habersoL: Martine Luise Fischer’den Gezi izlenimleri ‘Gezi, direniş, sanat ve yabancılaşmanın kırılışı’

‘Türkiye’de olma nedenim yeniden anlam kazandı. Birden o kadar da yalnız hissetmedim kendimi. Aslında herkes her şeyi biliyordu, sadece kimse konuşmuyordu. 31 Mayıs 2013 tarihinden beri kendimi daha iyi hissediyorum.’

Martine Luise Fischer

İstanbul’da yaşayan Avusturyalı bir ressam ve fotoğraf sanatçısı Martina Luise Fischer’in Gezi Direnişi izlenimleri…

“Parka saldırıdan önceki akşam prova halindeyiz. Ben de binicilik kaskımı taktım. Ata binerken kask takmıyorum ama Taksim’e giderken gerekli.”

Son zamanlarda Türkiye’deki kendi yaşamıma anlam verememekle meşgulüm. Benim Türkiye sevdamın ve buraya yerleşmemin en önemli sebeplerinden biri, buranın laik bir ülke olmasıydı. Bu bana heyecan veriyordu. Bu, doğduğum, büyüdüğüm Avrupa’da bilinmeyen bir devlet statüsüydü. Dini inançlardan ve işlerden bağımsız bir devlet statüsü, benim için oldukça ilginç bir durumdu. Türkiye, bu konuda fantastik bir ülkeydi. Avrupa’dan ve dünyadan bu konuda farklıydı. Dışarıdan gelenler, bu tür bir devlet yönetimi karşısında şaşırıyorlardı, çünkü onunla kıyaslayabilecekleri başka bir ülke yoktu.

Bugünlerde yabancı basın bile, Türkiye’nin laiklikten çıktığını, başkalaştığını duyuruyor. Uzun zamandır laiklik yok oluyor, onun yerine de neoliberal, faşist ve vahşi bir kapitalizm yerleşiyordu. Türkiye, acımasız dünya ekonomik rekabetine ılımlı bir İslam modeli olarak dahil oluyordu.

Şimdi baktığımda, benim bu ülkede yaşamak için sebeplerim, biraz sığ sebepler gibi kalmış. Sığ sebepler: yemekler ve hava daha iyi, falan filan… Son senelerde yurtdışından gelip buraya yerleşen Türk ve yabancıların niyetinin, sanatçılar dahil, iş yapmak, sadece büyük pastadan payını kapmak olduğu çok net. Neredeydiniz siz on beş yıl önce?

Neoliberal rekabet ortamında iyi eğlenceler dilerim!

31 Mayıs 2013 tarihinden beri kendimi daha iyi hissediyorum.

Şu anda İstanbul, benim için dünyanın en güzel şehri ve olmak istediğim tek yer.

6 Haziran 2013, bir hafta önce yaşadıklarımızı hatırlıyorum. Hırdavatçılar çarşısına gidiyordum. Hava çok sıcaktı. Gaz maskesi bulmak konusunda kararlıydım. Bir dükkana girdim, gaz maskeleriyle ilgili bilgi edindim. Dükkan sahibi tebrik etti beni, “Vallahi bizim yapamadığımızı siz yapıyorsunuz, ne cesaret!” dedi. Hem biber gazı saldırısına karşı işe yarayacak hem de hesaplı olacak bir maske ve gözlük bulmaya çalıştık. Taksim Dayanışma Platformu’na vermek için 20 tane almak istedim. Kapakları, pedleri, filtreleri ile 20 tane maskeyi ve gözlükleri hazırlarken, dükkan sahibine distribütöründen haber geldi, “polis bize maskeleri satmamamız için baskı yapıyor, dikkat et sana da gelebilirler” diye. Birden ortam gerildi. Dükkan sahibi, “isterseniz kredi kartıyla ödemeyin, sizi bulabilirler” dedi bana. “Benim gözüm kara, umurumda değil” dedim, fakat malzemelerin fiyatı limiti aştığından kredi kartıyla ödeme yapamadım. Bunun üzerine nakit para çekip ödemeyi yaptım, fatura istemeyince dükkan sahibi rahatladı.

İki büyük koliyi bir taksiye yerleştirerek Gezi Parkı istikametine doğru yola koyulduk. Taksi şoförü bana 3. Köprü’nün inşası için 600 tane çok güzel karaçam ağacının kesilmesinden bahsetti. “Bunların yanında Gezi Parkı’ndaki ağaçlar nedir ki?” dedi. Yine uyarı aldım, “dikkat edin” diye. Sanki yasak olan bir şey yapıyormuşum gibi. Sonra da maskeleri platform üyelerine teslim ettim. Maskeler de gözlükler de çok işe yaramış.

Şimdi Gezi Parkı’na ve direnişe bakınca, her şeyin çok daha güzel organize olduğunu görüyorum. Tebrik ederim sizi, dünyaya örnek oldunuz, muhteşemsiniz!

Uzun zamandan sonra Türkiye’de olma nedenim yeniden anlam kazandı.

Birden o kadar da yalnız hissetmedim kendimi. Aslında herkes her şeyi biliyordu, her şeyin farkındaydı, sadece kimse konuşmuyordu.
Ve ben her zaman biliyordum, Türkiye halkı pasif, tembel ya da aptal değildir. Aksine çok zekidir.

Direniş sanatı ve ölüm korkusu
Ben Galata’da oturuyorum.

Gezi Parkı Direnişi başladığı günden beri, her gün İstiklal’den yürüyor, Taksim Meydanı’ndan geçip Gezi Parkı’na gidiyor, fotoğraf ve video çekiyordum. Bazen de ihtiyaç olan birşeyler getiriyor veya arkadaşlarımın yanına gidiyordum. Her gidişimde farklı güzelliklerle karşılaştım. Parktaki yaratıcılık yüksek seviyedeydi, her şey çok güzeldi. 15 Haziran Cumartesi akşamüstü de böyle bir yaratıcılık vardı parkın içinde. Ben de ihtiyaç listesine göre aldığım tost ekmeği, sandviç gibi malzemeleri parktakilere götürüyordum.

Birden parka polis kuvvetleri girdi. Gaz ve ses bombalarıyla saldırarak, kalkanlarıyla insanları iterek zorla parktan çıkardı. Cumartesi akşamı gezmeye gelenleri, çocuk, yaşlı, turist, binlerce kişiyi, herkesi…

Ben de ne yapacağımı şaşırdım, video kameramı çıkarttım ve önüme geleni çektim. Sanki kameranın arkasında sığınabilecek bir yer var gibi…

Çoğu insan Divan Otel’e doğru koştu. Ben de öyle yaptım.

Sonra polis daha sert saldırmaya başladı. Hem plastik mermi, hem gaz bombası, hem de gazlı tazyikli su… Plastik mermilerden biri yanımdaki sütuna çarpıp üzerime sekti. Korku içinde, diğer insanlarla otele sığındık. Daha sonra hem kendi canımı kurtarmak, hem de yaralanan, bayılan, perişan olmuş insanları çekmek istemediğimden ve onlara yardım etmem gerektiğinden, her şeyi çekmeye devam edemedim.

Saldırı devam ederken ayakta duran bir adamın nefes almakta çok zorluk çektiğini gördüm. Kutular içinde dağıtılan astım spreylerinden bir tane alıp yanına gittim ve omzuna dokundum. Dokunduğum anda adam birden bayıldı ve yere düştü. İnsanlar her yerde doktor diye bağırıyordu. Doktorlardan birini çağırdık ve adama yardım etti.

Daha sonra otelin içine önce tazyikli su sıkıldı, sonra gaz bombası atıldı. Büyük panik yaşandı. Yüzlerce insan küçücük koridorlarda, izdiham içinde otelin alt katlarına koşmaya başladı. Alt katlarda yaralı insanlar vardı. Gaz alt katları doldurmaya başladı. Havalandırma da çalışmadığından yüzlerce insan havasız ve çaresiz, yavaş yavaş zehirleniyordu.

Saatlerce orada kaldık. Otelden çıkmak mümkün değildi. Polis oteli ablukaya almıştı ve çıkan herkesi gözaltına alıyordu.

Polis ikinci gaz bombasını attıktan sonra ben asansöre bindim ve yanlışlıkla eksi üçüncü kata indim. Kapı açıldığında yoğunlaştırılmış biber gazı dumanının bütün katı doldurduğunu gördüm. O sırada doktorlar sedye üzerinde ağır yaralı birini asansöre getiriyordu. Kabine sığmadığından sedyeyi dik koyarak asansöre bindiler. Ben de sedyenin altına sığınmak zorunda kaldım.

Avusturya Konsolosluğu acil durum numarasını aradım ve yardım istedim. Aldığım cevap tokat gibiydi : “Malesef bir şey yapamıyoruz, polisi arayın.”

Ben Divan Otel’de altı saat mahsur kaldım. Ve havasızlıktan öleceğimi sandım.

Polis memurları, Emniyet Müdürü, Başbakan, Vali ve İçişleri Bakanı hakkında suç duyurusunda bulundum.

‘Yabancılar yurdu’
Sanat çalışmalarımı uzun bir süre “yabancılaşma”yı konu alarak yürüttüm. Bu konuda özellikle insan, hayvan ve doğa üzerine çalıştım.

Marx’a göre, modern kapitalist toplum teknolojiye yalnızca üretim açısından değer vermekle kalmaz, fakat teknoloji tarafından üretilen nesnelere, insan varlıklarına gösterilmesi gereken saygıyı göstererek, tapar. Böyle bir toplumda, insanlar birbirlerini gerçek bir değeri olmayan araçlar olarak görürlerken, makineler çok yüksek bir değer kazanıp, insanların taptığı amaçlar olup çıkarlar. Böyle bir toplum insanları birbirlerine yaklaştırmak yerine, her birini diğerlerinden yalıtılmış küçük adacıklar haline getirir. İşte böyle bir toplum yabancılaşmış bir toplum, böyle bir toplumun bireyleri de yabancılaşmış insanlardır.

Sonbaharda GaleriBu’da sergim olacak. İsmi de “Yabancılar Yurdu”. Resim ve fotoğrafın yanında enstalasyon yapmayı planlıyorum. Sergi mekanının bir bölümünde duracak, ahşap, dev bir kara kutu yapmayı düşünüyorum. Bu kutunun içine bizim çeşitli sebeplerden dolayı (baskı, sansür, korku, depresyon…) ifade edemediklerimizi, yapamadıklarımızı saklayarak, bunları sembolik hale getirmek istedim. Gezi parkı olaylarından sonra bu kara kutunun bir taraftan patladığını düşünüyorum. Bunu aynı şekilde sergimde uygulayacağım.

Şimdi bize yeni bir dünya düzeni, bir ütopya gerekiyor. Gezi Parkı buna en güzel örneklerden biri oldu.

4 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; haber.sol.org.tr