Evrensel: Öldürülmüş çocuklar için

Toplumsal yaşamın koşullarıyla doğanın koşulları bazen nasıl da örtüşüyor… Bir haftalık etkinliklerin ardından Almanya’dan Türkiye’ye dönerken, İstanbul’un üzerinde gördüğüm kara, kapkara bulutlarla karşılaştım önce… Uçağın dışındaki karanlık, ülkemizin üzerine çöken karanlığı, insanların yaşamını karartan kara güçleri duyumsattı bana o anda… Nasıl duyumsatmasın? Berkin’in çocuk bedeni, iki gün önce toprağa verilmişti. Ülkeyi yöneten kişi, verdiği emirle polislerin öldürdüğü 14 yaşındaki Berkin çocuk için terörist demişti…
Bu sevgisiz, acımasız söylem yeni değil. 2006’da da duymuştuk biz buna benzer sözleri… Ülkeyi yöneten kişi “Çocuk da olsa kadın da olsa gerekeni yapın!” emrini verirken yüreği sızlamamış, sesi titrememişti bile. Sonuç; Diyarbakır’da polisin açtığı ateş sonucunda Enes’in ve öteki 5  çocuğun bedenleri toprakla buluşmuştu, yaşamlarının ilkyazında… Sonra Ceylan, sonra Roboskî çocukları, sonra Ahmet çocuk, sonra Gezi çocukları…
Ne çok çocuk öldü ülkemizde, ne çok çocuk ölüyor… 1989’dan günümüze kimi polisin-jandarmanın açtığı ateş sonucunda, kimi mayınlar nedeniyle, Roboskî’de bombalananlar da içinde olmak üzere 500’e yakın Kürt çocuğu yaşamını yitirdi. Sanayi sitelerindeki iş cinayetlerinde yaşamdan koparılan çocuk işçiler; sağlık sistemi nedeniyle doktorsuz, ilaçsız, aşısız kalarak yaşamını yitiren çocuklar; okuldan alınıp 12 yaşında evlendirilerek anne olmaya zorlandığı için yaşamdan koparılan, töre-namus cinayetlerinde öldürülen kız çocukları bu sayının içinde değil… Bütün bu çocukların adlarını burada saymanın olanağı yok; hepsinin ortak adı öldürülmüş çocuklar… Kendileri de çocuk sahibi olan kişilerin; bu çocuk ölümleri karşısında yüreği sızlamıyor, sesi bile titremiyorsa; hatta çocukların öldürülmesini emrediyorsa, kendileri de ana baba olanlar onun bu davranışını sorgulamak yerine onaylıyorsa toplumumuzda çocuktan başka şeyler de ölmüş demektir. Oysa çocuklar umududur yaşamın, toplumların; yaşamın ileriye akışıdır. Çocuk öldürümleri yaşama vurulan bir darbedir.
Çocukları konu eden şiirlere bakıp, “Çocuk ölümlerinin acısını en çok şairler mi duyar?” diye düşünüyor insan… Bir çocuk doğarken getirdiği umudun yanı sıra, onu bekleyen tehlikeleri, sırasız ölümleri de duyumsayan ozanlar mıdır yalnızca? Nâzım Hikmet 1961 eylülünde şu dizeleri yazarken yalnızca acıları, tehlikeleri değil; çocukların elleriyle gelecek umudu da duyumsamış ve duyumsatmış bize:
“Hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek en farktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombasi falan
hos geldin bebek
yasama sirasi sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.”
Uçagin penceresinden disari bakarken ufuk çizgisini görüyorum. Ufuk çizgisinin ötekindeki parlak, kizil isiklari… Günes batiyor; ama biliyorum ki parlak gün isiklari bu karanligi delecek ve yeniden aydinlanacak ülkemizin bulundugu yer yüzü parçasi… Her soguk ve karanlik kisin ardindan, ilkyazin habercisi Newroz’un duyumsattigina benzeyen bir umut doluyor içime… Dün, ilkyazin ilk günüydü; 21 Mart, ayni zamanda Dünya Siir Günü’dür… Newroz’la birlikte, siirin duyarli ve dirençli varligini bize bir kez daha animsatan Dünya Siir Günü’nüzü çocuk ölümlerinin, öldürümlerinin bir daha yasanmamasi dileklerimle kutluyorum.

Gülsüm Cengiz
22 Mart 2014
Haberin kaynağı için tıklayınız; http://www.evrensel.net