Mutlukent: ‘Mesele sadece Gezi Parkı değil!’

gezi_derleme

Memet Ali Alabora’nın, ağaç/doğa savunusu ile tetiklenen ama (polis şiddetine karşı gelme, ifade de dahil bütün özgürlüklere sahip çıkmak gibi) ilintili alanlara genişleyen direnişin aldığı çoklu boyuta istinaden söylediği ‘mesele sadece Gezi Parkı değil‘ sözüyle nasıl da hedef haline getirildiğine tanık olduk. Mevzunun sadece Park olmadığını aslında herkes biliyor, hele Park’ın kendisi bile sadece Park değilken…

Bir mekana yapılan müdahalenin (parkı yıkmak), o müdahaleye imkan sağlayan koşulların (parkın yıkılabilmesini sağlayan kararların demokratikliği ve hukukiliği), onu şekillendiren politikaların (kentsel dönüşüm, otoriter yönetim), bu müdahale ile beklentinin (Topçu Kışlası’nın temsil ettiği kültürel/tarihsel/sembolik anlamlar) ve bütün bunlara karşı gelişen tepkilerin (çoğul Gezi Parkı direnişi) açıklamasını ’3, 5 ağaç’ ile yapmak tabii ki mümkün değil, her ne kadar bir tek ağacın kendisinin bile içsel değeri olsa bile. Bütün bu sürecin mekansal olduğu kadar, toplumsal, politik, ekonomik, kültürel, hatta psikolojik birçok boyutları bulunmakta. Bu farklı boyutları anlamaya çalışan, bunlar üzerine kafa yoran oldukça fazla sayıda çalışma direnişin ilk günlerinden itibaren yapılmaya başlandı, ve artarak da devam ediyor. Olan biten herşey ‘iç ve dış mihrakların oyunudur’ açıklaması iktidarın kendisini kandırmadığı açık, belki kendi fanatiklerini kandırmakta, ve ona bağımlı organik düşünür/yazar/medya takımı da kanmış gibi yapmakta.

Sadece bu blogta, henüz 27 Mayıs haftası patlayan Direniş ortaya çıkmadan önce yazılmış, Gezi Parkı’nı ve bağlamını merkeze alan, içinden geçtiği dönüşümü farklı katmanlarla ele alan onlarca yazı bulunmakta. Gezi Parkı’nın dönüşümü ve o dönüşüme karşı gelişen kalkışma ve kalkışmanın aldığı çoklu boyutu mekan üzerinden anlama çalışması olarak aşağıda bir derleme yer alıyor. Kentsel dönüşümün ekonomi politiği, kamusallık tartışmaları, kent merkezi ve soylulaştırma, kurumsal siyaset dışı toplumsal hareketler, mekan ve demokrasi ve kent hakkı gibi konuları Gezi özelinde düşünmek için faydalı olabilir.

Çünkü gerçekten ‘Gezi Parkı sadece Gezi Parkı değil!’

Ayrıca Memet Ali Alabora da haklı, ‘mesele sadece Gezi Parkı değil!’

Kentin merkezini siyasete kapamak – Mayıs 2013

E ben de geçmişte Taksim’de miting yaptım. Ama belki yarın Taksim de miting alanı olmayacak. Yasak olmasına rağmen ben burada miting yaparım diyemezsin. Sana neresi gösterilirse orada miting yapmak zorundasın. Burası hukuk devleti demiş Başbakan… (Yazının devamı)

Topçu Kışlası’nda (AVM veya Müze) ısrar neden(di)? – Aralık 2012

…bu proje ile Taksim Meydanı, yani şehrin merkezi (karşılaşmanın, kamusal tartışmaların, siyasetin, dinamizmin ve değişimin mekânı) müzeleşecektir. Dolayısıyla kentin ve kentlinin de anlamı değişecektir. Şehir merkezi müzeleştikçe şehir de sabitlenecek, yurttaş katılımının onu dönüştürme ihtimali de azalacak. Aslında bu da (yoksul veya varsıl) yurttaşın (yani bir şehre/ şehrin siyasetine ait olanın) turist (yani bir şehre / şehrin siyasetine ait olmayan) ile yer değiştirmesini, şehirlinin şehriyle olan politik angajmanını dönüştüren, bir süreci ifade eder. Taksim Projesi’nin belki de en kritik noktası budur. (Yazının devamı)

Gezi Parkı’na buz pisti – Kasım 2012

‘Gezi’nin kamuya kapatılması gibi bir önerimiz yok. Ama tabii ki bir düzen getirilmek zorunda. Her elini kolunu sallayan kafeye, restorana girsin demek doğru değil. Herkes her yere girebilir mi?’
diye belirtmiş proje mimarı. Cevap çok basit: Herkesin olan her yere herkes girebilir! Kimi nereye sokmuyorsun? Biri Orman’a bilet keser, diğeri herkesin parkına ancak tüketici potansiyeli olanları alır… (Yazının devamı)

Gezi Parkı Paris’te olsaydı – Ekim 2012

Taksim Meydanı ‘yayalaştırma’ projesiyle büyük bir tehlike altında. Komşusu ve Meydan’ın ayrılmaz parçası Gezi Parkı da bu proje kapsamında yıkılarak arsalaştırılacak ve büyük ihtimal bir AVM olarak yeniden inşa edilecek. (Yazının devamı)

Taksim’e Taksim için çıkma vakti – Ekim 2012

Taksim olmadan kamusallık, siyaset, veya demokrasi olabilir mi? (Yazının devamı)

Kentleşme devrimi, kent devrimleri ve kent hakkı – Temmuz 2012

İnsanların hayatlarına ve yaşadıkları mekânlara dair kritik kararları alma imkanları bulunmuyor. Mekâna dair plan, proje ve politikalar küreselleşen sermaye ve teknokratik-yönetişim eliti tarafından belirleniyor. Kent ve mekân kapitalizmin merkezinde konumlanırken, kamusal nitelikleri ve demokratik tartışma zemini olma özelliği ortadan kalktığı için, politikadan arındırılıyor. Demokrasi (parlamenter) kalıp içinde, devletin polisiye/kontrol araçları ile toplumsal alanın özgül talepleri ile siyasal alana katılımına imkan vermeyecek şekilde organize oluyor. Swyngedouw’un politika-sonrası (post-political) şehir diye adlandırdığı bu yeni durumda (kentsel) muhalefet de siyaseti yeniden inşa etmek durumunda kalıyor. Dolayısıyla, kent ayaklanmalarından kent devrimlerine geniş bir yelpazede, dünya genelinde kurumsal muhalefet ve siyasetin dışında bir arayış var. Kurulu düzen ve siyaset yolları dışında (mekânda) verilen hak mücadelesi, veya en azından karşı çıkış, mekânın politizasyonunu ve siyasetin yeniden mekân üzerinden tanımlanmasını da beraberinde getiriyor. (Yazının devamı)

Kentsel dönüşüm, işgal hareketi ve Gezi Parkı – Mart 2012

İktidarın belki de hiç olmadığı kadar ‘yapabilirliğinin’ arttığı, profesyonelleştiği, merkezileştiği bir dönemden. Kentsel muhalefetin kurumsal mücadele yolları da hızla tükeniyor. Bu tükenişin farklı boyutları var, bir yürütme-yasama-yargı ayrımının ortadan kalkması; yasamanın KHK’ler ile tartışmaya / deliberasyona açık bir süreç olmaktan çıkması, yargı yoluyla kazanılan kent / kır mücadelesi örnekleri sonrasında yapılan stratejik hamleler, anayasa değişikliği, mevzuat değişiklikleri, vs. ile hukuki mücadele yolunun önünün kesilmesi… Ayrıca özellikle HES mücadelesinde gördüğümüz yürütmeyi durdurma kararlarının gerçekten yürütmeyi durduramaması. Dolayısıyla, kurumsal mücadele araçlarının hızla anlamını yitirdiği, hukuki mücadele zemininin ortadan kalktığı, temsili yerel siyasetin etkinliğini yitirdiği, iktidarın merkezileştiği, arkasına kitle desteğini aldığı ve profesyonelliğinin ve yapabilirliğinin arttığı ve birikim sürecinde emlak sektörünün başat bir rol aldığı bir dönemde nasıl bir mücadele anlamlı olacaktır? Keşke bir cevabım olsa… Sanırım bu süreci işgal/occupy hareketi ile birlikte düşünmekte fayda var, bu hareket nasıl imkanlar sunuyor iyi değerlendirmek gerekiyor. (Yazının devamı)

Taksim’i ‘yayalaştırmak’? – Mart 2012

Whyte, kaldırımların, küçük kentsel mekanların, meydanların cadde ile olan ilişkisini inceliyor ayrıca. Erişilebilir olmayan, otomobil ve yayayı keskin bir şekilde birbirlerinden ayıran kentsel tasarımların sıkıntılarını görünür kılıyor, bu tarz yaklaşımları ‘caddenin vahşi reddi’ olarak tanımlıyor. Bu tanımlama trafiği yer altına alarak paralel evrenler kurmayı amaçlayan Taksim Projesi için de son derece yerinde. (Yazının devamı)

Beyoğlu’nda sokakların ölümü – Şubat 2012

Kısa yürüyüşümüzün sonuna geldik. Başta da belirttiğim üzere, bu yürüyüşte amaç ‘Beyoğlu yaşanmaz olmuştu, müdahale şarttı, şimdi de hak ettiği değeri buluyor’ argümanını biraz deşmekti. Ben hem müdahaleyi, hem de öncesi ve sonrasında yaşanan dönüşümü ‘sokakların ölümü’ şeklinde değerlendiriyorum, gerekçelerini de yol boyunca anlattım. ‘Sokaklara yapılan müdahale bundan sonra yaşanacak dönüşümlerin zeminini hazırlamak içindi’ diyenlere karşı çıkamam, ancak yine de mekanda şu an somut olarak ne ifade ediyor, bunun da görünür kılınmasının önemli olduğunu düşünüyorum. (Yazının devamı)

Beyoğlu’nda soylulaştırma güzellemeleri – Ocak 2012

Örneğin hafta sonları Beyoğlu’na ailece gelip gezebilirsiniz ama ne yazık ki çok fazla gösteri yürüyüşü oluyor. Aileler de bu ortamlardan çekiniyor. Metroya atlayıp başka alışveriş yerlerine gidiyorlar. Caddenin en kalabalık olduğu zamanlarda bu gösteriler esnafın işlerini engelliyor. İstanbul Valiliği bu gösteriler için başka yer göstermeli. (Yazının devamı)

Neoliberal ütopya olarak Beyoğlu – 2011

Neoliberal kent inşa sürecinin, kentsel dönüşüm projeleri ile ivme kazandığı ve toplumsal aktörler için es geçilemeyecek bir dönem olan 2000 sonrası İstanbul’unda, hukuki güvenceden yoksun gecekondularda yaşayan kentin yoksulları; yasal yollar veya piyasa mekanizmasıyla yaşam alanlarına el koyulan kentin merkezindeki sakinleri; işyerlerini büyük sermayeye kaptıran küçük işletmeler; turizm projeleri için yok edilen kentsel ve kültürel miras alanları; toplumsal ayrışma ekseninde gerçekleşen kentsel projeler; güvencesiz ve taşeronlaşan emek piyasası; hızla ticarileştirilen kentsel hizmetler; ve kamusal alanların kaybolmasına yol açan mekanın özelleştirilmesi süreci geniş katılımlı kentsel muhalefetin hem zeminini sunmakta hem de elzem kılmakta. (Yazının devamı)

Beyoğlu’nu disneyleştirmek – Aralık 2011

Disneyleştirmek:
gerçek bir mekanı ‘orjinal’ karakterinden arındırarak, sterilize edilmiş bir halde yeniden paketlemek. ‘Güvenli’, ‘temiz’ ve aynen tematik parklar gibi evcilleştirmek. Walt Disney şirketinin Disneyland tematik parkları bu tanımlamaya esin kaynağı olmuş. Bu sürecin öne çıkan bazı özellikleri şu şekilde tanımlanabilir: Tematikleştirmek – Bir mekana belli bir fikrin iliştirilmesi; Aşırı tüketim – Bir lokasyonda birden çok tüketim imkanının sunulması; Teşhir – Metaların promosyon imgeleri ve logolar ile pazarlanması ; ve Performansa dayalı, animatif emek kullanımı. (Yazının devamı)

17 Haziran 2013
Mutlukent

Haberin kaynağı için tıklayınız; mutlukent.wordpress.com