Birgün: Tabii ki örgütle, ama nasıl? – Ahmet Tonak

İsyan sırasında, Gezi’nin savunulması ve saldırılara direniş en önemli mesele iken, park forumları ile birlikte, “bundan sonra ne olacak” gündemin acil sorusu haline geldi. Kaldı ki, bu soru herkesin katılacağı bir biçimde cevaplansa bile, bir diğer olmazsa olmaz soru kaçınılmaz: “örgütle mi, örgütsüz mü; örgütle ise nasıl bir örgütle?”

Örgütsüz halkın, sadece toplumsal ve siyasal herhangi bir dönüşümü başarmasının imkansız olduğu değil, aynı zamanda örgütlü sermaye ve devlet karşısında yenilmeye mahkum olduğu da sanırım çoğumuz için oldukça net. Nasıl bir örgütle olacağı sorusu atlandığında, “bundan sonra A veya B’yi yapmalıyız, hedefimiz C olmalı” şeklindeki öneriler hoş ve parlak fikirler olmanın ötesine geçmiyor. Dolayısıyla, “bundan sonra ne olacak” sorusu ile “nasıl bir örgütle” sorusunun birlikte ele alınmasından yanayım.

İhtiyaç duyulan bildiğimiz tipte sol bir parti midir? Sol parti Marksist-Leninist mi olmalıdır? Anarşist, otonom, sosyal demokrat yapılar bu örgütlenme ihtiyacını karşılayabilir mi? Sorular çeşit çeşit. Bu tür sorulara kestirme ve net cevaplar vermek yerine, “nasıl bir örgüt” sorusu üzerine Amerikalı Marksist Jodi Dean’in yeni bir yazısından yola çıkarak yüksek sesle düşünmeyi tercih ediyorum (tinyurl.com/n892cg2).

Dean’in şu önermesi ile başlayalım: “Parti (örgüt), Marksist teorinin herhangi bir kavramından çok daha fazla sorgulamaya açık bir kavramdır.” Hem Marx için hem de Lenin için örgüt tipinin tartışmaya açık olduğu fikri, Marksist-Leninist örgüt modelini sorgulamaksızın benimseyen bir militana fazlasıyla revizyonist gelebilir.

Marx’ın parti tipi üzerine çok fazla kafa yormadığını, esas olarak kapitalist üretim tarzının dinamiklerininin tarihi maddeci perspektiften analizine odaklandığını biliyoruz. Yine de, bizatihi kendi siyasi mücadelesi içinde, çevresindeki radikal hareketlerle kurduğu ilişkilerden, mektuplaşmalarından, konuşmalarından vb. parti konusuna nasıl yaklaştığı hakkında bir fikrimiz var.

Dean’in Marx’tan gösterdiği iki referans bize Marx’ın yaklaşımı hakkında bayağı bir fikir veriyor. Öne çıkan iki husustan ilki, Marx’ın her tarihi dönem için geçerli bir parti modelini benimsemek yerine, konjonktürel olarak kendini yenileyebilen “geniş tarihi anlamıyla” parti kavramını kullandığı. Freiligrath’a mektubunda, Marx, ”…1852′den beri hiç bir örgütle ilişkim kalmadı ve kıta Avrupa’sında artık miyadını doldurmuş örgütlerle uğraşmamdan çok, teorik çalışmalarımın işçi sınıfının daha çok işine yarayacağına kesinlikle ikna oldumdedikten sonra, mektubun sonunda hem bütünüyle parti fikrine karşı olduğu izlenimi yaratmamak hem de nasıl bir örgüt sorusuna dolaylı cevap mahiyetinde şunu da ekliyor: “ ’Parti’ ile sekiz yıl önce kapanmış olan League’i veya oniki yıl önce lağvedilen yazı kurulunu kasttettiğim algısından doğabilecek yanlış anlamaları gidermeyi denedim. Parti ile, geniş tarihi anlamıyla partiyi kastediyorum.

Raya Dunayevskaya gibi Jodi Dean de, Auguste Blanqui’nin Fransız polisi tarafından tutuklanması üzerine Marx’ın 1861′de Londra’da düzenlediği protesto toplantısından ve Blanqui ile yazışmalarından yola çıkarak,ikinci hususun “dayanışma” ruhu olduğunu düşünüyor. Farklı eğilimlerin mücadele içinde, mücadeleyi kavrayış farklılıkları olsa bile, dayanışmayı elden bırakmamaları.

Gezi isyanının neredeyse tanımsal niteliği haline gelen dayanışmayı esas almak yeterli mi? Bizatihi dayanışma ruhunun hakim olduğu bir eylemlilik, politik deneyim kendi başına nereye, ne ile gideceğiz sorusuna cevap vermemizi sağlar mı? Eğer sağlamazsa, ihtiyacımız olan örgütten ne beklemeliyiz, nasıl bir yapı yaratmalıyız?

“Nasıl bir örgüt” sorusuna net bir cevap vermeye çalışmak yerine, yaşadığımız tarihi anın ihtiyaç duyduğu örgütün asgarileri üzerinde anlaşmak gerekiyor: mücadele içinde dayanışma ve farklı eğilimleri barındırma. Bu örgütün aynı zamanda bizlere, kısa süreli eylemlilik ile uzun erimli kapitalizmin alternatifini tasarlama ve inşa etme işini bir arada yapma imkan ve motivasyonunu vermesi de gerekiyor. Sanırım, olanla yetinme dönemini arkada bıraktık, yenisini ise yaratmanın eşiğindeyiz.

Ahmet Tonak
11 Ağustos 2013
Kaynak; birgun.net