içinde değerlendirmek, var olan demokratik katılım, ifade ve iletişim kanallarının erişilebilirliği ve işleyişi hakkında tartışmak için de eleştirel bir düzlem oluşturur. Kamusal alanda bulunmak, sokağa/meydana çıkmak çoğu zaman ses çıkarmakla eşleştirilse de sessiz bir protesto etkili bir farkındalık yaratma aracı, direniş biçimi ve sessiz olan ve olmayanı bir düşünce alıştırmasına sevk eden bir eylem olarak etkilidir. Konuşma ve ses ortadan kalktığında demokratik ilişkilerin olmazsa olmazı ama çoğu zaman göz ardı edilen özellikleri olan, bakmak, görmek, dikkat etmek, ilgilenmek ve dinlemek– daha güçlü bir şekilde vurgulanmakta ve onların da demokratik ilişkilerin konuşmak kadar önemli özellikleri olduğu hatırlanmaktadır.

Türkiye’de Cumartesi Anneleri, birçok ülkede Siyah Giyen Kadınlar (Women in Black) nöbet tutma tarzı eylemleri (vigils) toplumsal hareket biçimi olarak tercih etmiş, şiddet, savaş ve militarizme tepkilerini sessiz bir şekilde ifade etmiştir. Sessiz nöbetler dünyanın birçok yerinde şiddet ve militarizmi protesto eden kadınları demokrasiyi sadece alışılagelmiş kurumsal katılımla özdeşleştiren siyaset biçimlerinden uzakta bir siyaset kanalında birleştiren eylemler olmuştur. [iii] Feminist kuramcılar uzun yıllar boyunca sessizliğin siyasi olduğunu ve sadece siyasetin değil siyaset kuramının da kadını sessizleştirdiğini ve kadınlıkla özdeşleştirilen duygusal, tutkulu ya da gündelik iletişim biçimlerini dışladığını vurgulamıştır.[iv] Toplumsal ve siyasi arenada konuşma ve müzakere etme erkeklere ve erkekliğe özgü bir eylem olarak kurgulanırken, kadına düşen ve yakışanın sessiz olmak olduğu çokça eleştirilmiştir. Feminist kuramcılara göre kadınların sessizliği söyleyecek şeyleri olmamasından değil, konuşacakları siyasi ve toplumsal alanın erkek egemen siyaset ve iletişim biçimleriyle özdeşleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.

Siyah Giyen Kadınlar Belgrad grubundan bir katılımcı kamusal alanda yaptıkları sessiz militarizm eleştirisini şöyle anlatır:

“Fazla fazla kelimeler kullanmak istemedik. Bizim için duygularımız ve deneyimimizi sessizlik ile ifade etmek çok önemli. Savaşın başlatıldığı yerde yapılan sessiz bir protesto, bir çağrı ve uyarı olarak görünür bir sessizlik. Sessizlik ve siyah ile aynı zamanda utanç ve şevkati vurgulamak istiyoruz.”[v]

Taksim’de AKM’nin önünde bir kişinin sessiz bir şekilde saatlerce durması ile başlayan ve Türkiye’nin diğer yerlerinde benimsenen “durma” eylemi sessiz bir direnişe dönüşme potansiyeli gösteriyor. Bu eylemler, bir açıdan sessizliğin edilgenlik, eksiklik ve kayıp ile eşleştirilmesini sorgulatırken, kaybedilen için yas ve daha fazla kaybedilmek istenmeyen canlar, mekânlar, haklar ve özgürlükler için sessiz durarak iktidarın siyasi dilinin ikilikçi, zıtlaştırmacı tutumunu mevzu dışı kılma potansiyeline sahip. Bu sebeple özellikle şiddet karşısında verilen sessiz tepki hem siyaseten düşündürücü, hem de siyaseti dönüştürücü olabilir.

Performans üzerine kurulu bir eylem biçimi olan durma, oturma, nöbet gibi eylemler devamlılık ve görünürlük sağladıkları takdirde etkili olur. Sessizlik etraftan geçenleri de şaşırtan çoğu zaman huzursuz bir duraklama hali yaratır. Böylece konuşan ve dinleyen arasındaki şeffaf ve karşılıklı etkileşimli olduğunu düşünmek istediğimiz, aslında çoğu zaman pek de olmayan ilişkiyi çelişkili hale getirir. Yoldan geçenler ve sessiz duranlar aktör ve seyirci rollerinin birbine girdiği durumlarda kalır. Bu geçişgenlik ve özneler-arası diyalog demokratik iletişimin en önemli özelliklerinden biridir. Zira konuşmak kadar dinlemek, dikkat etmek de önemlidir. Konuşmanın olmadığı yerde izleme, dikkat etme, fark etme gibi algılar daha güçlü bir şekilde devreye girer. Filozof Merleau-Ponty’e göre sessiz bir insanın bakışı husursuz edici ve dayanılmazdır.[vi] Tam da bu huzursuzluk sessiz nöbetlerin hem farkındalık yaratma hem de dikkati sürekli kılma açısından önemini artırır çünkü sessiz protesto tartışma ve ikna etmenin karşısına konulan şiddetin duraklattığı yerden insanları sorumluluğa davet eder. Ne sessizlik konuşmaya alternatiftir ne de sessiz protestolar tek etkili eylem biçimi fakat umarım durma, beş dakika sessizlik gibi eylemler bu tarz sorgulamaları yaptırır, sorumluluklarımız ve duyarlılıklarımız hakkında düşündürür, ifade etmeye çalışana uygulanan şiddetin iletişimi kapatıcı niteliğini farkettirir ve demokratik diyaloglarda konuşmak kadar dinlemenin, söylediklerine dikkat etmenin ve kimi zaman susmanın ve yeri geldiğinde özür dilemenin önemini hatırlatır. (GG/AS)

*Gülru Göker, Doktora Sonrası Araştırmacı, Göç Araştırmaları Merkezi, Koç Üniversitesi

[i] Sessizlik hakkında çalışmalar için, bkz. Sarat, A. (1993) Speech and Silence in American Law. New York: Cambridge University Press. Jaworski, A. (1993) The power of Silence: Social and Pragmatic Perspectives. Newbury Park, Calif.: Sage. D. Tannen and M. Saville-Troike (1985), Perspectives on Silence, Norwood, NJ: Ablex Publishing.
[ii] Glenn, C. (2004) Unspoken: A Rhetoric of Silence. Carbondale: Southern Illinois University Press.
[iii] Cockburn, C. (1998) The Space Between Us: Negotiating Gender and National Identities in Conflict. London; New York: Zed Books
[iv] Elshtain, J.B. (1981) Public Man, Private Woman: Women in Social and Political Thought. Princeton, N.J.: Princeton University Press. Hooks, B. (1989) Talking Back: Thinking Feminist, Thinking Black. Boston, Ma.: South End Press. Anzaldua, G. (1990) Making Face, Making Soul = Haciendo Caras: Creative and Critical Perspectives by Women of Colo, San Francisco: Aunt Lute Foundation Books. Young, I.M. Justice and the Politics of Difference. Princeton, N.J.: Princeton University Press.
[v] Pavlovic, V. Zene u Cronom, Belgrade: Standard 2, 2002.
[vi] Merleau-Ponty, M. (1964) The Primacy of Perception, and Other Essays on Phenomenological Psychology, the Philosophy of Art, History, and Politics. [Evanston, Ill.]: Northwestern University Press.

Gülru Göker
22 Haziran 2013

Kaynak; bianet.org