BirGün: ‘Türkiye’de devrim olacaksa gülerek olacak’ – Gülşen İşeri

Türkiye 12 gündür ayakta… Gezi parkı için başlayan eylemler Türkiye hatta dünyanın dört bir yanına yayıldı… Polisin iki gün boyunca sabaha karşı Gezi Parkı’nda nöbet tutanlara karşı müdahalesi bir anda bütün halkı sokağa döktü. Türk, Kürt, Alevi, Sunni, sol, sosyalist, anti-kapitalist, Kemalist herkes barikatlarla direndi polise… Belkide en renkli görüntü Ezeli rakiplerin verdiği pozlardı… Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray yan yana Gezi için direndi.

carsi

Sanki Türkiye’de hayal edilen o birliktelik kazanılmıştı. O birlikteliği tarif eden slogan ise kuşkusuz “sokakta birleştik, sokakta kazanacağız.”

Günlerce süren direniş ve çatışma da ne yazık ki 2 kişi hayatını kaybetti. Çatışmanın en yoğun olduğu kentler arasında olan Antakya’dan Abdullah Cömert, İstanbul’dan Mehmet Ayvalıtaş yaşamını yitirirken Gazi Mahallesi’nden Turan Akbaş ve ve Ankara’dan Ethem Sarısülük ise makinaya bağlı olarak yaşam mücadelesi veriyorlar.

Erdoğan öngöremedi, milyonlar sokağa döküldü

Gece gündüz çatışmaların yaşandığı kentlerde elbette Türkiye bir tarihe tanıklık ediyor. Diğer illerde yaşanılan ve “Her yer Taksim her yer direniş” söylemi dünyada karşılığını çoktan buldu. Yaşanılanlardan dolayı bütün dünya Erdoğan’a karşı cephe alırken tarihteki bütün diktatörler gibi Erdoğan yine o sert üslubuyla “Taksim’i bir kaç çapulcuya bırakmayacağız” dedi. Ardından da ‘Arap Baharı’nın yaşandığı Tunus, Fas ve Cezayir’i ziyaret etti. “Ben dönene kadar biter olaylar” dedi, bitmedi… Erdoğan’ın döndüğü gece Gazi’de de Gezi Parkı için yapılan eyleme müdahale sırasında Turan Akbaş başından ağır yaralandı… Olaylar bitmedi…. Erdoğan ise geldiği gece havaalanına topladığı AKP’lilere seslendi; gittiğinde kullandığı o sert uslup değişmedi; “Yol ver gidelim Taksim’i Ezelim” sloganlarına el sallayıp adeta iç savaş çağrısı yaptı. Her ne kadar öfkeyle söylemlerini keskinleştirse de Erdoğan şuan yaşanılanları öngöremedi… Yüz binlerin ve milyonların meydana akacağını hiç düşünmedi… Halkın içinde biriken öfke bir anda sokakta kendini belli etti. Halk yeter artık dedi!

Hayatı değiştirmek mümkünmüş!

Her şeyden önemlisi de bu süreç Türkiye soluna ve entelektüellere bir şey öğretti: Hayatı değiştirmek mümkünmüş.

Taksim’de Komün bir hayat var; revirler kurulu, tezgahlarda çaylar, simitler, pohçalar… Bu tezgahlarda para geçmiyor. Alışık olmadığımız bir hayatın seyri akıp gidiyor meydandan.

Beşiktaş’tan Taksim meydana kadar kurulan barikatlarda ise mizah duygusu öne çıkıyor; duvar yazıları, barikatlara yazılanlar, kaldırım taşlarından yapılan karikatürler… Filmlerde dahi göremediğimiz bu süreç Taksim meydanda yaşanıyor. Direnişin sembolü Taksim’i 1 Mayıs’ta çukura düşerler diye yasaklayan zihniyet 12 gündür milyonların o meydandan akıp geçtiğini ve çukura düşmediğini görüyor… Ya da umarım görüyorlardır.

Bu 12 günlük süreci anlatmakla bitmez ama biz bu süreçte sanatçıların, yazarların, akademisyenlerin, müzisyenlerin, yönetmenlerin, oyuncuların ve daha pek çok kişinin direnişe destek olmak için Gezi Parkı’ndan bir an bile ayrılmadıklarını gördük. Bunlardan biri de Emrah Serbes’ti…

Kızıl Meydan’a hoşgeldiniz!

Yeni Romanı için alıp başını gitmişti, olayların yaşandığı ilk gün ise Taksim’e geldi; Beşiktaş’ta direnenlerdendi o da… Yine Beşiktaş’ta buluştuk, Taksim’den kendimi Gümüşsuyu’na bıraktım. Yıllarca o yoldan geçen biri olarak hayatımın en anlamlı güzergahı oluvermişti bir anda. Kaç barikat vardı sayamadım, her barikatta enteresan yazılar, fotoğraf çekmek için sıra bekleyen insanlar, tarihe tanık ettiğini düşünenler… Kızıl Meydana hoş geldiniz yazılı pankart adeta bir umudu simgeliyordu.

İnsanların yüzlerindeki şaşkınlıklardan geçtim, sokakta gaz maskesi satanlardan acil durumlarda kullanılması gereken malzemelere…. Başka bir hayat akıyordu ve ben bu hayatı düşleyerek çoktan geç kalmıştım Emrah’a… Beşiktaş Külüstür barda buldum.

Üçüncü romanıymış, Behzat Ç’nin filmiymiş… Silip attık, yanımızda bir tarih yaşanıyordu. O tarihe tanık bir yazarla bir arada konuşmaya daldık. İstanbul’daki olayların en şiddetlisinin yaşandığı yer olan Beşiktaş’taydık ve tabii ki neler oluyor Beşiktaş’a dememle başladı sohbetimiz…

Paranoyalardan söz etti Emrah Serbes; “Taksime gitmek isterken aman bunlar başbakanlığa gelir mi” diye bir paranoya bağladılar. O yüzden de gelen kitleyi kovaladılar. Bu eyleme özel bir şey de değil. İnönü’ün son maçında nasıl bir paranoya varsa, “maça gitmezler, başbakanlık ofisine doğru gelirler” diye gaz bombası attılar stad içine…”

Ortak yaşam mücadelesi

Bunun sadece Gezi Parkı eylemi olmadığını da vurguluyor… “Son iki aydır hadiselere de bakarsak, Emek eyleminde oraya gelen entelektüeller oldu. Sonrasında 1 Mayıs eylemi. 1 Mayıs için, orada çok derin çukurlar var dediler. Geniş kitleler inandı ama bugün böyle olmadığı görüldü. Sonrasında İnönü’nün son maçında stada yürüyen insanların önü kesildi. Biber gazıyla müdahale edildi. Ve durum buraya geldi. Taksim’in simgesel yönü de çok kuvvetli olunca, ‘işe yaramaz bir nesil’ ağaçlara sahip çıktı.”

Elbette ki Gezi Parkı direnişinden çıkarılacak çok ders vardı. Genel olarak bakarsak hükümetin ezberinin bozulmasının yanında Türkiye solunun da ezberi bozuldu. Polislere kitap okuyanlardan direnişçi mi olur diyenler bir kez daha dönüp baktılar ve binlerin gücü milyonları buldu. Sokakta birleştiler, sokakta kazanılacağını bildikleri için.

Emrah tam da bu noktaya değiniyor sohbetimiz sırasında; “zaten bu sürecin en büyük faydası Türkiye solunun ezberini bozmak olacak. 80 doğumlular veya 90 kuşağı hep kendi abileri, babaları tarafından suçlandılar, (bu nasıl bir hayat biçimi, biz devrim yapacaktık ama son dakika da yapamadık vs gibi…) 30 yıldır bu sürüyordu, bu gençleri harekete geçiren Erdoğan ama en az onun kadar bu eylemin fitilini ateşleyen kendi anne babasından, kendi abilerinden duyduklarıydı. Ve o gençlerin de kendilerine güveni yoktu ama öyle değildi mesele, meselenin öyle olmadığı anlaşıldı…”

Gezi Parkı direnişi bilinçlendirdi

Türkiye solu kadar bu son kuşağın da öğrendiği çok şey var diyorum. “Direnişin ilk günleriydi, eve bir gittim 15 kişi var. Hiçbirini tanımıyorum. Biri çalışma masasında yatıyor, biri kitapları başına yastık yapmış. Sabah oldu parka gidiyoruz, Gezi parkını temizleyeceğiz dediler… Şaşılacak bir şey çünkü belki de hayatlarında kendi evlerini temizlememiş gençlerdi bunlar. Dolayısıyla da bu bilinçlenme herkeste var.

En çok konuşulan meseleyle ilgili sohbetliyoruz. Bu direnişin solun dışına çıkmasını mizaha bağlıyor ve devam ediyor: Bu eylemin solun dışına çıkmasının nedeni de mizah anlayışı… Duvarlarda gençlerin sesinin duyulması, Mehmet Ali Aybar’ın sözüyle de söylersem güler yüzlü sosyalizm… Sosyalizm denilince gri binalar , TOKİ gibi mimarı yapı anlamı çıkıyor ama öyle değil. Türkiye’de devrim olacaksa gülerek olacak. Bunun da yolu da mizah anlayışından geçer…”

Burada Çarşı’nın da hakkını yememek gerek diyorum ve günlerce Beşiktaş’ta direnen Çarşı grubunu soruyorum: Çarşı grubu olarak 1 Mayıs’ta alanlarda oluyorduk. Çarşı grubunu görenlerin yüzünde tebessüm oluyordu, her hangi bir toplumsal eylemde Çarşı nerede deniliyordu, bu esasen iyi bir şey. Gezi parkı direnişinde Emek’de de olduğu gibi Çarşı geri durmadı.

Bütün diktatörler gibi Erdoğan da geri adım atmaz

Gezi direnişi tarihe bir not düşerken Başbakan Erdoğan’ın hala aynı üslupla ama daha durgun ifadelerle ısrarını sürdürmesi geçmişteki diktatörleri anımsatıyor. Emrah ise Başbakana üzüldüğünü söylüyor; Nedeni ise: Ben Erdoğan için çok üzülüyorum. En sıkışmış, çaresiz insanlardan biridir. Üslup olarak adam buna alışmış zaten, ama bu yaşanılanları elbette öngöremedi. Halledin falan diyen adam bugün geri adam atsa kendine yediremeyecek, oysa ki şuan demesi gereken çıkıp özür dilemesi, ama yapmıyor, bütün diktatörlerin özelliği bu, Mussolini de aynıydı… Çıkıp yaptıkları için özür diledi mi? Hayır. Erdoğan, herkesi kendine düşman etmiş durumda. Belli bir taban var ama kendi partisi içindeki sesleri de dinlemiyor. Danışmanlarını, varsa ruh doktorunu dinlemiyor.

Erdoğan 28 Şubat döneminde ‘çapulcu’ydu

Araya Behzat Ç’yi de katmak için espiri yapıyorum,nihayet Behzat Ç’ye soyad bulduk: Çapulcu.Gülüyor ama o meseleye, Behzat Ç’ye girmiyor. Başbakan Erdoğan’ın en büyük hatasının da ‘çapulcu’ lafı olduğuna vurgu yaparak; “hatırlarsan 28 Şubat döneminde kendisine de ‘çapulcu’ diyorlardı. Şiir okuduğu için içeri atılmıştı…. Halk buna teveccü etti, işte bak bu adama ‘çapulcu’ diyorlar, benim gibi konuşuyor dedi. Halk Başbakan Erdoğan ‘çapulcu’ olduğu için ona bu kadar teveccü gösterdi çünkü halk bu adam da bizden dedi. Şimdi çapulcu lafı şeref madalyası haline geldi. TDK ileride sözlüğüne de eklesin, çünkü onurlu, şerefli bir söz haline geldi.”

Evet, en rağbet gören sözcüklerden biriydi Erdoğan’ın kullandığı çapulcu kelimesi… Ama bu da tutmadı, çapulcular çoğaldıkça çoğaldı, Armutlu’ya yıllarca ‘çapulcu’ diyen Etiler her gece 21: 00′de o ‘çapulcu’ları Etiler köprüsünde tencere tavalarla karşılayıp Erdoğan’a sesleniyor: Çapulcular burada Erdoğan nerede… Sosyetenin olduğu yerde balkonlar eylem alanıydı. Armutlu, Etiler birlikte yürüdü sokakları…

Tüm bunları Emrah’a anlatırken, ee sonra ne olacak?

“Öngörmek de zor, ama şu bir gerçek bu hareket hiçbir zaman geriye gitmez… Daha özgürlükçü bir boyuta gidecektir. Elde edilen kazanımlar asla geriye düşmez… Tarihin dönüm noktalarından birini yaşıyoruz.”

Behzat Ç filmi geliyor!

Bunca meseleyi konuşmuşken epeydir ortalıkta olmadığını hatırlatıyorum, tabii ki üçüncü Behzat Ç romanı için kapanmış. Olaylar çıkınca da atlayıp gelmiş.

“Üçüncü Behzat Ç romanını yazıyorum, İğne Ada, Kıyıköy… Sessiz, sakin yerler buldum, orada çalışıyorum… İstanbul olay üstüne olay yaşayınca artık yazarlık yapsam iyi olur dedim ve kendime çekildim. Ancak böyle bir saldırı olacağını düşünmediğim için gitmiştim 15 gün yazdım ve olayların ilk günü ise atlayıp geldim… ”

Biraz sessizlikten sonra Emrah romanına dönecek ama film pek yakında çıkacak. Behzat Ç filminin senaryosu Ercan Mehmet Erdem tarafından yazıldı… Çekim yerleri de belirlendi. Dizinin bitti ama Behzat Ç’yi özleyenler bu da müjde olsun.

Gülşen İşeri
9 Haziran 2013
Kaynak; birgun.net