Birdirbir: Telegrafın yeniden keşfi ve Olimpiyat Stadı – Ragıp Duran

olimpiyat_stadinda_50_bin_besiktasli

Bu yaz Ayvalık’a uğradığımızda, Yörük Mehmet’in lokantasında Yücel’le (Express’ten Yücel Göktürk) bir öğle rakısında, derginin internetteki konumunu konuşuyorduk. Gezi özel sayısının, üç özel baskı yapmasına karşın site ve blog’larda yeterince yer almadığını söylediğimde, Yücel, önce “sen Twitter’ı izlemiyorsun galiba” dedi, olumlu yanıt verince “abi, telegraf yeniden keşfedilmiştir, senin de derhal tweet dünyasına girmen lâzım” dedi. Aslında Esra da (Bilgi Ü.’den Doç.Dr. Esra Arsan) bu konuda uzunca zamandır beni teşvik ediyordu. Twitter konusunda teorik bilgi sahibi olmama rağmen biraz tembellik, biraz çekingenlik nedeniyle, kendim uzak durup bu alandaki gelişmeleri sağolsun eşim sayesinde izlemeye çalışıyordum. Bu arada hayırsever birkaç İletişim Fakültesi öğrencisi, benim adıma bir hesap açıp yazılarımı oradan parça parça yayınlıyor ya da apoletlimedya, birdirbir.org’a  gönderme yapıyorlardı. Onlar da geçenlerde, kendiliğinden, “hocam, hesabınızı size devrediyoruz” deyip gerekli formaliteleri yerine getirdi.

Twitter hakkında birkaç kaygım vardı, halen de var: İnternet neredeyse yeni bir dili şart koşuyor. Çünkü her şey çok hızlı, belki de bu nedenle kaçınılmaz olarak yüzeysel olmak zorunda. Üstelik neredeyse reklamcı mesajı gibi bir fikri, bir iletiyi işte en fazla 140 vuruşta ifade etmek gerek. Sınırlayıcı koşullar bunlar. Artı, olaylarla fikirlerin süratleri sosyal medyada neredeyse eşitleniyor. Oysa ki habercilik açısından mutlaka olumlu olan bu durum, sentez/analiz açısından “fast thinking” tabir edilen metodu gündeme getiriyor, hatta yıldızlaştırıyor, yani meşrulaştırıyor. Her şeyi çok hızlı bir şekilde izleyip kavrayacaksın, aynı süratle de değerlendirip yorumlayacaksın. Üstelik de öyle uzun uzadıya değil, mümkün olduğunca kısa bir şekilde… Herhangi bir siyasî ya da medyatik olay karşısında, klavye karşısına geçip hemen iki satır görüş belirtmek, yorum yapmak, açıkçası benim ilgi ve uzmanlık alanım değil. Görüş oluşturmak, yorum yapmak için minimum bir mesafe ve süre gerekir bence. Anlık tepki tabi kii değerli ve gerekli ama, yeterince okumadan, araştırmadan, hatta eşle dostla tartışmadan böyle pat diye bir fikir yaratmak, hele bunu kamu alanına salmak bana zor geliyor. Bu nedenle ben Twitter’da medya eleştirisi ve diğer konularda yazdıklarımı paylaşmayı düşünüyorum ve tabii ki bu alanda yazan meslektaşları, arkadaşları izleyeceğim.

Twitter’ı habercilik açısından önemsiyorum. Pazar akşamı Olimpiyat Stadı’nda oynanan maçı Lig TV’den izlerken olaylar çıktığında spikerler belki 10 dakika boyunca sustu. Bir tek bilgi yok. Sadece görüntü var. Twitter’da ise olaylar henüz yaşanırken, kaynağı kesin belli olmasa da, doğruluğu tartışılır da olsa, çok sayıda mesajda hem somut bilgi hem de onlarca görüş/yorum dolaşıyordu. Twitter sadece profesyonel gazetecilerin/habercilerin medyası değil. Tüm yurttaşların alanı. Az somut bilgi, çok görüş/yorum/izlenim de olsa, medya okur-yazarı süzgeci, hatta belki de sadece genel kültür-bilgi ve sağduyu süzgeci olan her yurttaş, Lig TV susmuş olsa da, Olimpiyat Stadı’nda olup biteni adım adım anlamaya ve kavramaya başlıyordu:

Önce “background” anımsama: Gezi ruhunu futbol dünyasında en esaslı ve etkili bir şekilde sürdüren grup Çarşı idi. Bu durum siyasî iktidarı yeteri kadar rahatsız ediyordu. Kazlıçeşme mitinginde, kimsenin pek yaklaşamadığı protokol bölümüne kadar bir grup sokulup Çarşı’nın Başbakan Erdoğan’ı desteklediği yolunda bir pankart bile açılmıştı. Çarşı, isim hakkını koruyunca, tribünlerde “1453 Kartalları” adlı bir oluşum zuhur etti. Çarşı, Beşiktaş’ın büyük çoğunluğunu temsil etmenin dışında, GS ve Fener camialarında, ayrıca futbolla ilgilenmeyen kesimlerde de sempati kazanmıştı.

Twitter’dan bana gelen bir uyarıyı bu araya sıkıştırayım: “Fener’den söz ederken solcu Fenerlileri rencide etmeyecek bir dil kullanmanızı dilerim” demiş bir arkadaş. Yerden göğe haklı. Yakın geçmişte Fenerbahche bildirisini aynı yaklaşımla desteklediğimi yazmıştım. Gezi’den sonra Istanbul United fikriyatı hepimizde gül açmıştır. Ondan önce de, birisi solcu ise onun Fenerliliği zaten bize ancak hoş bir sedadır…

Maçta Melo’nun kırmızı kart görmesinden çok önce Lig TV tribünlerde “kıyasıya kavga eden” Beşiktaşlı taraftar gruplarını göstermişti. 1453, Çarşı’ya saldırıyordu.

Çarşı’yı tanıyanlar, bu grubun 90+2’de sahaya inip maçı iptal ettirecek bir girişimde bulunmayacağını çok iyi biliyor. Çarşı galibiyeti, beraberliği ve mağlubiyeti spor karşılaşmalarının doğal üç sonucu olarak karşılayan olgun, zeki, mizahî bir grup. Beşiktaş hakem ya da rakip takım tarafından haksızlığa uğramış olsa bile buna şiddetle karşılık verilmemesi gerektiğini bilen sorumlulukta bir topluluk.

Pazar gecesi televizyonu kapattığımda saat 02:00 idi. Birçok kanalda konu öyle ciddi bir boyutta, derinlemesine bir şekilde, yani siyasî motivasyon çerçevesinde tartışılmadı. Ama yine de bölük pörçük bilgilerden puzzle’ı tamamlamak mümkündü. Resmî yetkililer açıkladı: Maçtan iki saat önce çok sayıda kapı/turnike kırılmış, yüzlerce, belki de binlerce kişi maça biletsiz girmişti. Erman Toroğlu haklı olarak “bu kapıları kıran kimse, 90+2’de sahaya girenler de onlardır” dedi. Hakan Şükür bile, sahaya inenlerin Beşiktaş seyiricisi olmadığını savundu. BJK kombineleri artı Biletix satışları artı maç günü stadyum satışları toplandığında bir türlü resmen ilan edilen 76.127 sayısına ulaşılamaması da ilginç, hatta garip.  Bir de alıcısı meçhul bir “5 bin bilet”ten söz ediliyor. Kapıda kesilmeyen ve koçanı seyirciye iade edilmeyen biletler de cabası… Lig TV sesi kapatmış, hatta görüntünün altına başka ses döşemiş olsa da, Gezi sloganları Olimpiyat Stadı’na belirli dönemlerde damgasını vurmuştu. Mesele apaçık siyasî idi. İktidar karşıtı Çarşı’yı cezalandırmak için bir düzen kurulmuştu. Maç sırasında, tribünden yazılan bazı tweet’lerde sahaya girenlerin “Allah Allah!” diye bağırdıkları  bilgisi vardı. Olimpiyat Stadı’nın güvenlik kameralarının çalışmadığını ya da çalışsa bile kayıt kalitesinin düşük olduğunu, bu nedenle suç işleyenlerin simalarının saptanamayacağını da söyledi bir yetkili. Ekranda gördüğümüz atkı ile yüzünü kapatan saldırganlar da herhalde soğuk algınlığına karşı tedbir almıyordu.

Sonuç olarak, maç sırasında özellikle 90+2 ve sonrasında Twitter üzerinden yaygınlaştırılan bilgilerin önemli bir kısmı, tanıklar ve uzmanlar konuştukça doğrulandı. Hele 1453’ün maç öncesi attığı tweet’leri de hesaba kattığımızda, artı gözaltına alınanların savcılık makamınca pazartesi günü derhal serbest bırakılması, Olimpiyat Stadyumu’nda planlı-programlı bir Çarşı/Gezi karşıtı operasyon yapıldığını gösteriyor. Ortada yeteri kadar somut bilgi var.

“Bu operasyondan siyasî olarak kim kazanır, kim kaybeder?” sorusu gündeme geldiğinde, amacın Gezi/Çarşı’nın hem sesini kesmek hem de onları kriminalize etmek  olduğu anlaşılıyor. Beşiktaş galiba en az beş maç sadece kadın ve çocuk izleyicilerin girebildiği tribünler önünde oynayacak. Böylece bu sefer, Beşiktaşlı kadın ve çocukların Çarşı/Gezi ruhunu ne kadar yansıttıklarını görebileceğiz. Bu nedenle operasyon aslında amacına pek ulaşacağa benzemez. Ama yine de Çarşı’nın, hem Beşiktaş hem genel futbol izleyicisi nezdindeki prestij ve ağırlığını 1453 manivelası ile karalamaya çalışmak çok akıllı bir stratejisi olmasa gerek.

Pazar akşamı, Türk egemen medyasının zavallı ve rezil halini bir kez daha gördük.

Ragıp Duran
23 Eylül 2013
Kaynak; birdirbir.org