Sendika.org: M. Türköne’nin rahatsızlığı ve şiraze hepten kayarsa – Özgür Babaoğulları

Gezi’den beri iktidar muhitlerinde “balkon” tadında yazılamaları dahi mumla arar olduk. Önce Suriye’deki gelişmeler, sonra da Gezi Direnişi’nin yarattığı sinir bozukluğu muhafazakar yazarlara da yansıdı. Nihayet Zaman Gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne yazının şehvetiyle şirazeyi yazı hem Türköne’ye bir cevap hem de cami-evi rahatsızlığına dair bir analiz denemesi olacak.

Yazar, “Cami-cemevi projesi, Alevîlerin ‘eşit haklar’ talebini karşılayan dev gibi bir adım. Alevilik, dışlanmak veya yok sayılmak yerine, Sünnî inanç ile eşit statüde saygın bir mevkiye yerleştiriliyor.” girişiyle yazısına başlamış. Buradaki çarpıtmayı göstermeden önce Alevilerin -yazarın da kabul ettiği ‘’eşitsizlik’’ haline olan- öfkelerinin arka planını anlamak gerek:

- Çok geriye gitmeye gerek yok, Suriye’de, siyasal iktidarın başından beri izlediği politikalara -Alevileri geçtik- bir başka zaman yazarı Ali Bulaç mealen ‘’Suriye’nin çok etnikli ve mezhepli yapısı göz ardı edilip Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin kışkırtmalarına alet olundu! ‘’ (Suriye’de Hatalar(1): Yanlış Okuma) demişti: Açıkça söylenmese de “mezhep temelli” bir Sünni okuma en başından hatalıydı.

- Aynı Ali Bulaç “Suriye’de Hatalar(2): Temkinden Harıciliğe” yazısıyla savaş yanlışı Körfez ülkeleriyle araya mesafe konup tüm gruplarla belli bir hukuki temelde görüşmek yerine doğrudan savaşın tercih edildiğini yazdı.

- Yine iktidar, dışarıda “mezhepçi ve şiddet taraftarıyken’’ içeride de sıklıkla Esad’ın “Nusayri/Alevi’’ kimliğinden dem vuruyor, hatta ana muhalefet partisinin Alevi kimliğini de açıkça kitlelere yuhalatıyordu. Buna karşılık, basında da ‘’Nusayri’’ belagatı sıklıkla işleniyor, kitleler –açıkça- savaşa ‘’mezhepsel kaşıma’’ üzerinden eklenmeye çalışılıyordu.

- Öte yandan Aleviler için büyük bir toplumsal yara olan Madımak Katliamı ‘’zaman aşımına’’ uğratılıyordu: Unutmayalım, zaman aşımı süresinin yarısı bu iktidar zamanında geçti! Madımak katillerininse aranmalarına rağmen ehliyet aldıkları, evlendikleri ve yıllarca rahatça dolandıkları ortaya çıkıyordu.

- Madımak Katliamı için önemli bir ‘’özür’’ sayılabilecek Madımak’ın müze yapılması gerçekleşmediği gibi Alevilerle dalga geçercesine ‘’çocuk yuvası’’ yapılmakla kalmadı; o gün Madımak’ta katledilenlerin adlarının yanına saldırganlardan birilerinin isimleri de el çabukluğuyla ekleniverdi.

- Son olarak zorunlu din derslerinin kaldırılması bir yana, tüm liselerde ilave din dersleri eklendi; Cem Evleri’nin ibadethane statüsünün tanınmayacağına ilişkin defalarca beyan verildiği gibi bizzat hükümet yetkililerinin ağzından buralara ‘’cümbüş evi’’ dendi.

Böylesi bir yakın tarihi arka plan ortadayken cami-cem evi projesinin Alevilerin eşit haklar talebini karşılaması bir yana; bu proje düpedüz Alevilerle dalga geçmek anlamına gelir. Aynı zamanda bir akademisyen olan yazarın “eşit haklar” dendiğinde, bunun temelinin anayasal-hukuki bir zemin olduğunu bilmemesi mümkün mü? Dolayısıyla, bu tip bir projeye “dev bir adım” demek ucuz bir çarpıtma ve saptırmadır.

Yazarın çarpıtmaları şöyle devam ediyor: “Birlikte, yan yana ve aynı avlu içinde. Yanında da aşevi. Selamlaşmak, konuşmak, birbirini tanımak ve duvarları yıkmak için ne kadar ideal bir vasat. İnançlar sembollerle yaşar. Aynı mekânda caminin ve cemevinin birlikte yer alması, sembollerin ötesine geçerek Alevî sorununun somut bir mekâna yansıyan çözümü demek.”

Dini statüsünü hukuken tanımadığınız bir inanç grubunu aynı mekan ve alanda egemen olanla var olmaya zorlamak barışçıl bir ‘’şov’’ olmak bir yana düpedüz bir kışkırtmadır. Şöyle ki Aleviler o ‘’mekanda’’ hangi statüyle var olacaklar? Benzetirsek bu Alevi çocuklarını SUNNİ ve ZORUNLU din derslerine sokup ‘’cami-cümbüş evinizde de gelin saz çalıp eğlenin’’ demek değilse nedir? Misal, o mahalde merhum olan bir Alevinin naaşı camiyi teğet geçip ‘’cümbüş evi’’ne götürülmek istenirse n’olacak? Sunni kardeşleriniz ‘’cümbüş evi’’ne taziyeye gidip dualar mı okuyacak zannediyorsunuz? Özetle, statüsünü tanımadığın bir cemaati egemen/baskın/çoğunluk olan cemaatle aynı mekanda ibadete zorlamak hem cem evinin statüsünün İNKARIDIR hem de cem evine ibadethane olmaktan öte otantik bir kültürel motif yakıştırmasını dayatmaktır. Zira, semboller ancak eşit hukuki statüler ve özerkliği kabullenilen alanlarda sentezlenir ve kardeşlik hukukunu oluştururlar. ‘’Varlığını çözümsüzlüğe bağlayan’’ tamlamasıyla da çarpıtmayı sürdüren yazar siyasal ve hukuki taleplerin ne olduğunu bilmemekte mi gerçekten? Ayrıca yıllardır devletle faal ve şiddete dayalı etkin çatışmaya girmeyen Alevilerin talepleri, böylesi iktidar, devletin Kürt ve öteki kültürlere dayattığı eski bir mühendislik tarzını sürdürmeye kararlı: Hukuki varlığını/statüsünü tanımadığı kültürel formları isimsizleştirerek içerileştirme, dönüştürme ve deformasyona uğratma. Alevi-Bektaşi geleneğinin en önemli tarihsel duraklarından Mevlevilik ve Mevlana nasıl ki Şeb-i Aruz vb mühendislik faaliyetleriyle Sünni-mistisizme dönüştürülmek istendiyse; nasıl ki Kürtçe sözlü kültürün birçok eseri TRT çalışmalarıyla “beton korolarla” Türkileştirildiyse cami-cem evi ucubeliği de Alevi-Bektaşi geleneğini “ağabey sünni” temasıyla içselleştirip dönüştürme çabasıdır. E, biliniyor ki toplum bu tarz çabalara yüz vermeyeceği gibi gayr-ı nizami biçimde kendi geleneğini yaşatmaya devam eder. TRT’nin “beton korolarını” kısıtlı ve belli bir kitle dışında Kürtlerin ciddiye aldığını gören var mı? Yahut, Bektaşi geleneğinden eser kalmayan Şeb-i Aruz etkinlerine Alevilerin faal katılımını? Hal böyleyken yazar, “Sekiz aydır, PKK’nın döktüğü kan durdu. Çözüm denilen şey, kendi mecrasında emin adımlarla ilerliyor. Kürtler rahat bir nefes alıyor; Güneydoğu yaşanacak bir yer haline geliyor. BDP’nin oyları artıyor. BDP’li politikacılar da,  özellikle bölge halkı da durumdan memnun. Ama şiddetin durmasından rahatsız olanlar var. Neden? Çünkü varlık sebepleri ortadan kalkıyor.”  çarpıtmasıyla hem muhafazakar hem de milliyetçi hassasiyetleri kaşıma çabasına girmekte.

Bugüne değin devletle mücadelelerini şiddeti de içeren aktif çatışma zeminine hiç çekmemiş bir gruba “Düşmanlıkla, şiddetle ve kanla var olabilen parazitler bunlar. Varlıkları düşmanlığın, şiddetin devam etmesine bağlı” demek Alevilerin en temel siyasi ve hukuki taleplerini paralize ve marjinalize eden son derece tahrik edici ifadeler olduğu gibi büyük bir iftiradır. Dahası hitap edilen muhafazakar kitleleri açıkça parazitlerle mücadeleye teşvik etmeye kışkırtmaktır. Alevilerin direnişinin pekala anlaşılır birçok tarafı vardır; ancak bu kışkırtmacı tavır, “kişi kendinden bilir işi” hesabı, sevimsiz işlere girmektedir. Eğer bir “hastalık” aranıyorsa, tam da bu tavır olup bunun çok daha feci sonuçları olabilir: Kendini gerçekleştiren kehanet!..

Özgür Babaoğulları
17 Eylül 2013
Kaynak; sendika.org