Başka Haber: İsmail Saymaz “Terörist olmak artık çok kolay”

ismail saymaz

Gazeteci İsmail Saymaz, uzun zamandır hem toplumu hem de tek tek belli kesimleri ilgilendiren davaların, üzerine gidilmeyen yanlarını ortaya koyuyor. Saymaz, son kitabı Sözde Terörist’te de yine benzer davaların peşine düşüyor. Polis fezlekelerinin ve Özel Yetkili Mahkemelerin hazırladığı tutanakları ve 30 ayrı davayı inceleyen Saymaz’la son kitabı hakkında konuştuk.

GERÇEK SOMUT VERİYLE ELDE EDİLİR

Şimdiye kadar altı kitap yazdım, kitapların merkezinde ağırlıklı olarak mahkeme tutanakları var. Aslında benim yaptığım dava dosyalarını her birini alternatif bir gözle tamamen ona dayanmadan okumak. Belge saplantısı olan bir gazeteci değilim. Zira artık belgeden ne anladığımız tartışmalı bir konu. Bir A4 kâğıdına mahkemeler belge diyebiliyor artık ya da WikiLeaks belgesi sahiden bir belgedir ama mahkeme onu belge olarak kabul etmez.

Eğer bir gerçekten bahsedeceksek, o gerçek sadece somut bir veriyle elde edilebilir. Buna ait yorumlar ancak o somut veriye istinaden yapılabilir. Bu yüzden gerçeğin aktarımında somut bir veriyi esas alıyorum. Bu yüzden dava dosyaları benim için ana malzeme haline geliyor.

TERÖRİST YENİ BİR KAVRAM

Terör kavramı Cumhuriyet tarihi boyunca başka başka isimlerle anılıyor. “Terörist” yeni bir kavram. Mesela Kürtlere ilk yakıştırılman isim “Şaki”. Eşkıya ile aynı kökende, ayaklanmacı anlamına geliyor. 40’lı 50’li yıllarda “Moskof”, “Kızıllar” vb ifadeler kullanılıyor çünkü o dönem tüm soğuk savaş ülkelerinde olduğu üzere düşman; komünistler. 60’ların sonu 70’lerin başında ise “anarşistler” ifadesi kullanılıyor. Terörist ifadesinin dolaşıma girmesi 80’lerin ortasından sonra. Başlangıçta “ayrılıkçılar” ifadesi kullanılıyor. 90’lara doğru artık “Terörist” ifadesi kullanılmaya başlanılıyor. Bununla ilgili beyannameler var. İçişleri bakanlığının, Milli Güvenlik Kurulunun hatta TRT’nin bile haberlerde hangi terimleri kullanacağına dair yayınladığı bültenler var.

DÜŞMANIN TANIMI DEĞİŞTİ

Soğuk savaş döneminde terörle mücadele konseptinde öncelikli tehdit sınıflardı ya da sınıf adına yola çıkmış silahlı gruplardı. Özellikle ABD’de ve Avrupa’da, 11 Eylül’den sonra artık tehdit sınıflar değil yüksek riskli grupların cezalandırılmasına döndü. Bu da bazen Müslümanlar, bazen siyahlar bazen de farklı etnik gruplara yönelik oldu. Bu değişime yönelik devlet de dönüştürüldü.

EYLEMDE BULUNMUŞ OLMAK ŞART DEĞİL

Bu konsept Türkiye’de, Özel Yetkili Mahkemelerle uygulandı. Türkiye’de bir kişinin terörist olabilmesi için artık geçmişteki gibi silahlı bir örgüte üye olmak ya da şiddete karışmış olmak gerekmiyor. Artır Terörle Mücadelenin ve Özel yetkili savcıların çizdiği tarifin içine girmek, terörist olmak için yeterli oluyor. Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi kişilere hangi örgütten oldukları daha sonra savcılar tarafından, mahkeme aşamasında tebliği ediliyor. Tıpkı Devrimci Karargâh davasında olduğu gibi solcu bile olmayan birinin o örgüte üye olması gibi…

DEVLETE DEĞİL İKTİDARA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR TERÖR KAPSAMINA ALINDI

Geçmişte Terör; sivilden devlete doğru bir alaşağı etme tanımı içersindeyken ÖYM ve TEM perspektifiyle terör, devletten topluma doğru bir susturma aracına dönüştürüldü. Eskiden DGM’ler sadece devlete karşı işlenen suçları ve silahlı eylemleri yargılıyordu. Şimdiyse ÖYM’ler devlet otoritesine yönelik suçların yanısıra iktidara karşı işlenen suçları ve onun iktidar koolisyonu olan Gülen Cemaatine işlenen ya da işlendiğini varsaydığı eylemlilikleri de bir terör suçu oyarak kabul ediyor. Terörist olmak hiç olmadığı kadar kolaylaştı.

POLİS FEZLEKELERİ ANAYASA’NIN ÜZERİNE ÇIKTI

Bir gün, KCK davasında bir grup tıpçının, bir sabah vakti örgüt üyesi olmaktan tutuklandığını gördük ya da benim kitapta yer verdiğim üzere, Batman’da imamın bir PKK’lının cenazesi başında dua okurkenki görüntüsünün, yani bir ibadet halinin bile terör suçu kapsamına girdiğini gördük. Keza parasız eğitim pankartı açma da öyle. Bunları görürken şunu fark etmedik, yaşadığımız toplumsal ve siyasal alanı belirleyen artık anayasa değil, polis fezlekeleridir. Polis fezlekeleri Anayasa’nın üzerine çıktı.

Nasıl çıktı? Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanmasıyla çıktı ya da İlker Başbuğ’un Anayasa’da Yargıtay’da yargılanması gerektiği yazmasına rağmen Ağır Ceza’da yargılanmasıyla çıktı. Bunlara göz yumulduğu için çıktı.

KÜRTLERE YAPILANLAR DÖNDÜ KENDİLERİNİ BULDU

Askeri kadro, 2005’te Kürtlerin ÖYM’lere yollanmasına göz yumdukları için, şimdi bununla karşı karşıya. Kürtlere reva görülen hukuksuzluk döndü kendilerini buldu. Bugün de bu hukuksuzluğa göz yumulduğu için başka bir kesimini başına bunların gelmesi muhtemel.

Bugün topluma karşı suç işleyenler dâhi bu suçlardan yargılanıyormuş gibi gösteriliyor ama aslında siyasal iktidara karşı işledikleri suçlardan yargılanıyorlar. Çünkü ÖYM mantığı bunu getirdi. Hanefi Avcı, Veli Küçük, Albay Arif Doğan’lar asıl suçlarından yargılanmıyor. Örneğin Cemal Temizöz’ün yargılanması gereken suç, faili meçhuller ama Temizöz’ün tutuklanma sebebi Kayseri’de bir cemaat sızma vakasını soruşturması.

BUNLARI DEMOKRASİ ADINA YAPIYORUZ DEDİLER

Geçmişte DGM’lerin sözcüleri, örneğin Vural Savaşlar, gerektiğinde türbanlı diye bir milletvekilinin evini basma cüretini gösterenler hiçbir zaman bunu demokrasi adına yaptığını söylemedi. Örneğin Deniz Gezmişleri astıran askeri savcı… Bunu her zaman milli birlik ve beraberlik ya da laik devletin bekası için yaptığın söylediler. Bugünün dünden farkı, bu operasyonları yönetenlerin hepsinin, bunu “ileri demokrasi” adına yaptıklarını söylemesi. Ergenekon operasyonu ya da Balyoz davası tam da işte bu yüzden bu kadar destek gördü. Bu yüzdendir ki kimse ayrıntısına bakmadı. Askeri vesayetle yüzleşilmesinin haklılığı yanına kimse hukuksuzluğun kurumsallaşması gerçeğini koymadı, buna kafa yormadı.

SÖZDE ZAFER İŞARETİ

Sözde kavramı o kadar sık o kadara absürt kullanıldı ki, Adana’da, kitapta da geçiyor, savcı zafer işaretini “sözde” ilan ediyor. “Victory olduğu söylenen zafer işareti” tanımını kullanıyor. “Sözde Kadın Günü” ya da Malatya’da olduğu üzere “Sözde Dersim olayları”, yine Malatya’da bir davada geçiyor “sözde Newroz ateşi” gibi. Bir ara o kadar çok abarttılar ki bunu “sözde terör örgütü lideri” dendi. Niye? Çünkü yakıştıramıyorlar.

SANIK SAYISI 12 EYLÜL’DEN DAHA FAZLA

1978 ila 1985 yılları arasında askeri mahkemede yargılanan siyasi sanık 55 bin civarında. Bildiğim kadarıyla mahkûm olan sanık sayısı da 16 bin civarına. Sadece 2012’nin adli sicil kayıtlarına baktığımızda ÖYM’lerde yargılanan sanık sayısı 65 bin civarında. Tüm bir 12 Eylül’ü kapsayan sanık sayısından daha fazla bir rakam bu. 2005 yılı itibariyle cezaevlerindeki mahkûm sayısı 55 bin ila 60 bin arasında değişmekte. Geçen temmuzla birlikte cezaevlerindeki insan sayısı 130 bine çıktı ve Türkiye’deki cezaevi mahkûm kapasitesi 140 bin. Yüzde 90 oranında bir doluluk var. Türkiye’de sekiz bin siyasi tutuklu var bunun beş bini PKK’lı, 900 civarı KCK’lı, 900 civarı ise sol örgüt üyesi. Ki sadece Gezi Parkı olaylarında sonra da 130 kişi tutuklandı. Türkiye’de siyasi suç kavramı hiç olmadığı kadar genişledi.

Suzan Demir
28 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız: katinaninpercemi.blogspot.com