Önceki akşam. Hava kararmaya yakın, Dolmabahçe’ye bir telaş hâkim. İnönü Stadı tarafındakiler sağdan soldan topladıkları molozları, kaldırım taşlarını yolun ortasına yığarken, Kabataş’ta toplanan başka bir grup da Beşiktaş’a doğru yürüyüşe geçiyor. El birliğiyle trafik tahliye ediliyor, boyu boyuma varan barikatlar kuruluyor.
Alpbuğra Bahadır Gültekin
Derken yürüyen fıskiyeyi andıran ilk TOMA’yı görüyoruz tam karşıda. Ve hemen ardından da ilk gaz bombası atılıyor üzerimize doğru. Az önceki sakin hava yerini paniğe bırakmış, herkes geriye kaçışıyor şimdi. İzdiham o kadar şiddetli ki, o daracık caddede başka bir Kazancı Yokuşu felaketinin yaşanmaması tam bir mucize.
Kürtlerin ne çektiğini anladım
Geri çekildiğimizde yüzünü siyah bir fularla kapatmış bir eylemci küfrü patlatıyor önce. “Yok, bu iş bunlarla olacak gibi değil” diyor. “Neden” diyorum, “Yedi barikat kurduk ama yine çekildik. Kürtler alışmış gaz yemeye, biz ise çil yavrusu gibi dağılıyoruz.” Ben muhabbeti açtıkça ağzından şu cümleler düşüyor gülerek: “Valla adamların Diyarbakır’da neler çektiğini anladım şimdi ya.”
Derken az ötemize bir başka gaz bombası düşüyor ve yine koşarak geri çekiliyoruz. Ben yanan gözlerimi açmaya çalışırken, gaz yiyen herkes gibi “İlaaaaaç” diye bağırıyorum. Ve anında yüzüme o özel beyaz karışımı sıkan kızlar bitiyor yanı başımda. Gaz yiyen geri çekiliyor, sağlam kalanlar ön saflara doğru ilerliyor.
Gaz bombasına içerlenenler
Arka tarafta soluk almaya çalışırken, yanımda oturan üzerinde Beşiktaş formalı bir akranımla konuşuyorum. CHP ’ye oy vermiş ama sokağa dökülme sebebinin siyasi olmadığını söylüyor. Son Beşiktaş maçı öncesi polisin herkesin içinde silah sıkmasına ve kalabalığa biber gazı atmasına içerlediğini söylüyor. O yüzdenmiş bu Beşiktaş’a yürüme isteğindeki ısrar. “Semtten polis çekilsin, o zaman olay biter” diyor.
Polis ve göstericiler arasında mevzi savaşı böyle devam ederken, saatler 23.00’a geldiğinde kalabalığın bir kısmı son vapura, diğer kısmı da Gezi Park’ına yöneliyor. Saflar gevşediğinde polisler son bir atağa kalkıyor. Sonuç belli; yine panik, yine kaçış. Gaz bombaları yanımdan ve başımın üzerinden paralel geçerken, bir tanesi arkadaşımın kolunu yarıp, yön değiştiriyor. Gözün gözü görmediği, nefes almanın imkânsız olduğu o an sığınıyoruz bir yere. Bir sonraki manzara ise absürd bir savaş filmi karesini andıran cinsten; gaz bulutunun içine girip yardım etmeye çalışanlar, “sağlıkçıııı” diye bağıranlar ve ilaç istemediğimiz halde yüzümüze yüzümüze beyaz karışım sıkanlar.
Cerrahpaşa’nın melekleri
Tenha bir bölgede ilk müdahaleyi kendi çapımızda yapmaya çalışırken, koşar adımlarla aşağıya inen beyaz önlüklü bir grup dikkatimi çekiyor; işte tıbbi yardım. Gözleri gazdan kıpkırmızı olmuş Cerrahpaşa Tıp öğrencileri, ellerindeki ilaç dolu çuvalları bırakıyor ve yaralanan arkadaşımın koluna ilk pansumanı yapıyor. Yanımızdan ayrılırlarken istikametlerini soruyorum. Revire dönen Bezmi Âlem Valide Sultan Camii’ne doğru gittiklerini söylüyorlar.
Dolmabahçe’de durum bu halde. Peki hemen iki dakika mesafedeki Taksim’de durum nasıl? Orada her şeye rağmen tam bir festival havası var. Şarkıların, türkülerin, halayların, davulların, sloganların sesi Gümüşsuyu yokuşuna kadar geliyor. Ve bu eğlence sabaha kadar sürüyor böyle.
Liseliler Taksim’de
Ertesi gün (dün) ise Taksim’deki eylemci profilinin hayli değiştiği/gençleştiği dikkatimi çekiyor. Tepeden tırnağa siyah giyinmiş lise öğrencileri, ellerinde bayraklar ve pankartlarla meydana akın ediyor. Bunlardan bir tanesi 17 yaşındaki Mertcan. Doğal olarak hiç oy kullanmamış hayatında ama oy verse de TKP’ye verirmiş. Bu ikinci sokağa çıkışı imiş, daha evvel de şifre skandalı nedeniyle ÖSYM’yi protesto eden arkadaşlarına destek için yürümüş. Anladığım kadarıyla Facebook’ta izlediği ‘polis şiddeti’ video’ları sokağa çıkmasındaki en büyük etken.
Ahmet’in hemen yanında bir başka lise öğrencisi, kolunda Kemal Atatürk dövmeli Begüm var. Ona soruyorum, “Sen neden buradasın” diye. Başbakan’ın söylediklerinden rahatsız olduğunu söylüyor. “Atatürk’ün kurduğu bütün düzeni yıkmaya çalışıyor.” diyor. “Kişisel bir gerekçen var mı” diye soruyorum, birkaç siyasi argüman sıraladıktan sonra son cümlesiyle cevap veriyor soruma: “Kendimi baskı altında hissediyorum.”
Kurtarılmış/bölünmüş bölge
Taksim Meydanı hem kurtarılmış, hem de bölünmüş bir bölge artık. Gezi Parkı’nda direnişçiler, parkın ön tarafında Atatürkçü liseliler, heykelin etrafında sosyalist oluşumlar, Divan Oteli’ne doğru kalan kısımda ‘Antikapitalist Müslümanlar’ ve diğer gruplar (LGBT, Veganlar) var. Yere bağdaş kurmuş kitap okuyan başörtülü bir kadının yanına yaklaşıyorum, müsaade isteyip oturuyorum yanına. O anlatıyor, ben dinliyorum.
Erdoğan’ın kibrinden rahatsız olduğunu söylüyor: “Gerginliği bu kadar arttırmasaydı, insanların özel yaşamına karışmasaydı böyle olmazdı. Ama AK Parti’den de pek çok ismin rahatsız olduğunu biliyorum, keşke onlar da biraz cesur olsa da, bizimle yan yana hareket etse.” Peki, “Meydanlardaki Kemalist ağırlık seni rahatsız ediyor mu” diye soruyorum, “Hem ediyor hem de etmiyor, bu hareketin amacından sapmasından tedirgin oluyorum sadece ama yan yana hareket etmemiz de güzel bir şey sonuçta” diyor.
Eli flamalı bir başka eylemciye yanaşıyorum: “CHP’li misin?” Değilmiş, seçimleri de boykot ediyormuş. Erdoğan’a yükleniyor: “Ciddi ciddi Kılıçdaroğlu gibi pasif bir adamın koca bir ülkede isyan çıkardığına inandırmış kendini. CHP kim, bu kadar insanı sokağa dönmek kim.”
En son olarak bir televizyon kanalının önündeki protestoda LGBT bayrağı sallayan bir eylemciye rast geliyorum. “Neden buradasın” sorusunu bir de ona yöneltiyorum. “Üsluptan rahatsızım, Başbakan artık kendisi gibi düşünmeyen herkese pislik muamelesi yapıyor. Yeter artık” diyor. En çok dikkatini ne çekti diyorum, cevaplıyor: “Kemalistlerin Kürtlerle beraber yürüyeceğini hayal etmezdim, ama Fenerliler ile Galatasaraylılar da çok ilginç” diyor.
Alpbuğra Bahadır Gültekin
4 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; radikal.com.tr