T24: Erdoğan herkesin başbakanı olduğunu unuttu, sürekli bağıran birine dönüştü

Hidayet Şefkatli Tuksal: “Başörtülü kadınların kamuda çalışmasını legalleştirmeyen Erdoğan’ın alkol için günah duygusu hissetmesini anlayamıyorum.”

“Genç – yaşlı, öğrenci – bürokrat, feminist – ev kadını, Müslüman – solcu, Kürt – Alevi, Kemalist – komünist, Fenerli – Beşiktaşlı bir araya gelmesi düşünülemeyecek kişileri, fikirleri, yaşam biçimlerini, kulüpleri bir araya getirdi. Belki bu insanlar bir an için sahne aldılar. Ama bu an artık meydana, kolektif belleğe kazıldı.”

Prof. Nilüfer Göle, Gezi Parkı direnişinin bir kamusal hareket olarak anatomisini çıkarırken alanlarda toplananların çeşitliliğini bu cümlelerle aktardı.

Başbakan Tayyip Erdoğan ise bu renkliliğin karşısına AKP’ye oy veren yüzde 50’yi koyarak “Zor tutuyorum” dedi.

AKP’li tabanın haleti ruhiyesini anlamak için T24 olarak muhafazakâr kesimi yakından tanıyan ve Türkiye’nin vicdan mahallerinden biri olan Hidayet Şefkatli Tuksal’in kapısını çaldık.

hidayet-sefkatli-tuksalAnkara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra imam – hatip okullarında öğretmenlik yapan Tuksal, 1990’larda doktora konusu olarak “Kadın aleyhtarı rivayetler üzerinde ataerkil geleneğin tesirleri”ni çalıştı. Başkent Kadın Platformu gibi sivil siyaset alanlarında ciddi bir mesai harcayan, kadın haklarını savunduğu için bazı dindar çevrelerde de eleştirilen Tuksal, “Kurulduğu zaman heyecan ve umut hissetmiştim” dediği AKP’yi eleştirmekten de, yeri geldiğinde hakkını teslim etmekten de hiçbir zaman çekinmedi.

Tuksal, görüşlerini önce Star gazetesinde, ardından kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan döneminde Taraf’ta paylaştı. Altan’ın istifasının ardından Genel Yayın Yönetmenliği görevine getirilen Oral Çalışlar’ın Taraf’tan “editoryal bağımsızlığa müdahale” gerekçesiyle ayrılması üzerine gazetedeki köşesini kapatan Tuksal, Mayıs ayının başından beri medyadan uzak.

Gezi Parkı direnişinin 8. gününde buluştuğumuz Tuksal, eylemlerin kendisine ve yüzde 50’ye nasıl göründüğünü anlattı ve Erdoğan’ın kendi kitlesini tutmaya çalıştığı doğru” dedi.

Tuksal, sebebi şöyle açıklıyor:

“’Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ gibi darbe özlemini çağrıştıran rengin ağır basması, eski günlere mi döneceğiz korkusu yarattı. Erdoğan’ı eleştiren birçok insan için bile 10 sene öncesi bir kâbus.”

“Eylemciler içinde hakikaten darbe isteyenler var diyen Tuksal, şu notu da düşüyor:

“Ama AKP’nin eylemcileri aynı potaya toplaması siyasi özensizlik.”

Hidayet Şefkatli Tuksal’ın, AKP’nin alkol satışı, pazarlaması ve tanıtımını sınırlandırma sürecinde kullanmayı tercih ettiği üsluptan Gezi Parkı eylemleri sırasında Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki yayın organlarına yansıyan tutuma kadar pek çok güncel konu hakkında T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Sahipsiz eylemlere bizim neslin güvensizliği var

- Gezi Parkı’nda sizce neler oluyor?

Gezi Parkı’nı korumak isteyen bir grup vardı, benim de ilişkide olduğum Taksim Platformu. Polisin aşırı müdahalesi, göstericilerin kararlılığı ve çeşitliliği gibi nedenler ile Gezi Parkı hem Türkiye’nin, hem dünyanın gözü önünde bir platform haline geldi. Dolayısıyla şimdi hükümetten her hoşnutsuz grubun hoşnutsuzluğunu çeşitli dozlarda dile getirdiği bir platform oldu.

- Siz eylemler boyunca Gezi Parkı’na gittiniz mi?

Platformdaki arkadaşlar gösteriler öncesinde Gezi Parkı’nda neler olduğunu beni gezdirerek anlatmışlardı. Ama gösteriler sırasında Diyarbakır’daydım. Bir de gidemezdim, bu kadar karışık bir ortama gitmeye cesaretim yoktu açıkçası.

- Neden? Size zarar gelir diye mi?

Eğer sadece Taksim Platformu’nun hakim olduğu bir eylem olsaydı gönül rahatlığıyla giderdim. Ben 50 yaşındayım, bu halimle gazı, koşmayı, kaçmayı göze alamıyorum. Bir de eylemin sahibi olmadığında bizim neslin geçmiş güvensizliğinden gelen “her şey olabilir” korkusu var.

- Eylemin örgütlü olmaması sizin için ne demek; ne olacağını düşünüyorsunuz?

Ne olacağını bilmiyorum, ama ne olması gerektiğine dair fikrim var: Bu insanlar birtakım rahatsızlıklarını dile getiriyorlarsa, bu ifadelerin hükümet tarafından dikkate alınması, uzlaşmacı dille cevap verilmesi gerekiyor. Mesela ben olsaydım, “tencere tava hep aynı hava” demek yerine, “Vatandaşların demokratik haklarıdır, saygıyla karşılıyorum” diye mesaj verirdim.

- Sizce eylemlere dair “Saygı duyuyorum” demeyen Erdoğan’dan “Tamam, Topçu Kışlası yapılmasın” sözünü duymak mümkün mü?

Bugüne kadarki icraatlarına baktığımızda zor. Ama Erdoğan bunu yaparak da şaşırtabilirdi.

AKP’nin siyaseti her alanda muktedirliğe evrildi

- Kürt meselesini çözmek için PKK ile diyalog vizyonu koyan Erdoğan, sizce İstanbullularla neden benzer bir diyalog kuramıyor?

Bir insanın bu kadar çok işi, bu kadar çok konuyu yüklenmesi, hatta bizim de her şeyden onu sorumlu görmemiz, işte asıl sıkıntı bu değil mi? Benim en başından beri Erdoğan’a en yönelik eleştirim şu; Türkiye’de katılımcı demokrasiyi inşa etme fırsatı vardı. Katılımcı demokrasiyi herkese daha fazla özgürlük vererek, herkesi süreçlere katarak yapabilirdi. Ama belki de Türkiye’de bunun bir örneği olmadığı için bildik yöntemlerle siyaset yapmayı tercih etti. Bu da güç siyasetine, her alanda muktedir olabilmeye evrildi. Öyle olduğu zaman da hoşnutsuzların sayısının fazla olması doğal.

Bakalım Erdoğan’ı eleştiren Nabi Avcı’nın kariyerine zarar gelecek mi

- Erdoğan ve çevresine en sık yaptığınız eleştirilerden biri de eleştiri yoksunluğu. Sizce bugün yakın çevresi Erdoğan’ı eleştirebiliyor mu, Erdoğan bunları duyuyor mu?

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın sözünün (Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi beş günde başardık. Normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek çok farklı kesimleri toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk) çok ciddi bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Mizahi bir söz, ama gerçeği ifade ediyor. Kamuya açık bir eleştiri duymuş olduk şimdi. Ama bakalım sonucu ne olacak, siyasi kariyerine zarar gelecek mi?

- Başbakan’a yeri geldiğinde mesajlar veren Abdullah Gül, sizce nasıl bir siyasi profili çiziyor?

Gül’ün çizdiği siyasi profil daha uzlaşmacı, daha serinkanlı görünüyor. Fakat Erdoğan’a şunun hakkı verilmeli; Türkiye’de kimse 10 yıl öncesine geri dönmek istemiyor. Başbakan da taştan değil, o da bunları duymak istiyor. Sürekli ondan konuşuyoruz, çünkü 10 senelik icraattaki her şey gelip ona dayanıyor.

- “Gül, bir Erdoğan değil” mi diyorsunuz?

Farklı üslupları var.

AKP’liler için Erdoğan’ı eleştirmek kariyeri riske atmak demek

- “Mesaj alındı” ifadesine Erdoğan’dan “ne mesajı” yanıtı gelen Abdullah Gül’ün siyasi kariyeri sizce tehlikede mi?

Bilmiyorum. Abdullah Gül’ün siyasi kariyerinin ne olacağı zaten meçhul. Ama bu noktada siyasi kariyer düşünmemek lazım.

- AKP’li bir siyasi için Erdoğan’ı eleştirmek siyasi kariyeri riske atmak mı demek?

Evet, böyle bir sonucun olduğunu düşünüyorum. Mesela Ayşe Böhürler onu eleştirmeye cüret edebilen insanlardan biridir. Ve siyasi kariyeri bitirildi veya ara verildi. Ben Tayyip Erdoğan’ın güven sorunu yaşadığını düşünüyorum. Zaten en başında yola çıktığı ekiple devam ediyor. Onlara olan güveni denenmiş dostluklar belki de. Usulünce yapılan eleştirilere müsamahalı davranıyor olabilir, ama kamuya açık eleştirileri bir tür yıpratma olarak algılıyor.

Evde oturan öfkeli yüzde 50’de darbe korkusu var

- Eleştiriye tahammülü olmayan, eylemcilere “çapulcu”, “Ben de karşınıza 1 milyonla çıkarırım”, “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” diyen Başbakan’a sizin uygun gördüğünüz tanım hangisi; totaliter, otoriter, karizmatik, diktatör, duygusal?

Hepsinden biraz. Yalnız, kendi kitlesini tutmaya çalıştığı doğru. Çünkü “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi darbe özlemini çağrıştıran rengin ağır basması, “eski günlere mi döneceğiz?” korkusu yarattı. Erdoğan’ı eleştiren birçok insan için bile 10 sene öncesi bir kabus.

İnsanlar ortalık karışmasın diye evlerinde oturuyorlar, ama bu öfkelenmiyorlar demek değil. Bu işi artık kimse sadece Gezi Parkı meselesi olarak görmüyor. Bunu demokrasi özlemi olarak da algılamıyor insanlar. Bu gösterilere katılanların siyasi görüşlerine baktığınızda belki çok azı demokratik rüştünü ispatlamış. Genel olarak eskinin özlemi içinde olan grupların hakim olduğu eylemler gözüküyor.

- Yani sizce Gezi Parkı direnişçileri darbe mi istiyor?

Hayır, baştaki Gezi Parkı eylemcilerinin hiçbiri darbe istemiyor, hepsi demokratik, yeşil bir ülkede yaşamak istiyorlar. Ama sonradan aralarına karışan unsurlar arasında darbe isteyenleri de var ki bunlar zaten sloganlarıyla, eylemleriyle açıkça ortadalar.

- Eylemcilerin çoğunluğu genç ve demokratik rüştünü ispatlama gibi sınava tabi olmamış kişilerken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerin hakim olduğunu söyleyerek kurunun yanında yaşı yakıyor olabilir misiniz?

Ama ben iki grubu ayrı tutarak konuşuyorum zaten, kuru ile yaşı ayırıyorum. Mesela Başbakan’ın “İki ayyaşın çıkarttığı yasaya uyuyorsunuz” gibi ifadelerine karşı içen, içmeyen insanların çıkıp protesto yapması demokratik bir şey. Ama “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesi böyle bir ifade değil. O yüzden sesi gür çıkanlar diğerlerini de kaçırıyor. Onlar da tencere, tava çalıyorlar. Biraz CHP taraftarlarının da bunu sahiplendiğini görüyoruz. Eylemler, herkesin olduğu, ama birilerinin sesini daha gür çıktığı şeyler haline geldi. Ya da seçici algılamamızla biz böyle algılıyoruz, bilemiyorum. Sokaklardaki saldırganlıklar ürkütüyor. Tayyip Erdoğan rövanşist olmakla suçlanıyor, ama bu bahsettiğim grupların da rövanşist bir dili var.

Gezi eylemcilerinin tümünü darbecilikle suçlamak siyasi özensizlik

- Başarıları arasında birinci sıraya “Askeri vesayeti gerilettik” cümlesini koyan Erdoğan’ın ve AKP yetkililerinin eylemcileri “darbeye zemin hazırlamakla” suçlaması sizce bir çelişki değil mi? 

Siyasi özensizlik. Hakikaten darbe isteyenler var eylemciler içinde. Ama bunları aynı potaya toplamak siyasi özensizlik. Uçaklarda, uzun süre kullanımdan kaynaklı metal yorgunluğu olması gibi hükümette de iktidar yorgunluğu olabilir. Bu tür olaylara tepki verirken, doğru dilin belirlenememesi bunun göstergesi. Bence bu tür konularda Başbakan konuşmamalı. Yerine daha az yorulan, daha uzlaşmacı isimler hükümet adına konuşmalı.

- Mesela?

Nabi Avcı, Bülent Arınç olabilir. Arınç, gelgitleri olsa bile daha yumuşak konuşmayı başarabilen bir insan. Bu tür yöntemler denenmeli. Her seferinde Erdoğan konuşmamalı.

Erdoğan sürekli bağıran çağıran bir adama dönüştü

- Erdoğan’ın günde üç seferi bulan konuşmalarına tanık olduğunuzda ne hissediyorsunuz?

Barış süreci öncesinde milliyetçi jargon yükseldiğinde Başbakan’ı hiç dinleyemedim. Barış süreci başladıktan sonra umutlandım ve dinleyebilir hale geldim. Başbakan’ın herkese sürekli laf yetiştiren adam görüntüsü, ağırlığıyla da çelişiyor. Sürekli bağıran çağıran bir adama dönüştü… Biz, mail grubumuzda, keşke Başbakan çıkıp tüm ülkeyi kapsayıcı bir balkon konuşması yapsa diye konuşuyoruz…

- Devlet Bahçeli hanesine yazılan en büyük artılardan biri ülkücü tabanı sokağa çıkmaktan alıkoyması oldu. Erdoğan “zor tutuyorum” diyerek tabanına “zapt edilmesi gereken bir tür ülkücü gençlik” muamelesi yapmadı mı?

Ben partinin dışında bir yerde duruyorum, teşkilatlarla alakam yok. Ama kongreye gittiğimde o kadar çok Tayyip Bey’e hayran insanla karşılaştım ki, o gençleri tutmak güçtür diye düşünüyorum.

AKP’lilerin sınırı ne bilmiyorum ama kanı kaynayanlar var

- AKP tabanının sınırı ne? Ne olursa artık evde durmazlar?

Bilmiyorum, ama alana çıkıp gösteri yapabilirler, arabalarıyla korna çalıp dolaşırlar. Ama insanlar onu da yapmıyorlar, tansiyonun düşmesini bekliyorlar. O grubun içinde de kanı kaynayanlar, heyecan ve aktivite arayan genç insanlar var. Ama sınırın ne olduğunu bilmiyorum. Ben bu taraftan bir şey geleceğini zannetmiyorum, ama bir rahatsızlık var.

Başörtüsü için çalışmayan Erdoğan’ın ‘alkol günah’ duygusunu anlamıyorum

- Sizce Erdoğan’ın dini inancı, alkolü yasaklamamasını “günah işliyorum” diye düşünmesine sebep olabilir mi?

Bilmiyorum. Ama başörtüsü yasakları hâlâ devam ediyor, kamuda başörtülü kadınlar çalışıyorsa bile amirinin inisiyatifinde, kaçak çalışıyorlar. Başörtüsünün farz olduğuna inanıp 10 yıldır başörtülü kadınların kamusal alanda çalışmasını legalleştirmeyen, bunun için bir şey yapmayan Erdoğan’ın tutup da alkol için günah duygusu hissetmesini anlayamıyorum.

Erdoğan “inancın emri” diyerek çam devirdi

- Erdoğan’ın “iki tane ayyaş” ile başlayan cümlesinin devamında yer alan “inancın emrettiğinin neden reddedilmesi gerekiyor” ifadesi sizde nasıl yankı buldu?

Başbakan’ın bir çam devirdiğini düşündüm. İnsanları niçin diniyle karşı karşıya getiriyorsun? Aleviler de bir inanç grubu ve içki bazı durumlarda onların dini ritüellerinin bir parçası. En azından bu ülkede herkesin başbakanıysanız böyle bir dil kullanamazsınız. Bence Erdoğan, bütün ülkenin Başbakan’ı olduğunu unuttu.

3. köprünün adı Pir Sultan Abdal olmalı

- Söylediklerinizden 3. köprüye adı verilmesi kararlaştırılan “Yavuz Sultan Selim” ismine de karşı olduğunuzu söylemek sanıyoruz yanlış olmayacak.

Tabii. Bizim bütün derdimiz cihangirlik mi Allah aşkına? Niye İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Mimar Sinan, Mehmet Akif değil de Yavuz Sultan Selim ismi seçiliyor? Bence fetihçi bir kuşak yetiştirmenin bize bir hayrı olmayacak. Hatta ben artık köprüye Pir Sultan Abdal’ın isminin verilmesini öneriyorum.

Dindarlar bile Erdoğan’ın bu söylemlerini yadırgıyor

Bu laflardan kimin canı yanıyorsa hem Başbakan’ın şahsına karşı öfkeyle doluyor, hem de onun destekçisi olarak gördükleri insanlara karşı öfkeleri yükseliyor. Neredeyse toplumsal barışımız tehlikeye giriyor. Ve ben dindar insanların bile Erdoğan’ın bu söylemlerini yadırgadığını düşünüyorum.

- Sizce neden Erdoğan’ın bazı söylemlerini yadırgadığını söylediğiniz dindarlar seslerini yükseltmiyor?

Bu toplumun görüş belirtme kanalları açık değil ki. Mikrofon alıp konuşmak için bir Hyde Park da yok. Ama toplumda oluşmuş konsensüsler var. Toplumsal barış ortamı bozulduğunda sadece canı yananların değil, herkesin huzuru kaçıyor. Çünkü herkesin ailesinde namaz kılanı da var, içki içeni de var. Bu çoğulculuk bizim toplumsal dokumuzda var. Bu dokuyu bozmanın bir anlamı yok. Bence toplum siyasetçilerden daha olgun bir noktada.

Ben de kucağa oturma görüntülerinden rahatsızım ama…

- “Devletin metrosunun da ahlak kuralları var. Bir ana, baba kızının birinin kucağında oturmasını ister mi?” Başbakan Erdoğan, Fatih Altaylı’nın metroda yapılan “edep” anonsunu hatırlatması üzerine bunları söyledi. Bir feminist olarak bu ifadeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Açık söylemek gerekirse, muhafazakâr yanımla ben de o görüntülerden rahatsız oluyorum. Birçok insan rahatsız oluyor. Bizim nesil için bu tür davranışlar, özel alanda kalması gereken davranışlar kategorisi içinde. Ama Başbakan’ın çıkıp bu konuda, neredeyse kızını dövmeyen dizini döver demesi, müdahale etmesi doğru değil. Bence, bu soruyu cevaplamayabilirdi. Ayrıca neden kızlar üzerinden konuşuyor, orada bir erkek de yok mu?

- Sizce “Başörtülü kadınlar buraya giremez” diyen kamu dairesi ile “Devletin metrosunda uyulması gereken ahlak kuralları vardır” diyen Başbakan arasındaki mesafe ne?

Üslup olarak çok benzeyen bir üslup. Kamusal alanın birilerince düzenlenmesi ve bireysel davranışlara müdahalesi meselesi bu. Ben burada siyasi otoritenin devreye girmesini aşırı müdahale olarak görüyorum. Bu da karşı bir tepkiyi doğurmaya aday bir müdahale.

- Devlet mağdurluğundan devlet dilini kullanan bir Başbakan’a evrilmesiyle eleştirilen Tayyip Erdoğan, sizce üslubuyla geleceğin Erdoğanlarını mı yaratıyor?

Güç her zaman yeni mağdurlar yaratır doğal olarak…

Gülen cemaati medyasının tavrı duruma göre değişiyor

- Yaşananları yansıtmaması nedeniyle medya eylemciler tarafından eleştirildi. Muhafazakâr medya kategorisine konulan Zaman gazetesi ise süreçte farklı bir pozisyon aldı ve AKP’nin tavrına muhalif yayınlar yaptı. Sizce Gülen cemaati medyası süreçte Erdoğan’ın tutumuna karşı “dengeleyici” bir rol mü oynadı? 

Onları da anlamakta zorlanıyorum. Bu olayda bu tavrı koymuş olabilirler ama Kürtlerle barış meselesinde daha sertlik yanlısı durumdalar ve hükümetin PKK ile anlaşmasını hazmedebilmiş değiller mesela. Her zaman bu ilke üzerinden davransalar, dengeleyici unsur diyebilirdim, ama duruma göre değişiyor. Buna rağmen, yine de hükümeti eleştirilmesi gereken noktada eleştiriyorlarsa bunu artı olarak görmek lazım.

- Sizce cemaat kendi çıkarlarına uygun olduğunda mı demokratik?

Cemaatin genel hareket tarzı bir sorunu daha çok diplomasi yollarıyla çözmek, maceralara girişmemektir. Örneğin, AK Parti’nin dış politikası cemaate göre macera. Onlar, maceracılığın, denenmemiş yöntemlerin denenmesinin akılcı olmadığını söylerler, rasyonalisttirler. Bu yüzden de AK Parti’yi eleştiriyorlar. Ama bazen onlar da politik davranmak yerine ağırlık koyma siyasetini tercih edebiliyorlar.

- Hangi konularda sizce ağırlıklarını koyma yolunu tercih ediyorlar?

Değişiyor. Bazen “Türkiye’nin yararına olacaklar” konusunda kendi perspektiflerini göstermek için, bazen de bizzat kendi varlıklarıyla, çıkarlarıyla alakalı olabiliyor. Dolayısıyla tavırları değişebiliyor.

Gülen cemaati her alanda güçlenmeye çalışıyor

- Sizce Gülen cemaatinin çıkarı ne?

Türkiye’de her kesim güçlenmek üzerine siyaset yapıyor bence. Çünkü güçlü olmak aktörleşmeyi sağlıyor ve size alan açıyor, imkânlar sunuyor. Dolayısıyla ben cemaatin de güçlü, kalabalık olmayı önemsediğini düşünüyorum.

- Bu güç sadece dini içerikle mi sınırlı sizce?

Cemaat bu konuda çok rasyonalist çalışan bir grup. Her alanda güçlenmeye çalışıyorlar bence. Aslında bunu sadece Gülen cemaatiyle sınırlı tutmak da yanlış. Türkiye’de her grup güçlenme siyaseti yapıyor. Büyük küçük her grup, sağlık, medya, eğitim alanında kendi kurumlarını oluşturmaya çalışıyorlar.

Geçmiş dönemde illegal yapı olarak algılanan cemaatler şimdi sosyolojik bir tanıma kavuştu ve aralarında bir rekabet var. Bu rekabet ve var olma stratejileri üzerinden bir tür demokratikleşmenin gerçekleştiğini de söyleyebiliriz. Dini çoğulculuk diyebileceğimiz bir yapı görüyorum.

- Gülen cemaati kadınları nerede?

Temsil makamları dışında Gülen cemaati kadınları her yerde aktif olarak çalışıyorlar.

- Neden Gülen cemaatini temsil mevkiinde kadınlar yok? 

Gülen cemaatine mensup erkek denildiğinde verilecek cevap var mı?

Hocaefendi’nin”başörtüsü teferruat”sözü travma yaşattı

- Fethullah Gülen’in 28 Şubat sürecinde sarf ettiği “Başörtüsü teferruattır” sözleri Gülen cemaati kadınlarının gönlünü kırdı mı? 

Kırmadı çünkü bağlılıkları çok kuvvetli. Ama travma yaşadılar. Buna bizzat şahit oldum.

- Kırılmadılarsa, gerekçelendirmeyi nasıl yaptılar?

Bunu cemaatten gelen bir şey olarak görmediler. Türkiye’de yasaklar olmasaydı travma yaşamayacaklardı. Bunu bir yok etme operasyonuna karşı savunma operasyonu olarak karşıladılar, fedakârlık olarak gördüler. Ama bu fedakârlık, hayatta kolay karşılığı olan bir şey değil. Cemaatten bir arkadaşım başını açtıktan sonra saçları ağardı. Diğerleri sınıfla mescit arasında bir yaşama sıkıştı, mecbur olmadıkça açık alana çıkmadılar. Ama zaman içinde birçok şeye alışılıyor.

- Başörtülerini 28 Şubat döneminde bırakan cemaat mensubu kadınlar daha sonra yeniden örtündü mü? Travma bugün atlatıldı mı? 

Açık kalan da oldu, kapatan da. Travmayı atlattıklarını düşünüyorum. Ayrıca sadece cemaatten kadınlar da değil, pek çok kadın o dönem başını açtı ve birçok arkadaşımın göğsünde o dönemde kist çıktı.

- Gülen’in 28 Şubat döneminde Necmettin Erbakan’a dair dile getirdiği “istifa etmeli” sözlerini bugün sorguladığını GYV Başkanı Mustafa Yeşil aracılığıyla biliyoruz, ancak başörtüsüne ilişkin tavrına dair ne düşündüğü meçhul. Sizce kadınlar kendilerini başlarını açmak zorunda hissederken Gülen, “teferruat” açıklamasını yapmak zorunda mıydı?

Güç siyaseti böyle bir şey. Hocaefendi’nin 28 Şubat sürecinde televizyona çıkıp Erbakan aleyhine konuşması, askerlere karşı çok saygılı dil kullanması, Çevik Bir’e mektuplar aslında Gülen cemaatinin siyasi iş yapma yöntemleri hakkında fikir veriyor. Ama bahsettiğiniz sorgulamayı, sadece “İstifa et demekle hata ettik” diye algılamıyorum. Askere karşı bu kadar teslimiyetçi bir dil kullanılmasını sorunsallaştırmış olabilecekleri anlamına da geliyor bu…

Cemaatin güç siyaseti ‘doğru ve ilkeli davranma’yı yaralıyor

- Bu güç siyaseti Gülen cemaatinin neleri feda etmesine sebep oldu sizce?

Totalde bunlar niçin yapılıyor? Cemaat, kurumları, gazetesi zarar görmesin diye yapılıyor. Kriz durumundan yara almadan çıkmak istiyorlar. Baktığınızda en azıdan başını açan öğrenciler okullarını bitirdiler, devletle karşı karşıya gelmeden yetişti o çocuklar. Burada cemaatin varlığı yara almıyor ama “doğru ve ilkeli davranma meselesi” yara alıyor. Onlar cemaatin toplam çıkarını bireysel çıkarların önünde tutan bir anlayışı önceliyor bu durumda.

- Sizce Gülen cemaati ilkeli bir cemaat mi?

Kendilerine göre ilkeleri olan bir cemaat diyebilirim…

- Bugün Gülen cemaat üyesi olmanın bir artısı, kazancı var mı?

Bilmiyorum, ama Anadolu’da “Devlet memurluğu garanti olsun diyorsan cemaatin okuluna git, yurdunda kal. Memur olman kolaylaşır” denildiğini bazı insanlardan duydum. Bu eğer gerçekse üye olmanın bir kazanç olduğu düşünülebilir. Ama cemaatten benim tanıdığım insanlar, maddi anlamda kazançtan çok kayıp olarak görülebilecek hayatlar yaşıyor. Parasını sürekli cemaate harcıyor, iyi okul bitirmişler gönüllü çalışıyor, kimsenin gitmek istemeyeceği bölgelere hizmet için gidiyorlar.

- Cemaatin bugün başörtüsüne bakışı ne?

Cemaatte bildiğim kadarıyla bu konuda bir kriz durumu yok. İsteyen başörtülü, isteyen açık…

Hazal Özvarış
10 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; t24.com.tr