Soldefter: Alternatif medya sadece kendinin rakibi olurken – Sarphan Uzunoğlu

Mesele’nin Temmuz sayısının sonunda belki de uzun süredir üstünde konuşulan ama kimsenin de pratikte pek yeltenmediği bir meseleden bahsediliyordu. Kendi ‘demokratik’ medyamızı oluşturmanın gerekliliğinden. Yazıda belirtilen bazı noktalarda Gezi Direnişi sonrası dönemin bize getirdiği ‘dersleri’ ele almak, hem de çeşitli istatistiklerle Gezi’yi aktaran ‘alternatif medyanın’ o kadar da alternatif olmadığını, olsa olsa birbirlerine alternatif olabildiğini gösterebilmek amacı taşıyor.

Her şeyden önce yazarın değindiği kanallardan Artı1 TV’nin hükmünün kısa sürdüğü aşikar. Malum; Gezi Parkı olaylarına kanalın patronajının yaptığı müdahale sonrası aralarında Banu Güven, Ece Temelkuran, Uğur Dündar gibi isimlerin de olduğu ‘kurucu’ ve ‘öne çıkan’ kadro Gezi Direnişi’nden ayrıldı, hatta Banu Güven blog’unda ayrılma gerekçelerini zaten blog’unda paylaştı.*

Henüz Artı 1 TV’nin sermaye analizini yapmak için elimizde yeterli veri olmasa da Banu Güven’in kişisel olarak aktardıkları üstünden düşünüldüğünde dahi Artı 1 TV’nin genel sermaye yapısının bir şekilde bugün Anaakım dediğimiz alanda ‘bağımsız’ ama ‘kitlesel’ yayıncılık sürdürmek konusunda umut vermediğini görmemiz şart. Tam da bu noktada IMC TV, Hayat TV gibi kendi yağımızda kavurduğumuz yayınları, Birgün, Evrensel ve Gündem gibi gazetelerimizi de göz önüne aldığımızda tüm bu yayınların istatistiklerini ele almak gerekiyor. Ortalama 5-10 bin arası satış yapan gazetelerimizin yanında doğal olarak frekans satın alma zorluğu yaşayan ve dahi sürekli bir biçimde kapanma riskiyle karşı karşıya olan kanallarımız için bir şey söylemek çok güç. Ortaya bir ‘büyüme stratejisi’ koymak tüm bu kanallar için imkansız.

Örneğin Naber Medya’nın ya da Çapul TV’nin tüm bu kanalların bir araya gelip getiremediği fonksiyonu tek başlarına getirmeleri ve dahi örneğin Hayat TV’nin bu iki kanalın yayınlarını bir ‘ihlalcilik’ ile yayınlaması tek başına gerilla olmayan yayıncılık karşısında anaakıma benzemeye çalışan alternatif yayıncılığın başarısızlığa mahkum olduğu ortada. Bianet’in ya da diğer portalların da söylemsel anlamdaki alternatifliğinin dahi benzeşmeye başladığını, bunun da mevcut biçimler içerisinde pek de şaşırtıcı olmadığını eklemek şart.

Forumlarda ortaya çıkan radikal demokratik yaklaşımın gazetelerin ‘forum’ sayfalarında dahi yer almadığı buradaki ‘editörlük’ sisteminin tek başına geçmişten kalma ‘parti yayın organı’ anlayışına fazlasıyla benzediğini görmek kolay. Bu noktada ‘ortak alan yaratma’ ihtiyacımızı gidip de Radikal Blog gibi mekanlarda karşılamak zorunda kalmamız ve orada da belirli bir ‘meşruiyet çerçevesine’ sıkışıp kalmamız birçok açıdan bizi zorluyor.

Bugün bianet’ten benim de yazı yazdığım soldefter’e birçok portal ve haber alanının hiçbir şekilde anaakımın internet sitelerinden farklılaştığını söyleyemeyiz. Online yayıncılık ve gerilla gazetecilik stratejilerini teknolojik olarak yerleştirememiş bir gazetecilikle çok uzağa gidemeyeceğimiz fazlasıyla ortada. Üstelik, radyosunu dijital ortama taşıyamamış, taşısa da oldukça ‘geride’ kalmış, henüz kendi dijital televizyonunu kuramamış bir alternatif medyadan söz ediyorsak aslında alternatif bir medyadan söz etmediğimiz ortadadır.

Elbette herkes ‘ayrık’ kimi örneklerden söz edebilecektir. Örneğin Açık Radyo ve Sol Radyo ya da Nor Radyo deneyimleri. Ama her bir örneğin de entegre bir medya projesinden ziyade ayrık ve kendi programlarına fazlasıyla angaje olmaları (Nor Radyo bu konuda diğerlerinden güzel bir biçimde farklılaşıyor) oldukça problemli.

İhtiyacımız olan gazetelerde halihazırda köşeleri olup hep aynı şeyleri söyleyen, hatta bizim gazetelerimizde konuşup hep aynı şeyi konuşanlardan ziyade kendi içeriğini kendi üreten ve tıpkı forumlarda olduğu gibi kendi söz ve üslubunu da yaratıcı sürece yansıtabilen bir kadro. Bu bağlamda örgütlerin gün geçtikçe ‘stabilleşen’ diline karşı örgütlülüğü ve örgütlenmeyi kötülemeyen ama mevcut örgütlü medya mekanizmalarının editoryal bağnazlıklarını aşabilecek bir medya düzeneğine ihtiyacmız olduğu ve bunu yapabileceğimizi Gezi Direnişi sırasında gösterebildiğimiz aşikar. Tabii bu konuda ilk ihtiyacımız olan şey Gezi’nin ve Occupy’ın ortak ilkelerindeki ‘çokluk’ anlayışını koruyan, bir aradalığı devam ettirmek ve tartışmayı ‘anlamlandırmak’ üzerine kurulu ve dahi diyalog zeminini yükseltmeye dayanan bir mecra oluşturmak.

İçerisinde kendi chat odalarından (ki bunlar mahlaslara dayalı olması kaydıyla daha başarılı sonuçlar verebilir), kendi canlı yayın ekiplerine (her smart phone bir kameraman ve bir muhabir yaratır), özel gruplarca eğitilmiş görüntü kurgucularından kendi iç sosyal ağına dek bir ‘medya projesi’ oluşturmak ve bu medya projesinde ‘merkeziliğin’ yerine forumcu anlayışı gözetmek ve burjuva geleneğini dışlayarak, imajlar ve egolar yerine fikirler ve ‘radikal’ demokratik ilkeli bir anlayışı koymak önümüzde olan ilk reçetedir.

Birgün’e katılan ve anaakımdan teker teker ayrılan yazarların gazetenin tirajına etki etmek konusunda neredeyse hiç etki gösterememesi dahil olmak üzere artık ‘yeni mecrada’ yeni bir şeye ihtiyacımız olduğu ve bunun klasik konvansiyonel düzen olmadığı, yeni medya düzeninin aslında forumlarla birlikte kendini ilkesel olarak inşaa ettiğini görmek zorundayız.

13melek, Myriamonde, Masal_Ortusu, Bawerito gibi isimlerin twitter muhabirliklerinden bize kalan ders en çok da artık ‘yeni olanın’ merkezi değil, bireylerin kolektif emeği üzerinden ve spontane biçimde oluşan olduğu ortada. Elbette geleneksel medya alanında bir şeyler daha olacağı aşikar.

Ama BBCTürkiye Türkiye sosyalistlerine ‘çektiğiniz fotoğrafı kullanabilir miyim’ ya da Halk TV ‘bu yayını paylaşabilir miyiz’ diye sormaya başladıysa, bu bizim yayılabilecek yeni medya kullanım pratiklerimizin devrimci ortak alanı oluşturmak konusunda şans yaratabileceğinin göstergesi.

* Banu Güven’in açıklaması: http://www.banuguven.com/haber/neden-ayrildim–2

Sarphan Uzunoğlu
11 Temmuz 2013
Kaynak; soldefter.com