Evrensel: Direniş ve dayanışma (ve iktidar) – Cem Terzi

Henüz Taksim Direnişi olmamıştı. 1 Aralık 2012’de 8. Karaburun Bilim Kongresi’nin ana temasını belirlemek üzere düzenleme kurulu olarak (Ahmet Haşim Köse, Aydın Gelmez, Cem Terzi, Diyar Saraçoğlu, D. Emrah Zıraman, Erkin Başer, Ferda Dönmez Atbaşı, Fuat Ercan, Mehmet Türkay, M. Meryem Kurtulmuş, Onur Hamzaoğlu, Ömer Selvi, Özlem Özkan ve Zuhal Okuyan) toplandık. Uzun tartışmalardan sonra 2013 için ana temayı “İktidar ve Dayanışma” olarak belirledik.

akm

Türkiye’de, 2002 genel seçimlerinden sonra önceden bildiğimiz hükümet-iktidar-devlet ayrımı tümüyle ortadan kalkmıştı. Hükümet de, iktidar da, devlet de AKP’de tekleşmişti. Hükümetin devlet, devletin hükümet olduğu, AKP ve egemenlerin, özetle iktidarın saldırılarının pervasızlaştığı, muhalefet odaklarının tamamına yöneltilmiş olan baskı, tehdit ve şiddet uygulamalarının açık faşist saldırıya dönüştüğü bir dönemden geçiyorduk.

“Askeri kışlaya sokan”, “yargıyı normalleştiren” iktidar 17 Aralık’taki ODTÜ öğrencilerinin meşru, haklı direnişi sonrasında ağzındaki esas baklayı çıkardı: “Bir tek sokak kaldı.” Evet, gerçekten de bir tek sokak kalmıştı tahakküm altına alınmayan… Her çağdaki egemen sokağı zaptetmek ister. Çünkü kendisine karşı çıkanların mecrasıdır sokak. İşin en acı ve utanç verici yanı 25 Aralık’ta sayıları 36’yı bulan üniversite senatoları yayımladıkları iktidar yanlısı bildirge ile ‘akademik özgürlük’ ve ‘demokrasi’ kelimelerini kirleterek iktidarın bilimi tasfiye etme suçuna ortak oldular. İktidarın suç ortağı olan ve akademik unvan dışında bilimin ne felsefesine ne de tarihselliğine sahip olan üniversite yönetimleri aracılığı ile Türkiye’de üniversiteler de iktidarın kölesi olmaya mahkûm edilmekteydi…

Oysa, yerel yönetimler, cumhurbaşkanlığı (belki de başkanlık) ve ardından genel seçimler ile Türkiye için 2014 seçim yılı olacaktı. Niteliği, içeriği tartışılabilir olsa da seçimler Türkiye’de iktidarı belirlemenin bir aracıdır. Bu özel dönemde, muhalefet adına siyasete müdahale edilebilmesi açısından siyasi öznelerle birlikte taraf olan akademisyenlerin sorumluluğunun arttığını düşündük. Öncelikle AKP’nin ve egemen sınıfın gün geçtikçe artan baskısını “ortak bir direniş” için birleştirici etkiye dönüştürebilme potansiyeline sahip; yalnızca karşı çıkmaya yönelik olarak değil, toplumsal talepleri ve iktidar olmak için mücadeleyi hedefleyecek bir siyasal sürece gereksinimimiz olduğuna karar verdik ve bir çağrı yaptık: ‘’8. Karaburun Bilim Kongresi, toplumsal mücadele geçmişimizi unutmayanlara, geleceği kurmayı talep etmeye devam edenlere, bugün bize dayatılan kısırdöngüden çıkmak için bilgi üretenlere, kapitalizmin iktidarını kurma ve yeniden üretme biçimlerini sorgulayanlara, ezilenlerin iktidarı için dayanışma çağrısıdır…”

Kongre afişimizin geçmiş mücadeleleri anımsatmasını istedik. Bu nedenle 28 Ocak 1980 yılında DİSK’in önderliğinde İzmir’in Konak Meydanı’nda yapılan büyük mitingden Kadir Can’ın çektiği bir fotoğrafı afişte kullandık. Fotoğrafta yüksek bir apartmanın ön cephesi mitinge katılan grupların afişleri ve sloganları ile donatılmıştı. Orta katın tamamını kaplayan bir afişte ‘’YAŞASIN FAŞİZME, EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN GÜÇLERİN BİRLİĞİ’’ yazıyordu. Afiş dağıtıldıktan sonra üniversite kampüslerinde asılmasının güç olabileceği şeklinde eleştiriler aldık. AKP baskısı akademisyenleri, öğrencileri yıldırmıştı.

On yıllık AKP iktidarı sayesinde korku, insan aklını parçalamak suretiyle toplumu büyük bir geri çekilmeye, muhalif siyasi yapıları varlıklarını korumaktan ibaret bir praksise ve bilim insanlarını da kendilerini toplumdan ve toplum yararına bilgi üretmekten yalıtmaya zorlamıştı.

Oysa bilim insanın görevi, baskı ve korku ortamında özgür, alternatif, eleştirel bilgiyi üretmek ve toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmaktır. Ezilenden yana siyaset yapanların görevi ise bu bilgilerden beslenerek, düşünce ile eylem arasındaki bağı kurmak ve pratiğin öznesi olmaktır.
Karaburun Bilim Kongresi’nin bilim ortamına özgün katkılarından biri, Türkiye’de bilim ve siyaset alanlarının arasında kendi sınırlarını/duvarlarını aşarak bir ilişki kurabilmesi için gösterdiği çabadır. Ezilenden, mazlumdan, emekçiden yana siyaset yapanların bilimden beslenmesini sağlamaktır. Toplumsal ideolojinin oluşumunda egemen güçlere karşı alternatif toplumsal yaklaşımları canlı tutmaları ve “öteki”yi korumaları için bilim insanlarını bir araya getirmektir.

Bir kongre, ezilenlerin iktidar mücadelesini yükseltmek ve bunun için toplumsal dayanışma yöntemlerini irdelemek gibi büyük bir amaca cüret edebilir mi? Korku ve şiddetle toplumda yapısal bir dönüşüm gerçekleştirilmek üzere ise… Bu soruya verilecek yanıt “evet” olmak zorundadır… Biz de evet dedik ve Murathan Mungan’a kulak verdik “… Cüretkâr olmak, aynı zamanda kendini tartma bilgisini gerektirir. Cüret, kendini bilen, malzemesini tanıyan, mücadele edebilen insanların silahıdır…” Kongrenin kapanış oturumuna da Murathan Mungan’ı davet ettik. Ondan adı “Umut” olan bir konuşma rica ettik. Duymuştuk ki (Sadece duyumdur, doğru olmayabilir!) Murathan Mungan toplumun sosyalizme geçtiği ve herkesin mutlu olduğu bir roman yazıyordu…

Biz kongreye cüret ederken hiç beklemediğimiz bir şey oldu ve 2013 yılının Haziran ayında toplum isyana cüret etti! Taksim Direnişi başladı ve bütün ülkeyi içine aldı. Bazı yazarlar “Devrim göz kırptı” dedi.

Ben de ilk “tweet”imi “İsyanın buysa devriminin tadına doyum olmaz” yazarak sokağa çıktım.
Ne olup bittiğini bir çocuk direnişçi ile karşılaştığımda tam olarak anladım:

BİR ÇOCUK ADAMIN İSYANI

12 yaşında kara bir oğlan, polis copuyla öldüresiye dövülmüştü. Dudağı patlamış, yüzü gözü kan içindeydi. Önce gaz yemiş, kaçarken apartman boşluğunda polisler tarafından hunharca coplanmıştı. Lozan Pastanesi’nde ilk müdahaleyi yapıp onu Tabip Odası’na kadar götürdüm.

Yolda, sürekli beni bırak diyordu. “… Arkadaşlar zor durumda, yardım etmem lazım… Mahalleden hep beraber geldik…” Tabip Odası’nda yaralarını sardık. Cop izlerinin üzerine merhem sürdük. Koluna tükenmezkalemle kan grubunu yazmıştı… Biraz ağladı. Sarıldık. Bir ağrı kesici içirmek istedim, kabul etmedi. Hastaneye gitmeyi de kabul etmedi. Evine dönmesi için anlaştık. Cebinde otobüs parası yoktu. Bir lirası bile yoktu. Hekim arkadaşlardan birinin arabasını ayarlamaya çalışıyordum ki kulağıma eğildi, onu gönderirsem tekrar gelmek için saatlerce yürümek zorunda kalacağını söyledi. İzmir’in varoş mahallelerinden birinden geliyordu. Babası işsiz, annesi gündelikçiydi. Okulu bu yıl bırakmıştı. Bir çocuk adam, bir yiğit isyancı…

Bu sırada, bütün o güzel Haziran ayı boyunca Taksim’deki AKM’nin ön cephesi tıpkı bizim afişimizdeki gibi yeniden muhaliflerin afişleri ve sloganları ile kaplandı. Temmuzda eve döndüğümde son “tweet”imi yazdım: “Memleketin bütün mahallelerinde, sokaklarında, her gün bir yerde ve bir gün her yerde isyan edeceğiz.”

Şimdi de Börklüce Mustafa’nın isyan ettiği topraklarda, Karaburun’da buluşuyoruz.  “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” demek için…

Prof. Dr. Cem TerziDokuz Eylül Üniversitesi
1 Eylül 2013
Kaynak; evrensel.net