BirGün: ‘Siyasi iklimler bize hiçbir zaman baharı göstermedi’

Gezi Direnişinin ‘Ya ameliyatlı yerime gelseydi’ sloganı 35 yıllık çizer Kemal Gökhan Gürses’in kalemiyle çizgi roman haline geldi. Kör bir fotoğrafçı hikâyesiyle yola çıkan Gürses, Gezi ve kendi deyimiyle ötekilerin adası Kınalıada’yı anlatıyor

kemal-gokhan

Gezi direnişi döneminde en beğenilen duvar yazılarından biri “Ya ameliyatlı yerime gelseydi’’ olmuştu. Bu slogan, 35 yıllık çizer Kemal Gökhan Gürses’e ilham oldu ve uzun zamandır eline almadığı kalemiyle yeniden buluştu. Henüz 14 yaşındayken Mikrop dergisinde başladığı çizerlik hayatının 35.yılında Kemal Gökhan Gürses’le kitap vesilesiyle çok sevdiği Kınalıada’da buluştuk, Gezi’yi, Türkiye’de siyasi mizah arayışını, duvar yazılarını ve İstanbul’u konuştuk.

»Gümrü’den başlayalım. Kitapta Gümrü’deki çizgi roman atölyesinden bahsediyorsunuz.

24 saat çizgi roman diye bir proje bu. Belli bir saatte başlıyor. 24 saat içinde 24 sayfa çiziyorsunuz. Bunun devamı da oydu zaten. Aşağı yukarı kırk kadar katılımcı vardı. Değişik yerlerden gelen çizerler vardı. Büyük kısmı çizgi romancı değildi. Çok farklı tekniklerle bir şeyler anlattılar. Sonra Türkiye ayağını benim evimde yaptık. Yıldıray Özilyen ve Fırat Düvencioğlu adlı arkadaşlarımız bu etkinliğin sonunda ödül aldı. 15 Haziran günü başladı etkinlik ve İstanbul’daki hareketlilik çok büyüktü o gün. Kötü bir internet bağlantısıyla olanları takip etmeye çalıştım.

BUNLARIN HEPSİ HİKAYE

»Kitabın fikri nasıl oluştu? Bir kıvılcım mı vardı kafanızda? Böyle bir durum var ve ben bir şeyler ortaya koymalıyım mı dediniz?

Herhangi bir sanatsal etkinliğin aracına sahipseniz bu denli kapsayıcı toplumsal bir hareket muhakkak sizde de bir şeyleri harekete geçiriyor. Eli kalem tutan herkes bir şeyler yaptı. Ben de uzun süredir sessizliğimi muhafaza ederek sürdürdüğüm yaşamımda bu kadar derinden beni çarpan başka bir şey olmadığını hissediyordum. Bunu bir biçimde anlatmak lazım. Hollywood’un yerleştirdiği bir alışkanlık var. Bundan ticari bir şey çıkarmak. Çıktı zaten, sloganlar yan yana kondu, tweetler kitap oldu falan. Artı emek gerektiren şeylerden kaçıldı. Hikâye anlatmayı çok seven bir adamım. Cumhuriyet gazetesinde “Ağaç Yaşken Eğilir”i çizerken de benim kısa hikâyelerim vardı. Sonradan topladığım kitaplardan birisinin adı “Aslında Bunların Hepsi Hikâye”dir. Kendi hayatımda olan kimi şeylerle, olmayan şeyleri aslında olmuşcasına bir araya getirmeyi çok seven biriyim. Kafamda bir şeyler dolaşıyordu. Birden Facebook sayfasına “Gezi’yi bir belgesel olarak çizmeyi düşünmez misiniz?” diyen bir mesaj geldi. “Hayır düşünmem” diye cevapladım.

ÇİZER İLK FİKİRLERİN KISKANCIDIR

»Niye hayır dediniz?

Kafamdaki şey o değildi. İkincisi tam da böyle bir şeyin herkes tarafından düşünüldüğünü hissediyor olmak zaten rahatsız edici. Çizer bütün ilk fikirlerin kıskancıdır. Ben de bu kıskançlığı içimde hissettiğim için bunun telaffuz edilmesinden rahatsız oldum. İçten içe bir şey yapmam gerektiğini daha fazla hissettiğim bir duruma yaklaştım. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama hikâyeler bir yerde birleşti. Eski bir hikâyeyle şimdiki hikaye arasında bağlantı kurayım dedim. Bir fotoğrafçının hikâyesini anlattım. Hikâyeyle Gezi arasında bir korelasyon sağladım. Gezi’yi bütünüyle anlatan bir hikâye değil, duygusunu bir tat olarak içinde bulunduran bir hikâye. Didaktik ya da belgesel tadında bir iş değil. Çizgi roman dramatik yapısı olan bir şey. Çatışmalara dayalı bir yapısı var. Büyük bir yanlışlığın üzerine kurmaya karar verdim zaten. O yanlışlığın da bir hikâyesi var bende. Bütün bu bağlantıları kurarken Gezi’nin atmosferini yansıtmaya çalıştım, çok yansıtabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü çok kendine has bir duygusu var Gezi’nin. O duyguyu en iyi anlatan şey üretilen sloganlar. Onlar oradaki tüm duyguyu anlattı. İnce ve dokunaklı bir mizah. O dönemde bir sosyal paylaşım sitesinde şunu yazdım: “Ben mizahçıyım diye dolaşıyorum ama bizim bu işi yapmamamız lazım. Çok daha ileri bir düzeyde ve üstelik anonim bir şekilde yaptı bunu gençler.” Bu hikâye mizahi bir kurguya sahip olmasına rağmen bir mizah çizgi romanı değil. Duygusal komedi diye tabir edebileceğiniz bir yapıya sahip.

METÜST’ÜN SLOGANINI SEVMİŞTİM

»Sloganlardan bahsettik madem; şöyle sorayım. “Ya ameliyatlı yerime gelseydi” en beğendiğiniz slogan ki kitaba adını verdiniz. Başka hangi sloganlar geliyor aklınıza?

“Kahrolsun bağzı şeyler” ilk olarak geliyor aklıma. Metin Üstündağ’ın elinden çıkan “Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye” var. Mizahçının elinden çıktığı için biraz profesyonel kaçıyor diğerlerine göre. LGBT’nin eyleminde çıkan “Nerdesin aşkım, burdayım aşkım” çok güzeldi. “Mustafa Keser’in askerleriyiz” çok zekice ve ters köşeydi.

SLOGANI YAZANI BULDUM

»Böylesine ince bir mizahın sokakta var olduğunu görmek mizahçı olarak size neler hissettirdi?

Mizah biraz talebe işidir. Yan yana yaşamaktır, ilk defa bir şeyle karşılaşmak, tepki göstermektir. Can yanmasını en iyi ifade etme alanıdır mizah. Mizah için aidiyet duygusunun çok az gelişmiş olması gerekir. Hem zekânız hem ruhunuz aidiyeti çok taşımayacak. Meslek sahibi olmakla beraber aidiyet duygunuzu geliştirmeye başlıyorsunuz. Aidiyet duygunuz varsa sivrilikleriniz ortadan kalkmaya başlıyor, dolayısıyla mizah duygunuz azalıyor. Bu yüzden genç işidir. Mizah zekası bir yerde bekleyen bir sürü tohum böyle bir ortamda her taraftan filiz verdi. Bu tohumlar çok iyi patladı, çünkü ayaklarına çok iyi basıldı. “Ya ameliyatlı yerime gelseydi” de böyle bir acınının ürünü aslında. Sloganı yazanı buldum bu arada. Söyleyemiyoruz ama.

»İnternet üzerinden mi ulaştınız?

Tesadüfen internet üzerinden ulaştım. Kitapta söz verdiğim gibi bir büyük rakı ısmarlayacağım. Hak etti çünkü. Fazlasını da hak etti de benim imkanlarım bu kadarına yetiyor.

»Hikâyeyi neden kör bir fotoğrafçı üzerinden kurguladınız?

Görmek, gözü açılmak aslında hikâyedeki temel meseleydi. Gezi Parkı’nda birçok insanın gözü açıldı. Anahtar buydu. Tesadüfen yıllar önce İtalya’da inşaatçı babasıyla dolaşan kör bir fotoğrafçıyla karşılaşmıştım. Gerçekten sisli bir Venedik gününü fotoğraflarken biz hiçbir şey göremiyorduk. Bunu mutlaka bir yerde kullanmalıyım diye düşünüyordum.

»Kemal Gökhan Gürses eli kalem tutan biri olarak bir sorumluluk hissetti ve bu kitabı çıkardı. Tatmin olmuş hissediyor musunuz kendinizi?

Hayır hissetmiyorum. Yeni bir hikâye daha çizmem lazım ama Gezi’yle ilgili değil. Her zaman bir şey daha yapmak istersiniz. Hikâyeyi ve neyi çizeceğimi biliyorum, şimdi ona başlayacağım. Benim için yeniden başlamak önemliydi, yeniden başlama imkânı yarattı, o yüzden tatmin ediciydi. Gezi Parkı ile ilgili çok iyi bir şey yapmadım, ben bir hikâye çizdim. Bunlardan daha fazla olacak ve herkes masasında bunları çalışacak. O duyguyu hatırlamak açısından saygın bir kitap. Bir belge kalsın istedim. Hikayenin aslında arkasında Kınalıada var.

HRANT’TAN ÖNCE VE SONRA

»Kınalıada Gezi kadar başrolde

Elbette. Burası da aslında bir ötekiler adası. Buradaki sokaklar ve mimariyle ilgili bir iki duygu yansıtmak istedim. Ben bu adanın popüler olmasını istemiyorum ama bu ülkede birçok vicdan kilidinin açılmasına yol açan insanın kaybı herhalde hepimizi bu tarafa topladı. Türkiye tarihi bence Hrant’dan önce ve sonra diye ikiye ayrılan bir tarih. Hrant’dan sonra hepimizin hayatında kimi şeyler nasıl değiştiyse, bu değişimin durmayacağını düşünüyorum. Vicdandan bakmak diye tanımladığım şey Gezi Parkı’nda da devam etti.

»Ötekilerin adasından İstanbul’u nasıl görüyorsunuz?

İstanbul çok karanlık görünüyor. Hikâyeyi görünce bir arkadaşım “Bütün İstanbul çizimlerin simsiyah” dedi. Öyle görüyorum çünkü. İstanbul benim şehrim, üstüne oyun yazdım hem de. Çizgi roman yaptım. Aşık olduğu şehir. Şehirler de insanlarıyla birlikte var. Roland Barthes’ın bir sözü var ya “Şehrin şiirini insanlar yazar” diye. Biraz o insanlarla birlikte var olan bir resmi var İstanbul’un. O resim değişiyor ve bu değişim kaçınılmaz bir şey. Ben de o resmi beğenmiyorum.

»Türkiye’de yıllardır siyasi mizahın yapılmadığı, özellikle son 10 yılda yok olduğu konuşuluyor. Hrant’dan önce ve sonra diye ayırdığınız Türkiye’de mizah hangi yöne doğru gidecek?

Anonim mizah büyük ölçüde patlama yaparken profesyonel mizah yapanlar sınıfı geçti diyemeyeceğim. Daha başka şeyler bekliyordum. Dünyanın da bir beklentisi vardı.

TURGUT ÖZAL BANA DAVA AÇMIŞTI

»Profesyonel mizah yapanlar derken kastettiğiniz mizah dergileri mi?

Evet. Onun dışında mecra yok zaten. Zaytung gibi internet üzerinden yazılı mizah üretenler zaten işlerini yaptılar. Kurumsal bir yapı olmasına rağmen anonim bir yapı. Ben o yanını seviyorum, daha sivil ve tanımlanmamış buluyorum. Birazcık geriye dönecek olursak bizim hafızamız şu anki durumu çok dramatize ediyor gibi geliyor. Turgut Özal ölmeden önce son davalarından birini bana açmıştı. Çok sert bir dönemdi. Durmadan dava açılıyordu. Tombik, sevimli, şeker adam gibi durmuyordu ama bu işleri şahsen yapmaz kimileri. Tayyip Erdoğan daha şahsen yapıyor, kavgaya girmeyi seviyor çünkü. Omuz atılacaksa kendi atıyor. Özal öyle değildi, birine omuz attırıyordu. Demirel dönemi aynı şekilde korkunçtu. Türkiye’de mizahçılara en fazla dava açan adamlardan biridir Demirel. Baktığınızda adı babaydı. Siyasi iklimler hiçbir zaman bize baharı göstermedi. O yüzden şimdiki durumdan kış diye bahsetmek benim için çok yeni bir şey değil.

»Son olarak neler söylemek istersiniz?

Başarılar diliyorum okuyuculara. Sivil bir şey olsun istedik. O yüzden de tanınmamış yayınevinden bastık kitabı. Bunlar önemsediğimiz şeyler. Mümkün olduğu kadar sivil ortamda yaymaya çalışacağız.

»Nasıl bir tepki alsanız hoşunuza gider?

Ben biraz kavga çıksın istiyorum. Birisi “Gezi böyle değildi’’ desin. Öteki “Böyle olmaz!” desin. “Kör adam fotoğraf çekemez” desin. Hatırlansın istiyorum. Her şey daha çok taze. ODTÜ halen sıcak. Melih Gökçek bile çok etkilenip “Olmamalıydı” diye kitap yazmış. Ben de “Bence de” diye bir cevap vermeyi düşünüyorum.
*Kemal Gökhan Gürses yarın saat 13.00’te Tüyap Kitap Fuarı’nda yapılacak imza günüyle okurlarıyla buluşacak.

Emrah Temizkan
7 Kasım 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net