T24: Gezi ve semboller – Orhan Alkaya

-Gezi’den Sonra 5-

(16 Ağustos yazısı –Gezi ve Kürt Hareketi/Gezi’den Sonra 4- tam anlamıyla içime sinmedi. Yazıyı, dört Kürdistan’a ilişkin analizinde eksik buldum ve yayımlamayı erteledim. T24 okurlarından, geçen haftaki boşluk için özür dilerim.)

Her toplumsal/siyasal hareket, kendisine, öncelikle sembollerle bir temsil alanı oluşturur. Bu sembollerin bazısı kodlara dönüşerek, hareketin sürekliliğini sağlayan batınî bir alan oluşturur; bazısı jargon üreterek harekete dahil olanları kendi dışına taşıyacak özgün dili kurar… Sembol, daima sembol olmanın ötesinde bir algı ve varoluş alanı inşa eder.

Gezi’nin hiç kuşkuya yer bırakmayacak kertede kesin olan ilk sembolü, “ağaç”tı. 12 Şubat 2012 tarihinde, bir grup orta yaş ve üzeri adam ve kadının, Gezi Parkı’ndaki ağaçların üzerine isimlerini yazarak, onlarla kurduğu manevi bağı duyurmalarından beri, böyleydi.

27 Mayıs Pazartesi gecesi saat 22:00 sularında, iş makineleri parkın Elmadağ, Divan Oteli cephesindeki 5 ağacı söküp attı ve bu vandalizm, Gezi’nin işaret fişeği oldu. Bu operasyon, esasen Türk usulü bir projesizliğin içinden doğmuştu. Ne müellif ne müteahhit, dalış tünelinin kenarına bir yaya yolu koymayı akıl etmişti çünkü. Proje Etütler Dairesi’nden Trafikçilere, belediye kontrolörleri de, bütün işlevlerini Dolmabahçe’ye devrettiklerinden olsa gerek, bu plan/proje sefaletinin ayırdında değildi.

Geldiler, 800 metre kare civarında bir park alanını kepçeler yardımıyla gasp ederek yürüyüş yolu ürettiler. Yasa tanımazlık her zamanki gibi domurmuştu ama bu kez şehrin, dahası memleketin merkezinde gövde gösteriyordu haydutluk.

Olan bundan sonra oldu ve Gezi yeni sembolüyle tanıştı: Kamusal alana kurulan “Çadır”lar. Çadır, yerleşik düzene bir türlü adapte olamayıp, etrafını tüketene kadar bozuşturan bir kültürel genetiği yansıtıyor muydu, elbette tartışılabilir. Ama Gezi sürecinde her an her yerde olabilme yeteneğinin, belki bir tür Candide’liğin, aşka safiyetle inanma halinin temsilcisiydi. İlkin Gezi Parkı’na, ardından ülkenin dört bir yanına kurulan “Çadır”lar, yakıldıkça çoğaldı, toplandıkça büyüdü ve özgürlük talebi ile doğrudan ilişki kuran bir sembol haline geldi.

28 Mayıs Salı günü öğle üzeri, Gezi ilk kez biber gazı ile tanıştı. Birkaç yüz Gezi’ci var yoktu, bir o kadar da Çevik Polis… O gün, o saldırı ile, Gezi’nin bir diğer ve çok etkili sembolü belirdi: Kırmızılı Kadın.

Kırmızılı Kadın Sungur, bir öğretim görevlisiydi. Reuters muhabiri Orsal’ın objektifi, âna tanıklık etmenin ilerisine uzanıyor ve Gezi’nin “geist”ını, “Korkudan Korkmuyorum” diye özetleyebileceğim Gezi Ruhu’nu etkili bir sembole dönüştürüyordu.

Kırmızılı Kadın, bir yandan da, Gezi Estetiği’ni oluşturan, kentli, sade, işlevselci “bireysel duruş”u şaşırtıcı yetkinlikte temsil ediyordu. Düz kesimli, içinde rahat hareket edilebilecek bir elbise, topuksuz ayakkabılar, omuza asılan bez çanta, elbette zaman içinde ergonomik bir evrim de geçirecekti. Omuzdan askılı çanta yerine sırt çantası, elbise yerine şort, t-shirt, deniz gözlüğü, gaz maskesi, baret vb. Nedir, Gezi’nin ilk olarak Kırmızılı Kadın’da şekil bulan tevazuu, hiç değişmeyecekti.

1 Haziran’da Sıraselviler Caddesi’nde, TOMA’ya kollarını açan Siyahlı Kadın’ı da bu cümleden değerlendirmek gerekir. Belki, “şenlikli muhalefet” ifadesi taşıyan yüzüyle, Cullen, Gezi’nin hayat enerjisi yoğunluğuna ek bir vurgu yaptı.

28 Mayıs’ta, Gezi’nin, bilhassa ilk döneminin çok etkili bir sembolü daha belirdi: 2. Bölge Milletvekili! Sırrı Süreyya Önder, “Ben bu ağaçların da vekiliyim,” diyerek, Gezi’nin, gitgide gövdelenen bir gizli sembolünü kepçelerin önünde üç boyutlu kıldı: “Avatar”! Her bireyin kendi avatarıyla kucaklaştığı tarih dönüştürücü bir çakımın sembolüydü 2. Bölge Milletvekili Sırrı Süreyya. Zaten avatarlarıyla buluşan Gezi ahalisi, aynı gün ağaç dikimine başlamıştı.

“Çarşı” grubu, belki gezinin en popüler fenomeni ve çok etkili bir sembolüydü. Galatasaray’ın “Tek Yumruk”unu, Fenerbahçe’nin “Solaçık”ını da ihmal etmiyorum ama, Romalıların “harpastum” müsabakalarından bu yana, sanmam ki bir taraftar grubu herkesin saygısına bu derece mazhar olsun.

“Çarşı” ve bağlaşık taraftar grupları, kimi zaman zedeleyici bir tribün dilini Gezi’ye taşımış olsalar da, Gezi jargonunda âdeta mühür işlevi gördü. Her gaz fişeği atılışında “Bir daha,” diye seslenişleri, asyatik güç gösterilerinin zeminini döşeyen eril/güçperest iktidar dilini çitileyip durdu.

Gezi’nin kuvvetli sembollerinden “Davulcu Vedat” da, “Çarşı” fenomeninin ürettiği bir anonima, Bolu Beyi’ne meydan okuyan Köroğlu’nun bir tür izdüşümüydü. Galiba ilk olarak 2 Haziran gecesi zuhur eden bu “halk kahramanı”, Gezi zekâsının sivri ucu sayılabilir. Davulcu Vedat, aynı zamanda konspiratif bir anonimaydı. Karşıtını açığa düşürerek kızdırıyor, kızdırarak deşifre ediyordu.

Gezi’nin para kullanımını ortadan kaldırmış olmasını, üretime dayalı olmadığı için bir yana ayırıyorum. Anti-Kapitalist Müslümanlar, Devrimci Müslümanlar ve Ulusalcı gruplarla, din ve bayrak üzerinden kurulan değişik hısımlıkları çok önemseyerek, ayrı bir yazıya memur ediyorum. Daha emeklerken şiddetle tanışmak zorunda bırakılan Okmeydanlıların, Gazi Mahallelilerin vb. süreç içerisindeki önemli rollerini de keza…

16-17 Haziran şedîd saldırılarının ardından beliren “Duran Adam”, dünya sivil itaatsizlik taktiklerine, “1 Dakika Karanlık” tan sonraki katkımız oldu ve bu taktik, herhangi bir sosyal forumda anlatılmadan benimsendi, yayıldı. “Duran Adam”, tıpkı 18 Ağustos Beşiktaş-Trabzonspor maçındaki Olimpiyat Stadı tribünleri gibi, neyin bitmeyeceğinin canlı anlatısıydı.

Nedir, Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçen Kadıköylüleri, kavramsal bir tartışmaya hedef olma pahasına öne çıkartma ihtiyacı hissediyorum. 1 Haziran Cumartesi sabahı, Asya’dan Avrupa’ya yürüyen onbinlerce insanın oluşturduğu fotograf, belki bütün Gezi sembollerinin bercestesi, daniskasıydı.

Brecht, hangi kitabında okuduğumu şimdi hatırlamıyorum; bireylerin, kolektif dışında hiçbir şey, kolektif içinde her şey olduğu duruma “kötü kolektif” der.

Gezi, bireyler direnişi olarak ürettiği ön-jargonla, “iyi kolektif”e mükemmel bir örnek teşkil etti. Sembollerinin hiçbiri önceden tasarlanmadığı için son derece hakiki kodlara yönelmeye aday. Gezi, kendi kodlarını hakikatinin içerisinden üretecek belli ki. Buradan doğacak jargon ve yeni dil, yalnızca ezber bozmayacak, avatarıyla buluşmuş insanı da dışavuracak, yani kesinlikle organik bir dil olacak.

Orhan Alkaya
23 Ağustos 2013
Kaynak: t24.com.tr