Bianet: Eskişehir direniş günlüğünü okumak – Çiğdem Ünlü/İncilay Cangöz

“Geleneksel siyasetin içinde, meclisteki hiçbir siyasal parti bu hareketten medet ummamalı kendi hesabına. Çünkü bu hareket belki de en çok medet umanları değiştirecek.”

eskisehir

Taksim Gezi Parkı direnişi tüm yurtta olduğu gibi Eskişehir’de de yansıma ve destek buldu. Geniş katılımla yapılan protesto yürüyüşünün ardından kentin merkezi ve trafik akışında önemli olan Üniversite Caddesi’nin bir bölümü çift taraflı kapatıldı. Cadde doğu-batı yönlerinden çevre yolu girişi ve kent merkezi bağlantılı yani ana alterlerden; kuzey cephesi yüksek apartmanlar, güneyi ise en çok ziyaret edilen AVM. Alanın adı belli: “Halk için kamulaştırıldı.”

Batı tarafı Anadolu Üniversitesi, alanın bir kapısı bile var. Bunca marjinalleştirilme ve “şiddet-severler” olarak tanımlanma çabalarına rağmen yaşlarından beklenmeyecek kadar olgunlar ve o kadar ne yaptıklarını kendi bağımsız iradeleriyle bilen bir grup ki, Yunus Emre’nin memleketine yaraşır tarzdan alana herkesi davet ediyorlar: “Giriş herkese serbest”

“Başbakan gelse kabul eder misiniz?” sorusuna “bizi dinlemek için geliyorsa elbette” bir diğeri espriyi patlatıyor: “Çayımız hazır ha çay istemezse kokteyl, cacıklı”

Karayolu kapatılmakla birlikte toplu taşıma yani tramvayın hareketi engellenmemeye dikkat edilmiş. AVM’de çalışanların rahatlıkla girip-çıkmaları sağlanıyor. Sabah müzik yapıyorlar; iş yerine müzik eşliğinde gelmek keyifli. AVM çalışanları onların yanından tebessümle geçiyor. Referandum önerisi ve miting gözdağı ile direnişçiler halkın uzağında ve azınlık konumuna çekilmeye çalışılsa da onlar bu halkın çocukları ve bu halka çok duyarlı.

Gençler bu duyarlılıklarını alanı sadece hoca kimliğiyle ziyaret eden Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’e de, “Kamu malına zarar veremeyeceklerine, esnafı rahatsız etmeyecek, çevreyi kirletmeyecek ve hatta kamu görevlilerine de yardımcı olma” konusunda hep bir ağızdan ve yüksek perdeden söz vermişlerdi. Sahiden de öyle… çöpler toplanıyor, etraf banka ATM’leri ile dolu zarar-ziyan yok. “Evde kirli bardak sorun olurken burada olmuyor, tek kirli bardağa dayanamayanlar burada ne pislikleri temizliyor görseniz” diyorlar. Onların meselesi farklı, alanda dayanışma o kadar yüksek ki… Çay tepsisi dolaşıyor, isteyenlere çay.

Kısılan sesiyle bir genç anlatmaya başlıyor: “Biz hiçbir siyasi parti organizasyonu ile burada değiliz. Biz çevreyi savunuyoruz; görüşlerimizi ifade etmeye çalışıyoruz. İnsanların kendi düşündüklerini anlatabilmelerini istiyoruz. Serbest kürsü kuruyoruz, orada isteyen istediğini söylüyor. Şiddet istemiyoruz; demokratik haklarımızı savunuyoruz.”

Eylemler sadece çevre duyarlığı değil; Gezi Parkı ile sembolleşti ve iyice otoriterleşen AKP yönetimine yönelik sosyal bir patlama.

Taksim Gezi Park’ından yeni dönen bir başka direnişçi orada olmasını şöyle anlatıyor: “Yaşadığımız haksızlık; en başta kardeşimin girdiği KPSS sınavında sorular çalındı ama sınav iptal edilmedi. Daha öncesinde hep 30-40 alanlar 90-95 çektiler. Sorular ve cevapları onlara verildi. Ben burs bulmak için çok uğraştım, milletvekili çocuklarına 3 katı fazla burs veriliyor üstelik geri ödemesiz. İnternette gezinirken sürekli engelleniyorum, o siteye gireme bu siteye gireme.
Baba figürü çok diktatörleşiyor. Her şeye karar veren diktatör bir baba var. Ona tepkiliyim. Tüm bu yaşadıklarıma itiraz etmek istedim.”

Hepsi diyaloga çok açıklar, kendilerini net ve güzel ifade ediyorlar. Gelen herkesle konuşuyorlar ama temkinliler de; “sivil misiniz?” Arkadaşımız Çiğdem de yapıştırıyor, “Tamamen siviliz…” Ne de olsa aynı kuşak.

Biz onları apolitik düşündük ama değillermiş, her şeyin çok farkındalar. Sadece bizim kalıplarımız ve kavramlarımızla onları anlamak zormuş. “Biz kendimizi bildik bileli hep aynı kişiler var, hep aynı isim başbakan. Bizi mecliste temsil eden yok, oy vermek istiyoruz, kime vereceğiz. Ben yüzde 50 oy aldım diyor ama seçim barajı çok yüksek. Bir kere demokratik değil ki. En başta seçim barajının düşürülmesi lazım. Biz demokrasi istiyoruz!…”

Nedir demokrasi, siz ne anlıyorsunuz demokrasiden?

“Biz mevcut demokrasiden söz etmiyoruz, yeni bir tanım yapıyoruz: Mesela, sokakta muhalefet yapma hakkımızı istiyoruz. Bizi polis copluyor, biber gazı sıkıyor, şiddet uyguluyor. Şimdi polis de öğrendi, cildi morartmayacak tarzda ıslak havlu ile dövüyor. Beni bir seferinde dört saat dövdüler. Olsun ben muhalefet hakkımı savunuyorum.”

Bir başka direnişçi alıyor sözü “yoksulluk ortadan kalksın istiyoruz”, bir başka direnişçiden ilave: “Bu zamana kadar bizim önümüze hep test konuldu, çalışın başarılı olun denildi. Hep çoktan seçmeli şıklar. Hiçbirini seçmiyoruz, biz de kendi şıkkımızı koyuyoruz.”

Onların şıkkı ise o kadar belli ki, çoğulculuğu kucaklayan, demokratik, yaratıcı, özgür, paylaşımdan yana…

“Mizah baştan beri alanlardan sosyal medyaya ortalığı kırıp-geçiriyor. Daha öncesinde ben böylesi bir mizah görmedim nedir bunun nedeni?”

Bir direnişçi yanıtlıyor: “Aslında durum zorlaştıkça mizah artar, ifade kanallarımızı kapattılar. Koşullar ağır mizah olmadan çekemeyiz.”

Başka bir yorum: “Yıllardır özellikler Ekşi Sözlük’le başlayan zaten bir mizah ve yeraltı kültürü vardı. İlk önce Ekşi Sözlük yazarlarının metin yazarı olduğunu sanılıyordu ama Ekşi sözlük yazarlarını kadrosunu genişletince bu kadar çok metin yazarı olmadığı fark edildi. Böyle bir yaratıcılık hep vardı ama bu sosyal medya 140 karakterle yaratıcı olmayı da öğretti. 140 karakterle de insanlar çok etkili şeyler yapabileceklerini gördü.”

Eylemlerde kullanılan mizah, belki de Başbakan’ın üslubunu alaşağı ediyor

Onların kim olduklarını anlamaya çalışıyoruz, anne-baba memur veya esnaf. Ağırlıklı olarak kent doğumlular. Üniversite öğrencisi veya mezunlar. Bir orta sınıf hâkimiyeti var, üst orta-sınıf mensupları olsa da çoğunluk alt-orta sınıftan. Bize verdikleri onuncu gün için kaleme aldıkları

Günlükte kendilerini şöyle tanımlıyorlar:
Kimimiz üniversitelerden mezun oldu, kimimiz devam ediyor. Kimimiz birkaçını deneyip, yeter manipüle olduğum diyerek bıraktı. Kimimiz sabah sekiz akşam beş diplomalarını kiraladı, özel sektörde at koşturdu. Çoğumuz gece yaşadığı için, bir kısmımız da kapalı alanlarda sigara içilmediği için işyerlerinden ayrıldı.

Çoğu zaman bir buçuk liralık çorbanın yanında, bir leğen ekmek yemenin verdiği utançla çıkıyoruz çorbacıdan. Kamu spotu gibi esen rüzgar çakmağımızın ateşini engellese de kalınca bir ağacın gövdesi şenlendiriyor ciğerlerimizi.
… birbirimizden habersiz, suskun, öfkeli ayrı ayrı yerlerde direniyor, tutunamıyorduk. Şimdi hep birlikteyiz. Önden gitmiyor, birlikte yürüyoruz.

Bu metni kaleme alırken de şiddetli yağış vardı, günlerdir yağıyor. Eskişehir’deki çadırlar her koşula uygun değil ama onlar direnmeye devam ediyor.

“Önceleri yağmasa diyorduk ama yağmurla dayanışma daha da arttı.” Teyzeler ellerinde sıcak çorbalarla geliyor; battaniye getiren, naylon getiren. Onlar da mahalleye karşı çok saygılılar. SBS sınavı öncesi gece müzik yayını yapmamışlar; klaksonların çalmasına izin vermemişler. Alanın dört bir yanında burada alkol yasaktır yazıyor.

“Ben gitarımı çalarken ateist arkadaşım uyardı ‘ezan okunuyor’ diye”

Aileleri her çeşit siyasi partiden, AKP’li olanlar da var. Bir AKP’li baba oğluna kızgınmış; “O kadar ki kızgın ki beni Facebook’undan sildi” diyor. Peki burada AKP’li arkadaşlarınızda var mı? “Tabii az ama varlar” Sahiden AKP seçmeni midir bilemeyiz ama başörtülü genç kadınlar da var.
Eskişehir’in kamusallaştırılan alanında çok çeşitlilik hakim; bireysel katılanların yanı sıra yaklaşık on dört ayrı grup olduğu söyleniyor. LGBT, feministler ve daha birçokları oradalar. Üniversitelerden kurumsal destek olmasa da destek veren hocaları var; hatta açık dersler başlamış durumda. Eskişehir Barosu aktif destek veriyor. Bir standı var. Gençler bu desteği önemsiyor. Daha öncesinde kampüste çatışan iki grubu yan yana görüyoruz, “nasıl bir araya geldiniz?”: “Şu anda aynı amaç için buradayız, direniş hedefimiz aynı, şu anda dayanışıyoruz.” Bundan sonra kampüste de barışır mısınız? “Burada durum farklı, fikir ayrılığımızı koruyoruz”

Yiyecek sıkıntısı yok, çevredeki esnaf ve halk yardımcı oluyor. Hatta hadi bir gidip-görelim modunda olanlara bile ikramda bulunuyorlar. Sıcak ve soğuk büfesi ayrılmış. Gelen herkese kibar ve saygılı davranıyorlar; konuşmak isteyene ise uzun uzun anlatıyorlar. Firmaların isim vererek veya vermeyerek alana sıcak yemek gönderdiğini söylüyorlar. Öğlene doğru bir firmanın ızgarasına alarak geldiğine tanık olduk. Alkışlarla karşılıyorlar, “yeni nesil saygısız”lafını artık unutmalı. Kendilerini ait hissettikleri mekânda çok ama çok farklılar.

Direniş günlüğünde son paragraf şöyle: “Her şeye ve farklılıklarımıza rağmen 10. Gündür bir aradayız. Vazgeçmeyeceğiz. Bir şeyleri değiştirmeden, haklı taleplerimizi elde etmeden evlerimize dönemeyeceğiz. Şimdi eğer istersen yazıyı yanındaki arkadaşına uzatabilirsin. Okuduğun için teşekkürler.”

Biz size teşekkür ederiz yüreği cesur, kendi dürüst direnişçiler.

İzmirli Çiğdem şaşırıyor; “Bu alan sanki gerçek değil gibi. Çünkü hakikaten herkes o kadar kendi havasında ki. Eskişehir çok özgün bir örnek olabilir diye düşünüyorum.”

Bazı direnişçiler bunu onaylıyor: “Biz aslında bu şehirde olarak şanslıyız; Eskişehir Türkiye’nin simülasyonudur. Her kentten insan var; başka kentlerde bu direnişi yapmak mümkün olmayabilirdi”
Görüştüğümüz tüm gençlere sorduk: “Bu eylemlerin ardından siyasal bir hareket çıkar mı?” Hiçbiri çıkabilir demedi. Çok net çıkmaz dediler. Bu belki de onların hala apolitik olduğunu gösteriyor. Siyaseti sevmiyorlar, tabii özellikle Türkiye siyasetini. (Bir yandan da ne kadar insiyatif alabildiklerini tartışmak gerek) Elbette oy verdikleri partiler var. Ama açık açık oy verdiği/vereceği partiyi söyleyenler bile mecburiyetten verdiğini/vereceğini söylüyor.

Dolayısıyla, “gençlik apolitik değilmiş” biraz daha irdelemeye ihtiyaç duyan bir soru.
Ancak, bu bir şey yapamayacakları ya da yapmayacakları anlamına gelmiyor tabii ki. Bu olaylar aslında neler yapabileceklerini gösterdi onlara ve herkese. Bundan sonrası için –konuşmak şu an çok erken olsa da- siyaset sahnesinde atacak adımları olabilir. Tabii siyaseti de artık geleneksel biçimde tanımlamak da yanlış olabilir. Belki de siyasetin doğrudan içine girmeden, bu tür hareketlerle onu dönüştürecekler. Ama geleneksel siyasetin içinde, meclisteki hiçbir siyasal parti bu hareketten medet ummamalı kendi hesabına. Çünkü bu hareket belki de en çok medet umanları değiştirecek. (ÇÜ/İC/EKN)

Çiğdem Ünlü – İncilay Cangöz
15 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; bianet.org