Çınar Çocuklar: “…orada 20 yaş filan attım, yaşım büyüdü.”

Olay anını anlatacağım. Buradaki çoğu kişi gibi ilk günden beri oradaydık. İlk gün derken bir gece girmişler iş makinalarıyla, yirmi kişilik bir grup engel olmuş. Ertesi gün bir nöbet başladı. O gün gittik baktık ki insanlar çadırla kalıyorlar, ertesi gün tedarikli gelip kalalım dedik. Ertesi gün gittik, orada çadırlar vardı. Bir sürü insan vardı, dört buçuk gibi giden gitti az insan kaldı. Sonra haber geldi, dediler ki polis parka girecek hazırlık yapıyor.

kadınlar polis

Ben hayatımda polisle adres sorma dışında bir yakınlıkta bulunmadım.

Bir kere evimize hırsız girdi, onda da iki tane polis geldi, onun dışında bir iletişimim olmamıştı polisle. Şimdi bunu duyunca ciddiyetin çok da farkına varmadım açıkçası çünkü hiç bir hazırlığımız hiç bir şeyimiz yok. Yani boynumda şalım bile yok ki her gün takarım, o kadar hazırlıksızız… Neyse sonra birisi ortada toplanıyoruz dedi, çadırlardan çıktı herkes, ortada toplandık. Oturmamızı söylediler, oturun ki hiçbir şey yapmayacağımızı anlasınlar, sadece ağaçları koruduğumuzu anlasınlar, hiç bir eylemde değiliz diye. Oturduk, biz bir arkadaşımla beraber en sağda oturuyoruz, polis karşıdan geliyor. O manzarayı gördüğümde ilk kez korktum, aşırı korktum. Çünkü karşıdan böyle kütle kütle polis geliyor. O kadar uzaktan geliyor ki, film gibi, bulutların içinden polisler geliyor. Sonra biber gazı geldi. İnsanlar biraz panik oldu, arkadaşımla beni diğer tarafa çekmeye çalıştılar. Ben bir kız olarak yanımdaki erkeğe “Gitme, otur” dedim. O beni götürmeye çalışıyor ben “Hayır oturacağız burda” diyorum. Neyse ardından birkaç tane daha biber gazı gelince hadi gidelim dedik, yapacak birşey yok. Vallahi stratejik miydi yoksa içgüdüsel miydi bilmiyorum ama polisin geldiği taraftan biz geri çıkmaya çalıştık ve hiç bir polis yoktu orada. Önden bayağı koşturarak kaçtık ve kimse yoktu yanımızda. Ama sanırım çok az insan o yolu tercih etmişti çünkü polis gelmeden önce, insanlar polis önden geliyor, arkadan kaçın demişlerdi. O yüzden çoğu insan Divan’ın ordan kaçmayı tercih etmişti. Biz aksırıp tıksırırken onlardan haber alamadık, sıkışmışlar. En azından telefonlarını açıyorlardı, iyi olduklarını öğrenebiliyorduk. En sonunda bir şekilde polisten kaçmayı başardılar. Sırrı Süreyya Önder kepçenin önüne geçmiş, polisi durdurmuş. Bir kaç saat sonra biz tekrar parka girebildik. Yani bizi Sırrı Süreyya Önder parka soktu tekrar ve çok enteresan bir görüntüydü gerçekten. Bir kaç saat önce bizi oradan çıkarmaya çalışan, insanlık dışı davranan polis, karşımızda tek bir sıra kurmuş duruyor ve bizim söylediklerimizi dinlemeye maruz kalıyordu. İşte orada o müthiş fotoğraflar çıktı. Kitap okuyan çocuk mesela. Bir tane adam vardı, o da çok enteresan, 45-50 dakika boyunca alkışladı polisi. Ama polisle arasında 20 cm filan vardı. Hiç durmadan alkışlıyordu ve polis buhranlar geçiriyordu, sigaralar yakıyordu ama adam hiç istifini bozmadı. Onun yanında bir adam da 2 – 3 saat boyunca sadece polise gözünü dikip baktı aynı yakınlıktan. Polis de bir süre sonra inat edip bakmaya başladı. Arada gülüyorlardı. O bakışma çok hoşuma gitmişti. Etrafta bakışanları izleyen bir kalabalık vardı. Çok komikti. En sonunda karşılıklı sigara yakıp tokalaşıp bakışmayı bitirdiler. Bu arada günler o kadar uzun ki bir gün bana 5 – 6 günmüş gibi geliyordu. O yüzden zamanı şaşırabiliyorum. Özellikle bir gün içinde üç dört farklı yerde gaz yediğimiz için öyle geliyordu. Bu arada biz hiç uyumuyorduk. Twitterdan facebooktan olaylar duyulmaya başlayınca insanlar saat 8 – 9 gibi gelmeye başladılar. Parkı diğer arkadaşlarımıza emanet edip o saatlerde uyuyabiliyorduk. Sonra daha da kalabalıklaşmaya başladı.Bu arada ilk günkü korkum orada bitti.

İlk geldiler, onları tanımladım, ne yapabileceklerini gördüm ve onlara karşı hiçbir korkum kalmadı, üstelik 2. şafak baskınında çok daha hayvani davranmalarına rağmen…

Bu sefer arkadaşım bize Karaköy’den maske almıştı. O kadar yabancıyım ki daha takmayı bile bilmiyorum aldığım gibi duruyor maske. 2. gün daha kalabalıktık ve bizi parktan çıkarmaya yönelik değil kıstırıp öldürmeye yönelik bir müdahaleyle karşılaştık. Parktan çıkmaya çalışıyoruz, istediğinizi yapmaya çalışıyoruz, neden kapatıyorsunuz her yeri? Ortada kalabalık bir grup, nereye gitsek oradan gaz atıyorlar. En son biri iman gücüyle diyeyim kartonpiyer gibi birşey vardı, orayı kırdı, altından asker gibi süründük, ufak bir uçurum vardı inşaat uçurumu gibi oradan atladık, yolun karşısına geçtik, barikatı tırmandık, en son Talimhane’deydik. Kendi tükürüğümden salyamdan boğuluyorum onu çıkartmam lazım nefes almak için ama çıkarırsam biber gazını soluyacağım. Dedim ki herhalde burada bitecek bu, bitmeli artık. Semt de değiştirdik Talimhane’ye geldik. Bir arkadaşımın ayakkabısı kalmıştı parkta tek ayakkabıyla koşuyordu. Kendi güvenliğimizden emin olduktan sonra parktaki diğer arkadaşlarımıza telefon ettik. Arkadaşlarımızdan biri var ki tamamen tıbbi çözümlere karşı, kendi kendini iyileştirebileceğini zanneder. Mesela bacağı sakatlanır, yürüyerek geçeceğini düşünür, kolu çıkar, oturur. Onu aradım. Kendi sağlığını bu denli önemsemeyen biriyle şöyle bir telefon konuşması yaşadım.

Aradım, neredesin dedim, dedi ki “Burcu beni hastaneye götürmen gerek.”

Tuhaf bir şekilde, ben kendimi hiçbir zaman soğukkanlı biri olarak tanımlamam ama orada 20 yaş filan attım, yaşım büyüdü. Zaten bu arada yanımdaki ayakkabısı düşen arkadaşımla aramızda bir yaş var ama o kadar ablası gibiyim ki onun. Orada bana bir sorumluluk yüklendi, bir de bu süpersonik güçleri olan arkadaşımdan böyle bir telefon alınca dedim ki eyvah, güçlü ol, sakin ol, hemen onu bul ve hastaneye götür. Neyse bir yerde buluştuk biz, bindirdim hemen taksiye, hastaneye gittik. Tam gözünün 1 cm altına biber gazı kapsülü yemişti. Acayip şişti ama Allah’tan gözüne denk gelmedi diyorduk. Taksim İlk Yardım Hastanesine gittiğimizde de yan sedyede kurtarmaya çalıştığı adam vardı ve o adam yüzünden yüzüne kapsül gelmişti. Arkadaşımız bu sefer de doktor kimliğine bürünüp adamla ilgilenmeye başladı. Dışarda arkadaşımızı bekleyen 10 kişi filan var, o yaralıyla ilgilendi. Özetle güç bela gözünü muayene ettirdik, sonunda hastaneden çıktık. Bekleyen 10 kişi iyi mi diye sordu, ben de “o kadar iyi ki başka bir arkadaşını hastaneye götürdü dedim.” (Gülüşmeler) Sonra yolun karşısındaki diğer hastaneye gittik, başka bir arkadaşım da bacağına gaz bombası yemişti, orada tedavi oldu. O gün bana dediğim gibi 5-6 gün gibi gelmişti. Ertesinde basın açıklaması olacağı söylendi. Basın açıklaması için tekrar Divan Oteli’nin oraya gittik. Arabalar geçerken kornaya basmalarını söyledik. Sonra baktık ki BBC tarafından kameraya çekiliyormuşuz. Bu sırada bir arkadaşımızın dirseğine kapsül gelmiş, dirseği kırılmış, bir şekilde kendini bir taksiye atmış, kendini çok belli eden bir kıyafeti sayesinde başka bir arkadaşımızı görmüş uzaktan -ki o kıyafeti sonradan çerçeveletip asıp çocuklarımıza göstermeyi düşünüyoruz-ona bağırmış ve o ona yardım ederek Şişli Etfal’e kaldırmış. Arkadaşımız hala kolu alçıda geziyor. Basın açıklaması yapılmış ama biz duymadık. Sonra akşam İstiklal filan günler biber gazlarıyla geçti. Bir yazı gördüm ben o kadar tuhafıma gitti ki, hepiniz biliyorsunuzdur. “-Şu sokak güvenli mi? -Hayır polis var.” Bu cevap artık komiğimize gidiyor, normalleştirmişiz. Arkadaşımla da bir yerde buluşmak için bir yeri anlatmaya çalışıyordum, “Hani bir gün maskesiz yakalandık ya, oradan kaçıyorduk” ya da “İkinci barikatın orda buluşalım.” Artık günlük dilimize yerleşmiş bunlar ve garipsemiyoruz. Kadınlara yapılan tecavüzler ve ölümler gibi. Ha bugün yine biri mi ölmüş, tamam deyip geçmek gibi. Bu şekle bürünmüş.

Her şey rağmen yeşil benim aklımdaki renk. Bütün pislikleri atabiliyor. Ben olayları düşündüğümde aklıma sadece Gezi Parkı gelebiliyor, yeşil ağaçlar gelebiliyor. Üstünü çok fazla şey örtmüş olabilir ama aradan sıyrılıyor onlar.

Ses yok. O kadar gürültünün içinde bir sessizlik var bende. İnsanların çığlıklarını da duymadım. Çünkü o gaz toz bulutuyla beraber her yer beyaz olunca başka bir yere çıkmışız da orada kimse kimseyi duyamıyor, gördüğünü çekip çıkarabilirmişsin gibi bir his vardı. Ses yok hiç aklımda kalan. Ses olarak tezahüratlar var o kadar.

Anı Sahibi: Burcu
1 Temmuz 2013
Kaynak; cinarcocuklar.blogspot.de

    This post is also available in: İngilizce